Hemen ertesinde de bir ilamsız takipte borçluya yapılacak tebligatı alacaklının şube adresinde kesinleştirip hacze gidilecek, muhafaza yapılacak, mahcuzlar aynı gün yediemin değişikliğiyle adli yedieminden alınacak ve borçlu haklı itirazını ispatlayana kadar mahcuzlar el altından kaçırılacaktı.
Bunu kabul edemezdim. Etmedim de. Bu sebeple de uyumsuzlukla suçlanıp işten çıkarıldım. Hem de 3 yıllık kıdem, ihbar tazminatım ve son aya ait maaşım dahi ödenmeden "
Yüzlerce değil binlerce işçi avukattan sadece birinin derdi sanıyoruz ki birçok kişinin yaşadığı olayla benzerlikler taşıyacaktır.
Hakkın savunulması için ilk ayak olan hukuk bürolarında öncelikle yanlarında çalıştırdıkları işgörenlere karşı hukuku ve tecrübeleri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan avukat işverenler gelen neslin, mesleğin devamında hukuk sektörünü yaşatacak olanlara aslında çok kötü örnek olmaktadır. Kötü örnek olmak bir yana kin ve nefret söyleminin, haksızlığa maruz bırakmanın çirkin resmi gönüllerde yer etmektedir.
Stajyer avukatların cüzi rakamlar almalarının anlamsızlığı bir yana sekreter, kâtip, takip elemanı ve çağrı elemanlarının stajyer avukatlardan sonra daha fazla ezilen, horlanan, küçümsenen çalışan grubu olmadığını hiç kimse iddia edemez.
Avukatlık mesleğine yakışmayan hukuk bürolarında çalışma koşulları giderek ağırlaşmakta, yıllar önce tekstil sektöründe görülen ve tekstili bitme noktasına getiren zihniyetin kötü bir kopyası şimdilerde hukuk bürolarında yaşatılmaktadır.
Hukuk sektöründe sayıları giderek artan ve çoğunluğunun yer aldığı borçlu arama, takip ve tahsilâtları yapma ile hacizlere çıkmak için görevlendirilmiş hukuk okumamış ve çoğunluğu yaşları 16 -25 arasında olan binlerce insanın yaşadıkları sorunlar daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmektedir.
Bunun neticesinde işçi avukatlar, takip elemanları ve diğer büro çalışanları büyük hukuk şirketlerinde herhangi bir iş güvenliğine sahip olmadan, fazla mesaileri ödenmeden günde sekiz saatten fazla çalışmaya zorlanmaktadır.
İş kanununun 45 saatlik çalışma süresi ne yazık ki aldırış edilmeyen bir madde olarak hukuk bürolarında uygulanmayan kavram olmuştur. Telefona ve önlerinde bulunan icra takip programlarına bağımlı olarak işe alınan ve haktan hukuktan habersiz hayata yeni başlayan onlarca genç haftanın 6 günü ve günlük 10-12 saatlere varan bir çalışma temposu içerisinde adeta ezilmektedir. Ve bu gençlerin prim alma oyunu ile adeta borçluları düşman bellemeleri, tahsilâtı artıracak söz ve davranışlarda haddi aşmaları işverenleri sevindirirken dışarıda bulunan binlerce borçlu ağır hakaretlere, küfürlere muhatap olmaktadır.
Hakaret gördükleri için hukuk bürolarını şikâyet edenlerin hedefinde ne yazık ki sosyal güvencesiz, tazminatsız, asgari ücretle ya da bundan daha aza çalışan yine bu hukuk işçileri olmaktadır.
Bazı hukuk büroları işe alırken çalıştıracağı çağrı elemanına telefon numarasını zimmetliyerek “ bu tarihten sonra bu telefon numarası sana aittir. Bu telefondan edeceğin hakaret, küfür, sataşma ve hukuk bürosunu küçük düşürücü her sözün sorumluluğu sana aittir. İşyeri bundan sorumlu değildir” tarzında yazıyı imzalatmaktadır.
Bir çeşit işveren hukukçu kendini sağlama alırken diğer yandan “prim almanın yolu borçluya haddini bildirmektir” tarzında eğitim vermesi neyle izah edilir bilinemez.
