@erolkaranet'te Aradığınız Kelime veya Konuyu Buraya yazınız!

Banner


erolkaranet

Azîz Mahmud Hüdâyi'ye Göre Nefis..



 

Celvetiyye tarikatını bizzat kurarak yüzbinlerce insanı bu tarikat vesilesiyle manevi açıdan irşat eden Hüdâyî’ye göre Nefis 
Nefis, Kişi, zât, varlığın kendisi (Âl-i İmran, 3/30), can, ruh (A'râf, 7/205), arzu, istek, tutku (Zümer, 39/42), kötü huy ve çirkin davranışların kaynağı (Yûsuf, 12/53), kan, cevher gibi manalara gelmektedir (Firuzabâdî, 2005, II/255). 
Istılahta ise, kulun yerilen ahlâkı ve amelleri anlamında kullanılmaktadır (Kuşeyri, 1978, 167) 
Hayat, his ve irade gücünün taşıyıcısı olan latif buharlı bir cevher olarak ta tanımlanan nefis bedenin aydınlatıcısıdır. Işığı, bedenin iç ve dışını aydınlatırsa uyanıklık; yalnız içini aydınlatırsa uyku; her ikisini de aydınlatmayacak olursa ölüm meydana gelir (Cürcani, 1300, 165). 
İslam ahlak bilginleri insanın istek ve arzularının yönelmiş olduğu alana göre nefisle ilgili tanımlar ortaya koymuşlardır. İnsanın istek ve arzuları, sürekli günah işlemeye eğilimli olup dine aykırı davranışları yapmaktan sakınmıyorsa, buna nefsi emmare, yaptığı kötülükten pişmanlık duyuyor vicdanen rahatsız oluyorsa buna da nefsi levvame demişlerdir. 
İnsanın Allah’a olan yakınlığı ibadet ve ahlakta tam bir ilâhî aşka dönüşmüşse nefsi mülhime, istek ve arzular Allah’ın emirlerine tam tabi olup, kişi şehvetlerini ön plana çıkarmıyorsa nefsi mutmaine adını vermişlerdir. Allah’tan gelen her türlü kaza ve belaya razı olup sabreden nefse nefsi râdiye, Allah’ın razı olduğu kulun manevi hali ise nefsi mardiyye olarak ifade edilmiştir. 
Her türlü istek ve arzularını vahye tabi kılan, basit tutkularını dizginleyen ve hayatında model olarak Hz. Muhammed’i örnek alan nefis ise nefsi kâmile olarak tanımlanmıştır (Cebecioğlu, 1997, 546-549). 
Sûfîler, nefs kavramıyla insanın kötü sıfatları ve arzu ve isteklerini kastederler (Frager, 2004, 70-71) 
Nefs, insanın hakikati, şehvet ve gadap kuvvetlerinin toplandığı mânâ, bedene yerleştirilen ve kötü huyların kaynağı olan bir lâtife, bir sırdır. Güzel huyların kaynağı ise, ruhtur. Ruhun idarecisi akıl, nefsin idarecisi ise hevâdır (Kuşeyri, 1978, 167). 
Hüdâyî Nefâis adlı işâri tefsirinde nefsin kötülüğü emredici özellikte yaratıldığını fakat Rabbi ona acıyınca ve ona yardım bakışı ile bakınca, onu beşeri sıfatların karanlıklarından çıkardığını ifade etmektedir. 
Zira hidayet güneş gibi doğunca ister istemez kalbin ufuklarını aydınlatacaktır. Böylece nefis levm edici kınayıcı makama yükselmiş olacak ve yaptığı hatalardan pişmanlık duymaya başlayacaktır. Allah ta onun bu pişmanlığı neticesinde ettiği tövbesini kabul edecektir. Daha sonra yardım güneşinin aydınlığı artmaya başlayınca nefis levvâme makamından mülhime makamına yükselir. En sonunda güneş tam ortalayınca ve yeryüzü güneşin aydınlığıyla tamamen dolunca nefis mutmaine makamına yükselir (Hüdâyî, trs, II/50). 
Hüdâyî’ye göre vuslata ermek isteyen sâlikin mutlaka nefsi ile mücâhede etmesi gerekir. Çünkü ona göre nefs ile mücâhede müşriklerle mücâhededen daha zor ve daha ecirlidir. Bu bağlamda Hüdâyî bu konudaki görüşlerini ifade ederken, Peygamberimizin “Küçük cihattan büyük cihada; nefs ile mücâhedeye dönüyoruz (Keşfü’l-hafâ, trs, I/424-425)” hadis-i şerifini nakletmektedir (Hüdâyî, 1988,119). 
Nefsin birçok kötü alışkanlığı olduğunu fakat belli başlı öne çıkan yedi özelliğinin olduğunu ifade eden Hüdâyî, bu olumsuz nefsin yedi hasletini şöyle sıralamaktadır. Kibir, ucûb, riyâ, öfke, haset, mal sevgisi ve makam sevgisi. 
