Türkiye’de bulunan ilk cami Antakya ili sınırlarında Habib-i Neccar camisidir. Ve bu camide bulunan üç adet kabirden biri var ki İslam tarihi açısından önem arz eder. Caminin hemen yanında bulunan ve üç kişiye ait olduğu belirtilen kabirlerden Habibi Neccar'a ait olduğu söylenen kabir hakkında 2 farklı rivayet dolaşmaktadır.
Habib Neccar adı ile Hatay'da meşhur olan hem şehirde hem de Anadolu'da yapılan ilk cami olarak bilin caminin bazı kayıtlara göre, 638 yılında Arapların şehri ele geçirmesinden sonra yapıldığı söyleniyor..
Bazı kaynaklara göre de Habib Neccar Türbesini ve Camisini Ubu Ubeyde Bin Cerrah yaptırmıştır. Caminin bulunduğu yerde 1960 yılında yapılan bir kazıda alt kısımlarda farklı duvar kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Ancak bu duvarların hangi yapılara ait olduğu kesinlik kazanamamıştır.
Bugünkü Habib Neccar Camisi’nin medrese duvarlarında Arapça kitabeli metinlere rastlanmaktadır.
Habib Neccar’ın ismi ilk kez İbni Batuta seyyehatnamesinde geçmiş; burada da Habib Neccar’ın mezarı, yanında zaviyesi olduğunu belirtmiştir.
Bugün söylenen efsanelerden birinde caminin köşesinde, sitemiz içerisinde yer alan "Yasin Suresi'nde Bahsedilen Kişi"de okuyacağınız gibi, Hz.İsa aleyhisselam tarafından gönderilen azizlerine ilk defa inanan ve onları korurken şehit olan Habib Neccar’ın türbesi ve iki elçinin kabri olduğu söylenirken, bir başka rivayette Peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhhiselam'ın halifesi Hz. Ömer, Diyar-ı Rûm denilen ve o zaman Hıristiyanların elinde bulunan Anadolu’yu fethetmek, İslamlaştırmak için buraya askerlerini göndermiştir. Bunlardan bir gurup Ebu Übeyde bir Cerrah’ın kumandasında, Antakya üzerine yürümüş ve karşılaştıkları kaleleri ele geçirmişlerdir. Ebu Übeyde’nin, Habib Neccar adında bir bayraktarı olduğu ve burada şehit olduğu söylenmektedir. Caminin bu bayraktar adına yapıldığı belirtilmektedir.
Olayı anlatmadan önce belirtelim ki, bu sayfada yer verdiğimiz olayın çok zayıf bir ihtimal olduğunu, genellikle Kur'an-ı kerim'de adı geçen kişinin ve yardımcı olduğu kişilerin burada yattığı ifade edilmektedir.
Evliya Çelebi, Antakya’ya geldiğinde Habib Neccar Türbesini ziyaret etmiş, ona ait çeşitli efsaneleri seyyahatnamesinde yazmıştır. Evliya Çelebi’ye göre, Habib Neccar, İsa Peygamber zamanında yaşamış ve Ona iman etmiş İsa gibi mucizeler göstermiş, daha sonra da, puta tapanlar tarafından başı kesilerek öldürülmüştür. Evliya Çelebi’nin bir ifadesine göre de Antakya Kal’ası, İstanbul Kal’asından sonra en büyük kal’alardan biridir. Seyahatnamesinde bunu şöyle anlatır:
"Antakya Kal’ası duvarlarının ve burçlarının yüksekliği başka bir yerde görmedim. Doğu yönündeki dağlar üzerine oturan duvarları 80 arşın yüksekliğindedir. Asi nehri kıyılarındaki duvarlar ise yalınkat, 20 arşındır. Kal’anın yapıldığı taşların her biri birer fil gövdesi kadardır. Büyük usta Ferhat, taşları baltasıyla birbirine öyle yanaştırmış ki, tek bir kaya sanırsınız..."
