@erolkaranet'te Aradığınız Kelime veya Konuyu Buraya yazınız!

Banner


erolkaranet

Bir Mavi Rüya Bir Efsane Cami




Bir Mavi Rüya Bir Efsane Cami

Büyük bir heyecanla Çemberlitaş’tan tramvay yolu boyunca yanımda annem , babam ve kardeşim olduğu halde yürüyordum. Öğretmeninim verdiği ödevi hazırlamak ve bu yüzden de yeni bir şeyler öğrenmek sabırsızlığında idim. Ara sıra geçen tramvayın çevrenin sessizliğini bozmaktan çekinir halde gitmeye çalışması bile hoşuma gitmişti. Geniş ağaçlıklı caddeyi arkamızda bırakıp büyük bir alana açılan yolun sonuna geldiğimizde kalbimin giderek artan temposunu iyiden iyiye hissetmeye başladım.
Ve işte o muhteşem yapı karşımdaydı.
Birden dudaklarımdan çıkan sözcüklerle ortalık çınladı sandım. Çevrenin derin sessizliğini bozmuş gibiydim
Bir, iki, üç, dört, beş, altı…
Bir camide tam altı minare.
Dudaklarım kurumuştu. Sayıları sayarken bile şaşırdım sandım. Peşpeşe bir daha saydım. Bu kez beş tane saymıştım. Annem “ altı “ dedi. Bir tanesi görünmüyor du ki… “Biraz sağa doğru git görürsün” dedi , annem tekrar… Biraz uzaklaştım bir daha saydım. Evet , evet tam altı minare karşımda tüm heybetiyle duruyordu
Tam bir kubbe şelâlesi ve minare meşalesiydi karşımdaki manzara.
İnce dilimli merkezî kubbenin etrafında sıralanan ve bir şelâlenin akışını andıran yarım kubbeler ve onların eteklerinde şeffaf su kabarcıklarına benzeyen küçük kubbeler sanki bir şelâle çağlayışını canlandırıyordu.
Bu eşsiz görüntü yeşille öylesine tek bir vücut olmuştu ki bu güzellik karşısında ne diyeceğimi bilemiyordum. Babamın sesiyle kendime geldim.
– Kaç minare saydın . dedi
– Altı diye cevap verdim.
– Aslında o altın minare olacaktı. Dedi , babam.
Minarelerin tepesine , boyuna baktım ama altına benzer bir şey göremiyordum. Sadece çevresinde bulunan kubbelerin üzerindeki alemlerin altın rengi göze çarpıyordu ki bu bile masmavi gökyüzünü delip geçecekmiş giby geldi bana. Babama nerse ailtın diye sorum. Öyle değil dedi. Dinle derken gözlerimi Sultanahmet camiinden alamıyordum.
Bu camiyi yaptıran ve bu semte adını veren Sultan III. Ahmet’tir. Osmanlı’nın yıkılış döneminde olmasına rağmen, başarılı sayılabilecek bir hükümdardı. Ancak o da ihtişamı ve depdebeyi fazlasıyla sevmekteydi. Dönemin mimarına, Sedefkar Mehmed Ağa’ya “Bana altın minareli bir cami yaptıracaksın. Öyle ki, ben gündüz ya da gece vakti baktığımda hisardan bile ışıl ışıl parlayacak” dedi. Mimar da ekibini toplar ve bu kadar altının, bulunmasının zor olduğunu, bulunsa dahi imparatorluk bütçesine zarar vereceğini anlatır. Sonra da aklına bir kurnazlık gelir. Ve bunu uygulamaya başlar. Çırak ve ustalarına altı minareli bir cami inşa etmelerini ve projesini çizerek ihtişamlı külliyelerini ekler ve inşaatı başlatır.
Osmanlı Padişahlarınının en önemli özelliği, verdikleri emir sonuna kadar yerine getirilinceye dek beklerlerdi. Cami inşaatı bitip de normal taş bir binanın kendisine verildiğini gören III. Ahmet sinirlendi, “ Bre melun. Nerede altını bunun. Parlamasını bırak, bildiğin taştır, topraktır bu. Ben sana altın minareli bir cami emir buyurmadım mı?” dedi. Mimar kellesinin gideceğini bile bile cevap verdi, “Ah efendimiz, siz ne buyurursanız güzel buyurursunuz. Ama ben yanlış anlamışım. Ben altı minareli bir cami işaa edilmesini emir verdiğiniz şeklinde anlamışım. Boynum kıldan ince, cevazam razıyım.”
Padişah, mimarın ellerini zincire vurdurup, camiyi gezmeye başlar, ama caminin içindeki iznik çinileri çok hoşuna gider. Mimarı affeder ama ona bu iş için maaş ya da para vermeyeceğini söyleyerek cezasının bu olduğunu bildirir. İşte bu altı minarenin aslı budur .
Babamın anllatıklarını dinlerken caminin bahçesine kadar girdiğimizi farketmemiştim , bile…
Camiinin bahçesi o kadr büyük ve bir o kadar güzeldi ki bunu ifade etmem imkansız , sanki. Herksein bu güzelliği orada bulunurak yaşamasını isterim. Asırlık çınar ağaçlarının gölgesine uzanmış piknik yapmaya çalışan bir kaç kişiyi kovalayan görevliye içimden teşekkür etmek geldi. Güzelim çimenlere nasıl da kıydıklarına hayret etmemk elde değil. Yemyeşil çimanlerin oratlarına gayet düzenli dizilmişl gül fidanları henüz tomurcuk veriyordu.
İç avlunun merdivenlerine doğru çıkarken burayı hatırladığımı babama söyledim. Aslında her yaz geldiğimiz yerdi , burası. Kandil geceleri ve kitap fuarı açıldığıunda da buraya geldiğimi hatırlamıştım. Ramazan ayında yapılan festivallerde de unutulmaz dakikalar yaşadığımı hatırlıyorum. İç avluda bulunan sebilin yanından geçerek caminin içerisine girmek üzere ayakkabılarımızı çıkartıp , poşete koyduk.
Önce annem, kardeşim ve ben içeri girdik. Babam arkamızdan geldi. Muhteşem bir sessizlik ve hafiften gelen kuran okuyan bir adam sesi ile iliklerime kadar titredim. Şehrin gürültüsü çok gerilerde kalmıştı. Namaz kılan insanlar ve yabancı turistler camiinin güzelliği karşısında sanırım benim yaşadığım duyguları yaşıyorlardı. Babam ve annem namaz kılmak için ayrı ayrı yerlere gittiler. Ben de annemle kadınlar kısmına geçerken çevreye bakıyordum.
Mavimsi loş karanlık bir rüyadan diğerine geçiş gibiydi. Masmavi çiniler ara ara renkli camlı pencerelerden sızan güneş ışığı ile adeta camii içinde danseden peri gibydiler.
Az sonra babamla buluştuk. Bizi hocanın namaz kıldırdığı alana götürdü. Bakın dedi , mihrabın hemen yanında duran bir çerçeveyi gösterdi. Bu çerçevenin şekli bir masanın üstüne benziyordu. Koyu bej renkliydi. Babam “ bunun sofra olduğunu söylüyorlar. Hz Eyyup aleyhisselamın bunu sıkıntı çektiği zamanlar kullandığını anlatırlar. Ama bunun aslı yoktur. Bunun kim tarafından ve ne şekilde ne amaçla buraya konulduğunu bilen cami görevlisi de yok.
Cami içinde biraz daha dolaştıktan sonra namaz kılanları rahatsız etmeden dışarı çıktık.
Sultanahmet camiini bir kez daha gezmeye gitsem bir daha gideceğimi söyleyebilirim.
Size de tavsiye ederim. Dedelerimizin bize bıraktığı bir şaheseri hepiniz görün.

