
Bu kez sizi farklı bir camiden söz edeceğimiz, hakkında muhtelif rivayetlere sahip bir camiye götürmek istiyoruz. İstanbul Tophane semtinde bulunan Kılıç Ali Paşa Cami'ne..
En fazla duyulan, söylenen ve bir çok kaynakta geçen özelliklerin en başında Sultanahmet meydanında yer alan Ayasofya Kebir Cami'nin bir minyatürü olarak söz ederek başlamak istiyoruz. Eğer, Ayasofya gezdiyseniz bir de bu camiyi ziyaret ediniz. Gördüğünüz her şekil, her biçim mimari her özellikle size Ayasofya Camini kesinlikle anımsatacaktır.
Cami ile ilgili anlatacaklarımız sadece bu mu.. Tabi değil. Hızır Aleyhisselam'dan Padişah 3.Murat'a... Denizcilerden Don Kişot adlı eseri yazan Cervantes'e kadar pek çok ismi kendisinde barındıran cami gizemlerle dolu.

Kılıç Ali Paşa Camii ya da Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa Camii Osmanlı döneminin en büyük hatta gelmiş geçmiş en büyük mimarlarından Mimar Sinan'ın eserlerindendir. Banisi Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'dır.

Önce Caminin Banisini Tanıyalım
Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, 16. yüzyılda,1520’de, 20’li yaşlarda İtalya’nın Calabria bölgesinde yaşayan genç bir adam, gerçek ismi Giovan Dionigi Galen papaz olmak için Napoli’ye seyahat etmeye niyetlenir. Genç İtalyan Napoli’ye giden yolda Kuzey Afrikalı korsanlara esir düşer. Uzun zaman kadırgalara forsalık yapmış ve bu dönemde Müslüman olur, Korsanlık yaptığı ilk yıllarda lakabı Uluç (Arap olmayan denizci) imiş. Daha sonraları Ali ismini alır. Ali, Turgut Reis’in yanına yerleştirilir. Orada savaş eğitimi alır. Önemli askeri başarılar elde eder. Trablus’un fethinde ve Malta kuşatmasında bulunur. Yıllar içerisinde hızla yükselir ve Osmanlı donanmasının önemli bir parçası haline gelir. II. Selim, Kıbrıs’ı fethedince, Papa V. Pius bir haçlı ordusu oluşturulmasını emreder.Osmanlı Donanması, İnebahtı körfezinde Haçlı donanmasının karşısına çıkar. Büyük deniz muharebesinde Osmanlı pek çok kayıp verse de, Ali donanmasının yarısını kurtarır ve Malta Şövalyelerinin kaptan gemisini de ele geçirir. Kaptan-ı Derya olunca da III. Murat, Uluç olan lakabını Kılıç yapmış.Artık Uluç Ali olarak bilinen Ali Kılıç Ali ile tanınmaya başlar.
Kılıç Ali Paşa yedi sene daha yaşadı. Vefatına kadar vakit namazlarını hep burada kılar; medresedeki talebelerle alâkadar olurdu. Bir sabah namazını câmide kıldı. Fakirlere sadaka dağıtıp dualarını alarak evine döndü. Hastalanarak vefat etti. Türbesi câminin yanındadır. Ertesi sene de Mimar Sinan âhirete göçtü.