Şimdi gelelim ikinci efsaneye (Kaynak :facebook.com/hataytube/)
Peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhhiselam'ın halifesi Hz. Ömer, Diyar-ı Rûm denilen ve o zaman Hıristiyanların elinde bulunan Anadolu’yu fethetmek, İslamlaştırmak için buraya askerlerini göndermiştir. Bunlardan bir gurup Ebu Übeyde bir Cerrah’ın kumandasında, Antakya üzerine yürümüş ve karşılaştıkları kaleleri ele geçirmişlerdir. Ebu Übeyde’nin, Habib Neccar adında bir bayraktarı vardı. Savaşın en kızgın, en çetin anlarında, Habib Neccar, bir elinde sancağı şerif, diğer elinde kılıcıyla ön saflarda kıyasıya dövüşürdü. Kumandan ne zaman : "Yetiş ya Habib" derse, canını dişine takar, düşman saflarını yararak öne geçer, askere şevk ve heyecan verirdi. Böyle bir gün, Antakya yakınlarındaki Nur dağları üzerinde savaşılıyorken Ebu Übeyde çaresiz kalmıştı. Savaşın kızgın bir anında, yine: "Yetiş ya Habib!" diye bağırınca, Habib Neccar : "yallah!" diyerek tepeyi bir anda tırmanmış, düşman saflarını yararak sancağı en yüksek zirveye dikmiştir. Bu sırada karşısındakiler bir kılıç darbesiyle başını gövdesinden ayırmışlar. Bu sırada galeyana gelen Arap ordusu tepeden indiklerinde Habib Neccar’ın başsız gövdesiyle karşılaşmışlar. Geri çekilen düşman, Habib’in başını bir sırığa saplayarak götürmüş ve ibret olsun diye Antakya kalesinin en yüksek burcuna dikmişler. Arap orduları, birkaç gün sonra, Antakya’yı da kuşatmışlar. Savaşın kızıştığı bir sırada kale burcundaki Habib’in kesik başından sesler gelmeye başlamış: "Kardeşlerim, yiğitlerim, ben buradayım. Sağdan hücum edin, sola koşun". Kesik baştan gelen sesleri işiten Araplar heyecanla ileri atılmışlar, düşman askerleri ise paniğe kapılarak geriye çekilmişler. Bu olayın ardından kale birkaç saat içinde zapt edilmiş, halk vergiye bağlanmıştır. İnanışa göre; Kumandan Ebu Übeyde, şehit Habib’inin kesik başını gömmüş, üzerine türbe, yanına da bir cami yaptırmıştır. Habib Neccar’ın vücudu da Nurdağları’ndaki bir mezara konmuştur.
Müfessirlerin verdikleri bilgiler birbirini tutmuyor
İslam alimleri Yasin sûresinde anlatılan olayın Antakya''da geçtiğini ve ayetlerde bahsedilen şahsın Habib-i Neccar olduğu rivayetini anlatırken ihtiyatlı bir dil kullanmayı tercih ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları''nın ''Kur''an Yolu'' adlı tefsirinin IV. cildinin 483. sayfasında şöyle deniliyor: "Kur''an-ı Kerim''de ve sahih hadislerde burada sözü edilen şehrin neresi ve gönderilen elçilerin kimler olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerde söz konusu yerleşim merkezinin Antakya ve gönderilen elçilerin ise Hz. İsa''nın havarileri olduğu belirtilir; buna göre karye halkı da (Yasin''de ashabül karye diye geçiyor) Romalılar olmaktadır. Fakat 14. ayette elçilerin Allah tarafından gönderildiği ifade edildiğine göre bunların Hz. İsa tarafından yollanan havariler şeklinde anlaşılması isabetli olmaz. Kaldı ki, Yeni Ahid''de Antakya''ya gittiği belirtilen Barnabas, Petrus ve Paul''ün oraya gidişleri İsa''nın semaya urûcundan sonra olmuştur, yani bunlar onun tarafından da gönderilmiş değildirler. Öte yandan havariler Antakya''da herhangi bir direnişle karşılaşmamış, bu yerin halkı Hz. İsa''ya inanmakta gecikmemiş ve şehir bir müddet sonra Hıristiyanlığın belli başlı merkezlerinden biri olmuştur. Elçilerin isimleri, Allah tarafından mı Hz. İsa tarafından mı gönderildikleri ve karşılaştıkları muamele hususunda müfessirlerin verdikleri bilgiler birbirlerini tutmamaktadır..."
Bilindiği gibi Antakya''daki St. Pierre Kilisesi, dünyanın en eski kiliselerinden biri ve ''Hıristiyan'' kelimesi ilk defa bu topraklarda kullanılmış. Ve bugün şehre ziyarete gelen Hıristiyanlar kiliseye vardıklarında kendilerini hacca gitmiş ve hacı olmuş gibi hissediyorlar. Elmalılı Hamdi Yazır''ın Hak Dini Kur''an Dili''nde ise bu konuyla ilgili 6. cildin 405-410. sayfalarına bakabilirsiniz.
Derleme @erolkaranet - 24.09.2021