İnsan kaynaklarının özü olan insana verilecek değerin yegâne örnek olması gereken hukuk bürolarında bu şekilde haksızlıklar yapılması, hakkını aramak ya da usulüne uygun çalışmak isteyenlerin hemen kapının önüne konması adalet arayışında olanları şaşkına döndürmektedir.
Bir hukuk dergisinde yayınlanan makalede “Beyin işgücünün proleterleşmesi dünkü tırnak içinde itibarlı bütün meslekleri hızla burjuvazinin ücretli kölesi haline getirmiştir. Bu mesleklerden biri de avukatlıktır. Dün bürosunda “bağımsız” faaliyet sürdüren bir avukat, bugün en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. İşsizlik, geleceksizlik ve güvencesizlik tehdidi altındadır. Avukatlık mesleğiyle alakalı veya alakasız olsa bile, sermaye birikimi olan herhangi biri (gerekli prosedürü de yerine getirerek), tıpkı hastane, dershane, inşaat ve mimarlık ofisi açtığı gibi, salt kâr etmek amacıyla hukuk bürosu açabilir. Ve yanında onlarca avukatı çalıştırarak işgücünü sömürebilir. Türkiye’de buna benzer hukuk büroları son yıllarda yaygınlaşmıştır. Bu büroda çalışan avukatlar beyin işgücünü satarak karşılığında bir ücret almaktadır. Ve bu ücretle yaşamlarını sürdürebilmektedir. Sınıfsal konumları itibariyle bu avukatlar tipik birer işçidir. Mesleki statüleri avukatlıktır ama yaptıkları işçiliktir. İş güçlerini satarlar, karşılığında patrondan ücret alırlar. Özellikle genç avukatları, yine işçi sınıfının organik bir parçası olan işsizlik ya da bir hukuk bürosunda tipik bir işçilik beklemektedir. Bu hukuk büroları birer işletme gibi faaliyet sürdürerek, sömürüyü maksimum noktaya çıkarmak için esnek çalışmayı dayatabilmekte, fazla mesai talep edebilmekte, performans ve prim gibi uygulamalarla işçiler/avukatlar arasında rekabeti ve hırsı yaygınlaştırabilmektedir. Bu işyerine girerken işçiler yani avukatlar aynen bir fabrikada olduğu gibi kart basmakta ve mesai doldurmaktadır. Bugün iş yasalarına aykırı bir şekilde haftalık 60 saat çalışmaları da olağan bir vakadır” (1)dendiği gibi artık bazı haklar göz ardı edilmektedir
İnsan kaynaklarının özü olan insana verilecek değerin yegâne örnek olması gereken hukuk bürolarında bu şekilde haksızlıklar yapılması, hakkını aramak ya da usulüne uygun çalışmak isteyenlerin hemen kapının önüne konması adalet arayışında olanları şaşkına döndürmektedir.
Bir hukuk dergisinde yayınlanan makalede “Beyin işgücünün proleterleşmesi dünkü tırnak içinde itibarlı bütün meslekleri hızla burjuvazinin ücretli kölesi haline getirmiştir. Bu mesleklerden biri de avukatlıktır. Dün bürosunda “bağımsız” faaliyet sürdüren bir avukat, bugün en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. İşsizlik, geleceksizlik ve güvencesizlik tehdidi altındadır. Avukatlık mesleğiyle alakalı veya alakasız olsa bile, sermaye birikimi olan herhangi biri (gerekli prosedürü de yerine getirerek), tıpkı hastane, dershane, inşaat ve mimarlık ofisi açtığı gibi, salt kâr etmek amacıyla hukuk bürosu açabilir. Ve yanında onlarca avukatı çalıştırarak işgücünü sömürebilir. Türkiye’de buna benzer hukuk büroları son yıllarda yaygınlaşmıştır. Bu büroda çalışan avukatlar beyin işgücünü satarak karşılığında bir ücret almaktadır. Ve bu ücretle yaşamlarını sürdürebilmektedir. Sınıfsal konumları itibariyle bu avukatlar tipik birer işçidir. Mesleki statüleri avukatlıktır ama yaptıkları işçiliktir. İş güçlerini satarlar, karşılığında patrondan ücret alırlar. Özellikle genç avukatları, yine işçi sınıfının organik bir parçası olan işsizlik ya da bir hukuk bürosunda tipik bir işçilik beklemektedir. Bu hukuk büroları birer işletme gibi faaliyet sürdürerek, sömürüyü maksimum noktaya çıkarmak için esnek çalışmayı dayatabilmekte, fazla mesai talep edebilmekte, performans ve prim gibi uygulamalarla işçiler/avukatlar arasında rekabeti ve hırsı yaygınlaştırabilmektedir. Bu işyerine girerken işçiler yani avukatlar aynen bir fabrikada olduğu gibi kart basmakta ve mesai doldurmaktadır. Bugün iş yasalarına aykırı bir şekilde haftalık 60 saat çalışmaları da olağan bir vakadır” (1)dendiği gibi artık bazı haklar göz ardı edilmektedir
Haksızlığa uğrayan işçi avukatın, stajyer avukatın, sekreterini takip elemanının, kâtibin, çağrı elemanının gidecekleri ilk merci aslında barolar olmalıdır. Barolar ilk önce hukuk çalışanlarını zapturapt altına almalıdır.