Evliya Çelebi, XVII. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’u anlatırken bir selâtin camii hüviyetindeki mâbed için, “İstanbul’da başka bir benzeri yoktur” diyerek yapının Ayasofya’ya benzediğine işaretle mimarisi, iç süslemesiyle mefruşatı hakkında bilgi verir. Câmi kubbesinin iki yanında yarım kubbeleri, diğer iki yanında kemerleri ve destek duvarları vardır. Bu haliyle adeta Ayasofya Câmiinin küçük bir benzeridir. Ama ondan daha güzel, daha ferah ve aydınlıktır. Mihraptaki İznik çinileri pek güzeldir. Osmanlılar zamanında sadrazam bile olsa kimse edeben iki minareli câmi yaptıramazdı. Bu imtiyaz padişaha aitti. Onun için Kılıç Ali Paşa Câmi tek minarelidir. Kubbesi de selâtin câmilerinden bu sebeple daha küçüktür. Mimar Sinan’la şahikasını bulan Türk mimarisinin çok güzel bir örneği ve Mimar Sinan’ın her biri birer sanat şaheseri olan eserlerinden ihtişamlı en son eseridir. Yıllar boyu incelediği Ayasofya’yı andıracağını söylediği, içine Türk mimarisinden unsurlar da katarak vücuda getirmeyi planladığı Kılıç Ali Paşa Camii için büyük usta Mimar Sinan şöyle demiştir: “Deryalar kudursa ve azgın dalgalar kubbenin tepesinden aşsa, yine bu mabet kıyamete dek baki kalacakdur biiznillah!..” Yıllardır vapur ve bina bacalarından çıkan kara dumanlarla taşının rengi siyaha çalsa da, Kılıç Ali Paşa Camii pembe renkli Ayasofya’nın adeta küçük bir örneğidir. Caminin harimi, yapının Ayasofya’nın mimari düzeninin bir benzerine sahip olduğunu göstermektedir. Kılıç Ali Paşa Camii’nde Sinan, uzun meslek hayatının son büyük eserlerinden olmasına rağmen çok daha küçük ölçüde Ayasofya’nın planını ve Osmanlı dönemi Türk mimarisinin unsurlarını kullanarak şaşırtıcı bir uygulama ortaya koymuştur. Yapının Ayasofya ile benzerliğini en fazla vurgulayan eleman iki yanlardaki birer çift destek payandasıdır. Burada Sinan, çok iyi incelediği Ayasofya’nın planı ile üst yapısını gerek estetik gerek statik bakımlardan daha kusursuz olarak değişik bir mimari anlayışla yorumlamıştır. Bu bakımdan Kılıç Ali Paşa Camii basit bir taklit değil Ayasofya mimarisinin geliştirilmiş, statik bakımdan çok daha güvenli bir aşamasıdır denilebilir.

1580 tarihli bu cami bazıları tarafından Sinan’a yakıştırılmaz. Plan olarak Ayasofya’nın kopyası olan bu camiyi Sinan’nın yapacağı düşünülmez ya da Kılıç Ali Paşa’nın bir diktesi olduğu düşünülür. Halbuki Sinan burada devasa ölçekteki Ayasofya’nın ufak bir modelini doğru mimari ölçümlerle yapmıştır. Bu ölçümlere Osmanlı unsurlarını nakış gibi işler ve camiyi yapar. Kısacası bu cami Ayasofya’nın yeniden ama Mimar Sinan farkı ile yorumlanmasıdır. ( Kaynak; Gezgin Tayfa)
Bu ulu mabet dış görünüşüyle gözleri kamaştırmakta, iç görünüş ahenk ve ihtişamıyla da gönülleri coşturmaktadır. İslam’ın bütün mabetlerinde olduğu gibi Kılıç Ali Paşa Camii’ndeki güzellik, zarafet ve aydınlık Ayasofya’da da yoktur. Çünkü bu gönül açıcılık İslam mimarlarının imanın feyzinden almış oldukları ruh ve ziyadan ileri gelmektedir. (Kaynak : Selman Okumuş)







Deryaya Yapılan Cami...
Büyük Türk denizcisi Kılıç Ali Paşa’nın yaşı oldukça ilerlemişti. Namını sürdürecek bir eser bırakmak istiyordu. Bu da yanında hamamı, sebilhanesi, medresesiyle bir câmi olacaktı. Kendisi devletin en güçlü mevkilerinden biri olan kapdan-ı deryalık makamındaydı, ama yine de zamanın diğer devlet adamları gibi o da padişaha sormadan hiçbir iş yapmamayı âdet edinmişti.
Bu maksatla Sultan III. Murad’ın huzuruna çıkıp arzusunu bildirdi. Padişahın tasvibini aldıktan sonra bu eserin nereye yapılmasının münasip olacağını sordu. Padişah latife olsun diye, “Sen deryalar serdarısın. Sana karadan bir karış toprak veremem. Var git câmini deryaya kur!” dedi. Kılıç Ali Paşa “Başüstüne!” deyip izin istedi. Mimar Sinan ile görüşüp binanın deniz üzerine yapılacağını söyledi.
Bu maksatla Sultan III. Murad’ın huzuruna çıkıp arzusunu bildirdi. Padişahın tasvibini aldıktan sonra bu eserin nereye yapılmasının münasip olacağını sordu. Padişah latife olsun diye, “Sen deryalar serdarısın. Sana karadan bir karış toprak veremem. Var git câmini deryaya kur!” dedi. Kılıç Ali Paşa “Başüstüne!” deyip izin istedi. Mimar Sinan ile görüşüp binanın deniz üzerine yapılacağını söyledi.






