KAĞITÇI TEYZE
Onları her gün değilse bile arada bir okula giderken görürdüm. Okulumuzun hemen karşısında bir market vardı. Bu markette çalışanlar dükkândan çıkan kartonları hep kapının önlerine atardı. Kaldırımda biriken bu kâğıt, karton yığınları insanların ayaklarına dolanıyordu. Çevremizi temiz tutmamız gerektiğini tembih eden büyüklerimizi anlamış değildim.
Onları hep orada, marketin yanında biriken kâğıt yığınlarının arasında görürdüm. Yaşlı bir teyze ve yaşlı bir amca... Bazen bayağı yorgun, diz dize çökmüş vaziyette otururlardı. Yüzlerinde anlayamadığım bir hüzün vardı, anlatmaya çalıştıkları... Ancak kimseyle konuştuklarını da görmedim. Çevrelerine dargın iki insan gibiydiler. Her okula gidişimde onları bir müddet izlerdim. Babam: “Bir dilime muhtaç nice insan vardır, kızım. Sakın yiyeceklerini çöpe atma. Yiyecekleri israf etme.” derken acaba bu iki yaşlı insandan mı söz ediyor, diye düşünürdüm.
Market çalışanları yine bir miktar karton, koli, kâğıt parçalarını yolun kenarına yığmıştı. Kaldırım yine dolmuş, insanlar caddenin kenarında yürümek zorunda kalıyordu. Bir fren sesiyle irkildim. Korktum. Kendimi hemen kaldırımın kenarına attım. Şaşkınlığım geçmişti. Küçük bir öğrenci yere düşmüştü. İnsanlar fren yapan arabaya bağırıyor, bir abla yere düşen çocuğun kalkmasına yardım ediyordu. Kâğıt yığınları yüzünden yolda yürümek zorunda kalan çocuk dikkatsizliğinden olsa gerek taksinin geldiğini fark edememişti. Taksici de aniden fren yapmak zorunda kalmıştı. Gelişigüzel kaldırımlara doldurulan hurda kartonlar, az daha bir çocuğun ölümüne sebep olacaktı. Ama bir yandan da o iki ihtiyarın bu kartonları topladıkları aklıma gelince, hangisinin doğru olduğuna karar veremedim.
O telâşta bunları düşünürken yine onları gördüm. Sanki az önce fren sesi duyulmamış, sanki yol kenarında bir panik olmamıştı. O yaşlı teyze ile amca tüm olanlardan habersiz gibiydiler. Duymamış olacaklardı. Ya da bunlara alışmışlardı. Yine onları seyrettim. Atılmış karton kutuları güzelce yırtıyor, düzgünce katlayıp üst üste koyuyorlardı. Yaşlı teyzeye fazla bir iş bırakmamak için amcanın daha çok çabaladığı gözlerimden kaçmamıştı. Üst üste yığılan kartonları bağlarken ellerinin titrediğini gördüm. İpi bağlamakta zorlanıyorlardı. Bir an gidip yardım etmeyi düşündüm. Ben bağlayabilirdim. Birkaç adım attım. Sonra durdum. Ya beni yanlış anlayıp, kızarlarsa... Gitmedim. Gidemedim yanlarına öylece bakakaldım.
***
Kış kendini iyice hissettiriyordu, okula gidip gelmem de zor oluyordu. Yağmurlar ve artan soğuk nedeniyle sıkı sıkı giyinmeye başlamıştım. Bir akşam anneme, “Anne, mantom artık küçüldü. Giyince utanıyorum.’’ dediğimde annem, “Neyi varmış kızım. Daha geçen kış aldık. Onu bulamayanlar bile var.” dedi, kızarcasına. Sonra dışarıda yağan karı gösterip, “Hâline şükretmen lâzım. Bu karda kışta onu bulamayan, aç çıplak binlerce insan var.” dedi.
Her şeyin bol olduğu günümüzde nasıl aç, çıplak insanlar var diye düşünmeden kendimi alamadım. Mağazalar elbise dolu, lokantalar, pazar yerleri yiyecek dolu. İçimden geçirdiğim düşüncelerimi dile gelirdim. Annem böyle deyince bir müddet bana gülerek baktı. “A, şaşkın kızım. Paran olmasa, bak bakalım o dükkânlardan sana bir şeyler veren olur mu? Parası olan var olmayan var. İş bulamayan nice anne – baba var. Onların evlâtlarını düşün. Kolay mı kızım, geçinmek.”
Geçinmek... Bu kelimeyi duyunca bir an aç çocukları, aç insanları düşündüm. Sonra pencereden yağan karın altında titreyen kuşa gözüm takıldı. Zavallı kuş, ne kadar titriyor. Kaçmayacağını bilsem eve alacağım, ısınmasını sağlayacağım. Ama pencereyi açar açmaz kaçacağını biliyorum. Annemin dediği “açıkta kalan insanlar” da acaba bu kuş gibi çaresiz mi oluyorlar?
“Aman Allah’ım!” diye birden bağırdım.
Annem:
“Ne oldu yine?” dedi.
“Anne marketin köşesinde kâğıt toplayan iki yaşlı insan var. İhtiyar bir amca ile ihtiyar teyze...
Onlar da üşüyecekler. Ne olur anne. Evde ne var ne yok alalım, onlara götürelim. Yağmurlar yağdığında onları görmüştüm. Kâğıt toplarken elleri titriyordu. Birbirlerine sokulmuş, korunmaya çalışıyorlardı. Ne olur anne, onlara bir şeyler götürelim. Ne olur. Senin, babamın elbiselerinden götürelim. Ne olur, anneciğim.” diye yalvarmaya başladım. Annem, “Kızım bu havada onları nereden bulacağız. Kar yağarken onlar gelmez.” dedi. Ağlamaya başladım. Onlara yardıma gitmeliydim. Gitmemiz gerekiyordu. Madem bir sürü insan aç ve çıplaktı. Hiç olmazsa tanıdığım bu insanlara yardım etmeliydim. İnatla ısrarıma devam ettim:
“Haydi anne, ne olursun. Hem Peygamberimiz (s.a.s.) bile kendi hırkasını muhtaçlara vermiştir, diye babam anlatmadı mı? Ne olur anne, ne olur.”
***
Poşetlere koyduğumuz kışlık elbiselerle birlikte sokağa çıktık. Kar iyice çoğalmıştı. Tipiden gözlerimi açamıyordum. Annemin bana kızdığını tahmin ediyordum. Bu havada çıkılmazdı. Ama o insanların üşüdüğünü düşündüğümde donduran soğuğa aldırmadan yola devam ettik.
Marketin yanına vardığımızda kimseler yoktu. Zaten kar yolları iyice kapatıyordu. Annem bana kızgın, “Gördün mü kimseler yok.” Ben yine inat ettim. “Markete soralım. Onların kâğıtlarını topluyorlardı.”
Sorduk. Bilmiyorlarmış. Çok üzüldüm. Ya soğuktan dondularsa…
O gece rüyamda yaşlı bir teyzenin kucağında olduğumu gördüm. Güzel bir bahçenin ortasında idik. Yumuşacık elleriyle başımı okşuyordu. Yüzüne baktığımda yaşlı kadının kâğıtçı teyze olduğunu gördüm. Bana gülümsüyordu.
*****
Yazan : Dilara Nur Kara - 18.04.2008
BU YAZI 2004 YILI GCA DERGİSİ TARAFINDAN DÜZENLENEN HİKAYE YARIŞMASINDA TÜRKİYE BİRİNCİLİĞİ / DÜNYA ÜÇÜNCÜLÜĞÜ ALMIŞTIR