İşe alınan kişi işyerinin güvensizliğinden dolayı, ücretlerinin ödenmemesinden dolayı, vaad edilen imkânların zamanın da yerine getirilmemesi yüzünden ya da verilmesi gereken yetkilerin verilmemesinden dolayı işten ayrılınca doğması gereken hakları kimden talep edecek. Devletin kanunları dışında işe giren kişinin hakkını belirleyen her hangi bir kurum yok.
Bugün baro sayfalarında bulunan eleman alma ilanlarına bakın. Aynı hukuk bürosunun her gün ilan verdiğini göreceksiniz. Veya haftada birkaç kere..
Bu kadar eleman ilanı vermenin amacı nedir. Gerçekten eleman mı yok, yoksa “bugün al yarın gönder, bir olmazsa biri olur” mantığı mı hâkim. Bu soruyu baro sormalıdır.
Barolar, hukuk öğrencisinden takip elemanına, avukattan sekretere bütün hukuk bürosu çalışanlarının derdini kendine dert etmeyi bilmelidir. Şikâyet edilen hukuk bürolarını ve avukatların hakkında soruşturma açmalıdır. Çalışanların sosyal güvencesinin ne durumda olduğunu, çalışma koşullarını, ücret ödemelerini kuracağı bir ekiple sürekli denetlemelidir. Haksızlığa uğradığını iddia eden çalışanların hamisi olmalıdır. Avukata yaptırım getirmelidir. Kurum dosyası takip ettiği halde haksız eleman çalıştıranları kurumlara bildirip usulsüz eleman çalıştırdıkları için dosya verilmemesini sağlatmalı, bunları kara listeye almalıdır. Kurumlarına ait dosyaları avukatlara veren kurumların da işyerlerini sıkı sıkıya takip etmeleri, çalışanların haklarını vermelerini sağlatmaları da mümkündür. Zira dosyalarını takip eden hukuk büroları bir çeşit taşeron firma konumundadır. Asıl işveren kurumlar olmaktadır.
İş güvenliği, günde sekiz saat çalışma hakkı, fazla mesai ücretlerinin ödenmesi, sigortalı primlerinin gerçek maaşlar üzerinden yatırılması gibi hakların verdirilmesini sağlamak, bunları takip etmek hukuk bürolarının iş hukukuna titizlikle riayet edilmesinin sağlanması Baroların disiplinli ve sıkı denetimiyle olur.
Baroya, savunmanın temsilcisi kuruma bu yakışır. Yoksa aşağıya aldığımız feryatların çığ gibi büyüyerek hukuksuz hukuk bürolarının çoğalacağını, bir gün halk içersinde büyük bir çığlığa dönüşeceği düşünülmelidir.
“Bizler işçi-avukatlarız!