Kılıç Ali paşa Cami ve Hızır Aleyhisselam
Halk arasında, kırk gün sabah namazını fasılasız Kılıç Ali Paşa câmiinde kılanın muhakkak Hızır Aleyhisselâmı göreceğine inanılır ve dört bir taraftan bu niyetle insanlar câmiye dolar taşardı. Bu olayın kaynağı da şöyle dile getirilir. Açılış vaktidir, Padişah ve dönemin tüm ileri gelenleri bir aradadır. Üstü başı dökülen bir yaşlı yaklaşır Kılıç Ali Paşa’nın yanına. “Caminin açılışını ben yapacağım” der Paşa’ya. Padişah başta olmak üzere herkes bozulur bu duruma. Paşa kabul eder ama bir şartla, “Bundan böyle her namazı sen kıldıracaksın” der. İşte o zaman gerçek ortaya çıkar. Bu kişi Hz. Hızır’dır. Paşa’nın tavrından memnun olur Hz. Hızır ve “Her vakit değil ama her gün bir vakit mutlaka burada olacağım” der. İşte bu müjdeye dahil olmak isteyenlerin bir tam gün namazlarını bu camide kılmak istediği bilinir.




Padişah sonradan “Maksadım lâtifeydi, dilediği yere câmiini yapsın, bunca külfete girmesin!” diye haber gönderdiyse de, hünkârın ilk emrini yerine getirmekten vazgeçmedi. “Padişah ağzından söz bir kere çıkar. Onu tutmamak olmaz! İnne’l-mülûke mülhemûn (Hükümdarları Allah söyletir!)” diye düşündü. Bunun üzerine Koca Sinan, Tophane sahilinde denizi doldurdu. Üzerine bugün bile bütün haşmet ve zarafetiyle ayakta duran Kılıç Ali Paşa Câmii ile medrese, hamam ve sebilden müteşekkil külliyesinin inşası 1580 yılında bitti. ( Kaynak : Ekrem Buğra Ekinci )

Don Kişot'un Yazarı Cervantes ve Kılıç Ali Paşa Cami İlişkisi
Don Kişot yazarı meşhur İspanyol romancısı Cervantes’in de Kılıç Ali Paşa camiinin inşaatında amele olarak çalıştığı rivayet olunur. Bu da câmi ile alakalı başka bir enteresan husustur
Evet, Don Kişot’un yazarı Cervantes.

O yıllarda, İspanya’da yaşayan Miguel adında bir başka adam vardır. Bir cerrahın oğludur. Gençlik yıllarını İspanya’da oradan oraya sürüklenerek geçirir. Cizvitlerden eğitim alır. Üniversite’ye gider. Miguel tam bir edebiyat tutkunudur. Denemeler ve oyunlar kaleme alır. Haçlıların seferberlik ilan etmesiyle birlikte İspanyol donanmasına asker olur ve İnebahtı Deniz savaşında katılır, Aynı muharebede haçlı donanmasında yer alan Miguel, kolunu kaybeder ve esir düşer. Esaret altında İstanbul’a getirilen Miguel, caminin inşaatında amele olarak çalıştırılır. Bu külliyenin inşaatında çalıştıktan sonra özgürlüğü geri verilir. Yurduna geri döner. Bu savaşta sol elini kaybettiği için kendini tamamen yazarlığa vermiş ve ülkesine döndüğünde yazmaya devam eder. Şövalyelerin yiğitliklerini anlatan eserlere ilgi duyuyordur. Ve gelmiş geçmiş en meşhur şövalye hikayesini ve edebiyat tarihinin ilk romanı olarak kabul edilen Don Kişot’u kaleme alır. İşte O Don Kişot'un yazarı olan Cervantes , kayıtlarda, soyadı olan Saavedra ismiyle yer almaktadır. Ayrıca romanın kurgusal anlatıcısının, geçmişte Uluç Ali’nin esiri olduğunu söylemesi, tuhaf bir tesadüften ibaret olmasa gerek:

“Sonuçta, donanma Konstantinopolis'e muzaffer döndü ve birkaç ay sonra, sahibim Uluç Ali öldü. Kendisine Kel Uluç Ali derlerdi, kel dönme anlamında; gerçekten de keldi. Türkler'de, sahip oldukları kusur veya meziyetlere göre isim takmak âdettir.”