*****

Ansiklopedik bilgi : Sultanahmet Cami , Sultanahmet Meydanı’nda, Ayasofya Camii’nin karşısındadır. Sultan I.Ahmet tarafından mimar Sedefkar Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştır. Külliyenin yapımına 1609 yılında büyük bir törenle başlanmıştır. İnşaatı oldukça uzun sürmüş, 1617`de cami, 1619 yılında ise külliyenin geri kalan kısımları tamamlanabilmiştir.

İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biri olan külliye, bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkanlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.

İçindeki 20.000’i aşkın çininin renginden ötürü yabancılar tarafından “Mavi Camii” olarak adlandırılan cami, külliyenin merkezinde yer almaktadır. Cami, geniş bir avlu ve ona eş büyüklükte bir iç mekandan oluşur. Zeminden yükseltilmiş avluya basamaklarla ulaşılır. Avluda üzeri kubbeyle örtülü, fıskiyeli bir havuz vardır. Sultanahmet Camii’nin bir diğer ayırt edici özelliği de minareleridir. İstanbul’daki altı minareli tek camidir. Bu minarelerden dördü cami gövdesine bitişik ve üç şerefelidir. Diğer iki minaresi ise avlunun köşelerinde olup, iki şerefelidir.
Caminin büyük kubbesi yaklaşık 34 m. çapında ve yerden 43 metre yüksekliğinde olup, 5 metre çapında dört fil ayağının üzerine oturmaktadır. Bu büyük kubbeyi destekleyen dört tane de yarım kubbe vardır. Camiyi yerden kubbeye kadar 5 kat halinde ve renkli camlarla kaplı 260 pencere aydınlatır. Cami, çinilerin yanı sıra, sedef kakmalı mermer minber, işlemeli mermer mihrap, kalem işi süslemeler, sedef kakmalı ahşap kapı, pencere kapakları ve rahleler, kubbeye asılan devekuşu yumurtaları gibi dönemin başyapıtları sayılan öğelerle donatılmıştır.
Külliyenin bir diğer yapısı Hünkar Kasrı’dır. Padişahın namaz öncesi veya sonrasında dinlenebileceği bir yapı olarak tasarlanan bu bina bir cami etrafına yapılan ilk sultan kasrıdır. Külliyenin dış avlusunda yer alır. Külliyenin kuzeydoğu köşesinde türbe yer almaktadır. Bu türbede Sultan I.Ahmed, eşi Kösem Sultan, oğulları Sultan II.Osman ve Sultan IV.Murad ile bazı torunları gömülüdür. Türbenin yakınında ise medrese yer alır. Bu medrese günümüzde Başbakanlık arşiv deposu olarak kullanılmaktadır.

Külliyenin dört sebilinden üçü günümüze ulaşmış bulunmaktadır. Bunlardan biri arastanın içinde, diğeri dış avlu kapısı yanında, üçüncüsü ise türbe civarındadır.

Dilara Nur KARA- 12/04/2007 - Bu yazı Aralık 2007 yılında Genç Öncüler Dergisinde Yayınlanmıştır 




Hukuk, Yaşam, Din, Sağlık, Magazin, Turizm

Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Asılsız yorum yapmayınız. Mesajlar Yönetici tarafından denetleniyor.