Birlikte çalıştığımız patron avukatlarla aynı fakültelerden mezun olmamıza rağmen, sadece bir büroyu döndürecek sermayeden yoksun olduğumuz için "bağlı" çalışmaya başladık. Çalışmaya başladığımız gün avukatlık bürolarındaki koşulların hayal ettiğimiz ya da bize anlatıldığı gibi olmadığını gördük. Tek fark burada emeğimizi sömüren ve haklarımızı gasp eden kişilerin, hak arama mücadelesinde özne olması gereken avukatlar olmasıdır.
Mesleğimiz bir dönüşümden geçiyor ve piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendiriliyor. Arka arkaya şirket gibi işleyen büyük bürolar açılıyor. Bu bürolarda bizler gerçek ücretimiz üzerinden sigortalanmadan, fazla mesai hakkımız ödenmeksizin, gerçek anlamda birer avukat olarak değil ama bir avukatın işçileri olarak çalışıyoruz.
Bizlerin hakkını savunan bir örgüt olması gereken baro bu sorunlara kulağını tıkamış olduğu için ücretlerimizle ilgili bir tarife bile yok. Çoğu kez günlük 10-12 saate varan, hafta sonu çalışmasını da kapsayan bir biçimde, itiraz hakkımız olmaksızın bu koşullara katlanıyoruz.
Bizler stajyer avukatlarız! Bizler hukuk bürosu çalışanlarıyız!
Bugün birçok büroda avukatlar daha fazla maliyetle birilerini çalıştırmak yerine stajyer avukatları çalıştırıyorlar. Biliyorlar ki her yıl yüzlerce stajyer, staj süreçlerini tamamlayabilmek için bir avukatın yanında çalışmak zorunda. Bizlere sigorta yapma yükümlülükleri yok. Bizlere fazla para vermeleri de gerekmiyor. Biz bu koşullarda 1 yıl boyunca, sözde meslek öğrenmek adına işe koşuluyoruz.
Hacizlere gidiyoruz, ara kararlar peşinde adliye adliye geziyoruz, diğer çalışanlarla hemen hemen eş zamanlı çalışıyoruz. Ama emeğimizin karşılığını alamıyoruz. bu süreçte hastalanırsak sağlık güvencemiz yok. Staj boyunca sosyal ihtiyaçlarımız bir yana, barınma, yemek yeme gibi yaşamsal ihtiyaçlarımızı nasıl karşıladığımız dahi tartışılmıyor. ve bizler muhtemelen işçi-avukat statüsüne ulaşmamıza yarayacak ruhsatı elde edebilmek için bu koşullara katlanıyoruz!
İsmimizin önüne eklenen sıfat ne olursa olsun, bizler hukuk bürosu çalışanlarıyız. “
Kaynak :1) Güncel Hukuk Dergisi - Haziran 2010/6-78 sf. 18-19
İşe alınan kişi işyerinin güvensizliğinden dolayı, ücretlerinin ödenmemesinden dolayı, vaad edilen imkânların zamanın da yerine getirilmemesi yüzünden ya da verilmesi gereken yetkilerin verilmemesinden dolayı işten ayrılınca doğması gereken hakları kimden talep edecek. Devletin kanunları dışında işe giren kişinin hakkını belirleyen her hangi bir kurum yok.
Bugün baro sayfalarında bulunan eleman alma ilanlarına bakın. Aynı hukuk bürosunun her gün ilan verdiğini göreceksiniz. Veya haftada birkaç kere..
Bu kadar eleman ilanı vermenin amacı nedir. Gerçekten eleman mı yok, yoksa “bugün al yarın gönder, bir olmazsa biri olur” mantığı mı hâkim. Bu soruyu baro sormalıdır.
Barolar, hukuk öğrencisinden takip elemanına, avukattan sekretere bütün hukuk bürosu çalışanlarının derdini kendine dert etmeyi bilmelidir. Şikâyet edilen hukuk bürolarını ve avukatların hakkında soruşturma açmalıdır. Çalışanların sosyal güvencesinin ne durumda olduğunu, çalışma koşullarını, ücret ödemelerini kuracağı bir ekiple sürekli denetlemelidir. Haksızlığa uğradığını iddia eden çalışanların hamisi olmalıdır. Avukata yaptırım getirmelidir. Kurum dosyası takip ettiği halde haksız eleman çalıştıranları kurumlara bildirip usulsüz eleman çalıştırdıkları için dosya verilmemesini sağlatmalı, bunları kara listeye almalıdır. Kurumlarına ait dosyaları avukatlara veren kurumların da işyerlerini sıkı sıkıya takip etmeleri, çalışanların haklarını vermelerini sağlatmaları da mümkündür. Zira dosyalarını takip eden hukuk büroları bir çeşit taşeron firma konumundadır. Asıl işveren kurumlar olmaktadır.