Cervantes'in Türk Düşmanlığı..
Esirlik günlerinden sonra ülkesine dönen Cervantes'in, Don Kişot adlı ederini hemen hemen hepimiz okumuş olsak ya da bir yerlerde dinlemiş olsakta, esaretten sonra yazdığı eserlerinde Türk Düşmanlığını adeta haykırmış, hatta eserinde her zaman Haçlıların sürekli zafer kazanan ordu olmasını temenni etmiştir. “Don Kişot” ile roman türünün ilk örneğini verdiği kabul edilen, hayatından kesitleri de kitabına yediren Miguel de Cervantes de bir başka Türk düşmanı isimdi. Yüzbaşı rütbesiyle İnebahtı Deniz Savaşı’na katılan, bir başka deniz seferinde ise Osmanlılara esir düşen Cervantes, esirlik hayatında gördüğü iyi muamelelere rağmen - Efendisi Hasan Paşa için “bir fiske bile vurmadı” ve “en küçük kötü bir söz dahi söylemedi” diyen de kendisiydi - tam bir Osmanlı muarızıydı. “Don Kişot”un değişik yerlerinde şunları yazmıştı:

"Papa, V. Pius Hazretlerinin girişimiyle ortak düşmanımız barbar Türklere karşı Venedik Cumhuriyeti ile İspanya'nın bir ittifak oluşturduklarını öğrendim, Türkler o zamanlar Venediklilere ait olan Kıbrıs’ı ele geçirmişlerdi, bu bizim için çok acı bir kayıptı. Sonunda bu mutlu sefere (Haçlı Seferleri) bir talih sonucu elde ettiğim piyade yüzbaşısı rütbesiyle katıldım. O gün Hristiyanlık için sevinçli bir gündü, çünkü bütün milletler Türklerin denizde yenilemeyeceklerine dair olan inancın ne kadar boş olduğunu görmüşlerdi. (...) Türkler bizi tutsak ettiler. Filikada bulunan ne varsa hepsini aldılar, ganimet, onlar Hristiyanlardan ele geçirdikleri mallara bu adı veriyorlardı.”

Dünya klasiklerinin en rağbet görenlerinden biri olan, Türkiye’de de baskı üstüne baskı yapan “Don Kişot”un Müslüman Türklere yönelik saldırgan, satırları birkaç orijinal baskı hariç, kırpıp kesilerek kuşa çevrilen basımlarında yer almıyor elbette.

Kılıç Ali Paşa Camii’nde Yaşam
Kılıç Ali Paşa Camii’nin dış kapısından adımınızı attığınızda rehberiniz hemen sizi bulur; Huzur…
Dış avludan ağır adımlarla ilerleyip iç avluya girerken taşlar bile sizinle beraber zikreder adeta; Allah diye…Eğer Rabbimizin rahmeti yağmur yağıyorsa, sundurmaya kadar bir damlasını bile üzerinize dokundurmadan kabul buyurduğunda öyle bir yere gelmiş oluyorsunuz ki, her şey ilahi bir sırla içerideki manevi atmosfere, ibadete hazırlıyordur sizi. Hele de içeride güzel sesli bir hafız tarafımdan Kur’an-ı Kerim okunuyorsa, insanın kulağında ve vicdanında manevi haz zirve yapar.

Bu ihtişamlı mabede İstanbul’un en meşhur hafızları, mevlithanları, müezzinleri ve imam hatipleri özenle davet edilerek görevlendiriliyor, hafızlar hıfzını ve kıraatini, mevlithanlar mevlidi-i şerifi, müezzinler ezan-ı Muhammedi’yi, imamlar da imameti en güzel şekilde icra ediyorlar. Özellikle hafızlardan dinlenen ramazan mukabeleleri ile müezzinler tarafından icra edilen, Allah’a ibadete ve namaza davet ezanın sonrası huşu ile eda edilen namazlar bu yalı camiinin serin ortamında bambaşka bir anlam buluyor.