İş güvenliği, günde sekiz saat çalışma hakkı, fazla mesai ücretlerinin ödenmesi, sigortalı primlerinin gerçek maaşlar üzerinden yatırılması gibi hakların verdirilmesini sağlamak, bunları takip etmek hukuk bürolarının iş hukukuna titizlikle riayet edilmesinin sağlanması Baroların disiplinli ve sıkı denetimiyle olur.
Baroya, savunmanın temsilcisi kuruma bu yakışır. Yoksa aşağıya aldığımız feryatların çığ gibi büyüyerek hukuksuz hukuk bürolarının çoğalacağını, bir gün halk içersinde büyük bir çığlığa dönüşeceği düşünülmelidir.
“Bizler işçi-avukatlarız!
Birlikte çalıştığımız patron avukatlarla aynı fakültelerden mezun olmamıza rağmen, sadece bir büroyu döndürecek sermayeden yoksun olduğumuz için "bağlı" çalışmaya başladık. Çalışmaya başladığımız gün avukatlık bürolarındaki koşulların hayal ettiğimiz ya da bize anlatıldığı gibi olmadığını gördük. Tek fark burada emeğimizi sömüren ve haklarımızı gasp eden kişilerin, hak arama mücadelesinde özne olması gereken avukatlar olmasıdır.
Mesleğimiz bir dönüşümden geçiyor ve piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendiriliyor. Arka arkaya şirket gibi işleyen büyük bürolar açılıyor. Bu bürolarda bizler gerçek ücretimiz üzerinden sigortalanmadan, fazla mesai hakkımız ödenmeksizin, gerçek anlamda birer avukat olarak değil ama bir avukatın işçileri olarak çalışıyoruz.
Bizlerin hakkını savunan bir örgüt olması gereken baro bu sorunlara kulağını tıkamış olduğu için ücretlerimizle ilgili bir tarife bile yok. Çoğu kez günlük 10-12 saate varan, hafta sonu çalışmasını da kapsayan bir biçimde, itiraz hakkımız olmaksızın bu koşullara katlanıyoruz.
Bizler stajyer avukatlarız! Bizler hukuk bürosu çalışanlarıyız!
Bugün birçok büroda avukatlar daha fazla maliyetle birilerini çalıştırmak yerine stajyer avukatları çalıştırıyorlar. Biliyorlar ki her yıl yüzlerce stajyer, staj süreçlerini tamamlayabilmek için bir avukatın yanında çalışmak zorunda. Bizlere sigorta yapma yükümlülükleri yok. Bizlere fazla para vermeleri de gerekmiyor. Biz bu koşullarda 1 yıl boyunca, sözde meslek öğrenmek adına işe koşuluyoruz.
Hacizlere gidiyoruz, ara kararlar peşinde adliye adliye geziyoruz, diğer çalışanlarla hemen hemen eş zamanlı çalışıyoruz. Ama emeğimizin karşılığını alamıyoruz. bu süreçte hastalanırsak sağlık güvencemiz yok. Staj boyunca sosyal ihtiyaçlarımız bir yana, barınma, yemek yeme gibi yaşamsal ihtiyaçlarımızı nasıl karşıladığımız dahi tartışılmıyor. ve bizler muhtemelen işçi-avukat statüsüne ulaşmamıza yarayacak ruhsatı elde edebilmek için bu koşullara katlanıyoruz!
İsmimizin önüne eklenen sıfat ne olursa olsun, bizler hukuk bürosu çalışanlarıyız. “
Kaynak :1) Güncel Hukuk Dergisi - Haziran 2010/6-78 sf. 18-19
@erolkaranet - 03.11.2022