Diğer yandan her pazar sabahı seher vaktinde Kılıç Ali Paşa Camii içerisinden yükselen ilahi ve kasideler, bunu bilen müminleri mabede öyle bir çeker ki; bu manevi atmosferde bulunmak çok manidardır. Zihinlerde öyle bir tablo oluşturur. “Meleklerin şehadetinde, dünyada iken cennetliklerin bulunmasıdır” sanki. Birbirinden güzel Kur’an tilavetleriyle sabah namazını, huzur içinde eda ederler, caminin avlusunda güzel bir kahvaltı yaparak besmele ve dua ile güne merhaba demenin ayrıcalığını yaşarlar. Bu halkaya eklenen her yeni cemaatle birlikte “… haftaya buluşmak üzere sağlık ve afiyetle, sevgi ve muhabbetle kalın” diyerek randevulaşılır.

Eski İstanbul diye tabir edilen Fatih ilçesine Galata Köprüsü ile bağlı Beyoğlu ilçesi, Tophane semtindeki camimiz bu tarihi doku içerisindeki müstesna mimarisiyle cezbeden duruşuyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslüman halkının, özellikle genç nüfusundan bay ve bayan olmak üzere Tophane çevresi sakinleriyle birlikte oluşturduğu cemaatiyle vakit namazları dışında özellikle Cuma günleri cuma namazını, bizlerle eda etmelerine vesile olmaktadır.


Nasıl ki 16.yy’da karaya yanaşan bütün gemiler bu dev yapımın ihtişamından, bu minareden yükselen ezandan ve bir Kaptan-ı Derya tarafından yaptırılmış olmasından son derece etkilendilerse, bugün de Tophane Rıhtımına yanaşan, binlerce yolcu taşıyan turistik seyahat gemileriyle İstanbul’u ziyarete gelen turistler de hayret ve merakla gözlerini camiden alamıyorlar.
Yüce dinimiz İslam’ın, mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’in nuruyla aydınlanıyor, din ve inanç kardeşliğimizden feyz alarak Yüce Rabbimiz’ in biz kulları için sonsuz ve eşsiz nimetler ile Iütuflandırdığı Dünya’mızdaki diğer tüm inanlara mensup olanların da İslam’ın tevhit inancının lezzetini bir gün tadabilmeleri için dua ediyoruz.
İşte 430 yıllık mazisi ile bugünlere, hatta kıyamete değin manevi bir yatırım olan bu eser, cemaatinin daha nice dua ve temennileriyle Kılıç Ali Paşa’nın zat-ı şahanelerine cennet yolunda enis ve yolda olacaktır inşallah.
Selman Okumuş’un kaleminden
Yüce dinimiz İslam’ın, mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’in nuruyla aydınlanıyor, din ve inanç kardeşliğimizden feyz alarak Yüce Rabbimiz’ in biz kulları için sonsuz ve eşsiz nimetler ile Iütuflandırdığı Dünya’mızdaki diğer tüm inanlara mensup olanların da İslam’ın tevhit inancının lezzetini bir gün tadabilmeleri için dua ediyoruz.
İşte 430 yıllık mazisi ile bugünlere, hatta kıyamete değin manevi bir yatırım olan bu eser, cemaatinin daha nice dua ve temennileriyle Kılıç Ali Paşa’nın zat-ı şahanelerine cennet yolunda enis ve yolda olacaktır inşallah.
Selman Okumuş’un kaleminden

Son olarak, Hırsızların Uğrak Yeri Olan Cami..
Tarih Nisan 2020 .. Corona virüs salgını nedeniyle iş yerlerinin kapalı olmasını fırsat bilen şahıslar,
Mimar Sinan tarafından yapımına başlanan ve 1588 yılında tamamlanan 432 yıllık tarihi Kılıç Ali Paşa Medresesi'nin kubbelerinde bulunan kurşunları 1 hafta arayla iki kez çaldılar. Edinilen bilgiye göre, Corona virüs salgını nedeniyle iş yerlerinin kapalı olmasını fırsat bilen şahıslar, arka tarafından 432 yıllık tarihi medreseye tırmandı. Şahıslar ardından tarihi kubbelerdeki maddi ve tarihi değeri yüksek olan kurşunları sökmeye başladı. Bir süre kurşunları söken hırsızlar ardından yaklaşık 1.5 kilogram olan parçaları çek çek arabasına yükleyerek kaçtı.
Bununla beraber. mihrap kısmında bazı çinilerin olmadığı, bir çok tarihi eser niteliğindeki kayıpların olduğu da söylenmektedir.

Derleme : @erolkaranet - 01.08.2021