Hüdâyî demektedir ki cehennemin yedi derecesi, âdeta nefsin bu yedi olumsuz sıfatına tekabül etmektedir. Bu yedi kötü hasletten kurtulmak, cehennemin yedi mertebesinden kurtulmak anlamına gelmektedir (Hüdâyî, 1988, 119). 
Hüdâyî, nefsi mertebelerine göre üç gruba ayırmıştır bu gruplar şunlardır: 
1) Nefs-i amm; nefsu’lemmare/avâmın nefsi: İnsanı kötülüğe sevk eden nefistir. Onun en belirgin özelliği, tabii ve şehevi şeylere arzu duyması, ilahi emir ve yasaklara karşı olmasıdır. 
2) Nefs-i hass; nefs-i levvame/seçkinlerin nefsi: Kendini hatalardan dolayı ayıplayan ve hayra yönelen nefis. 
3) Nefs-i ehassu’l-hass; nefs-i mutmaine/en seçkinlerin nefsi: Kötülüklerden uzaklaşmak suretiyle nefsin Hakk’a karşı mutmain olmasıdır (Tek, 2006, 181). 
Nefis insanı sürekli olarak kötülüğe ve isyana yönlendirir fakat insan onun buyruklarına uymayarak onu dizginleyebilir ve onu nefs-i mutmaine seviyesine çıkarabilir. Hüdâyî divanında bu konuda şu dizelere yer vermektedir. 
“Zulmet-i nefsi geçen bulur hayât 
Çün gece âhir ola olur sabâh” (Hüdâyî, 2008: 220) (178/2) 
“Râh-ı salâha gidip sulh u sülûk ehli ol 
Nefse uyup herkese hiddet ü şiddet neden” (Hüdâyî, 2008: 272) (230/2) 
“Ey nefs yeter sehv ü zelel İnsâfa gel insâfa gel" 
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt: 12 Sayı: 62 Yıl: 2019 The Journal of International Social Research Volume: 12 Issue: 62 Year: 2019 - 1864 - Terk eyleyip tûl-i emel İnsâfa gel insâfa gel” (Hüdâyî, 2008: 124) (90/1) 
Hüdâyî nefisle her an mücadele edilmesi gerektiğini ve onun hak yola ulaşmayı uzatan bir engel olduğunu söyler. Nefsin karanlıktan kurtulup asli haline girmesi için mücadele şarttır. Nefis, insanı sürekli olarak kötülüğe ve isyana yönlendirir. Dünya güzelliklerine meyli sebebiyle de kalbi daima huzursuz eder. Kalp ile nefsin bu mücadelesinde, şeytan da nefsin yanında yer alır. Bu nedenle nefis mücadelesi, oldukça uzun ve meşakkatli bir yolculuk olarak görülür. Nefisle yapılan amansız mücadeleden galip çıkmak, merhameti sonsuz olan Allah’ın yardımıyla mümkündür. 
Bu bağlamda şu iki dörtlüğü oldukça dikkat çekicidir. 
“Hak yolunda çalış, kusûr etme 
Nefs için kalbi bî-huzûr etme 
Sakın a’mâline gurûr etme 
Cümlenin başı bir inâyet imiş” (Hüdâyî, 2008, 192) (152/3) 
“Dest-gîr olmaz isen ey Rahmân 
Azdırır bizi nefs ile şeytân 
Sen esirge efendi bizi hemân 
Meded et yâ enîs-i küll-i karîb” (Hüdâyî, 2008, 58) (30/3)
Hüdâyî Nefâis adlı işâri tefsirinde, sâlikin nefsini takva ile ateşten koruması gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü takva en hayırlı azıktır. Ona göre nefse zarar veren şeylerden nefsi korumanın en etkili yolu takvadır. Ayrıca Hüdâyî takvanın birkaç mertebesinden de bahseder. Ona göre takvanın birinci mertebesi avamın takvasıdır. Bu mertebede avam şer’i sınırları aşmayıp onlara riayet ederek cennete gider ve ateşten kurtulur. İkinci mertebe havâsın mertebesidir ki bu mertebede şeriatın uygulamasından sonra kötü huy ve özelliklerden nefsi arındırmaya çabalamak vardır. Üçüncü mertebede ise ehassu’l-havâs mertebesidir ki bu mertebede kalbi masivâdan yani Allah dışındaki her şeyden arındırmak vardır ve bu mertebe en üst mertebedir. Bu mertebede takva vasıtasıyla nefs tamamen tezkiye edilmiş olur (Hüdâyî, trs, I/178). 
Hüdâyî nefsin heva ve isteğinden yüz çevirip Allah’a muhabbet beslemek gerektiğini söyler. İnsan nefsinin esiri olursa ondaki yüksek manalar sükût eder, alçalır. Bu nedenle kişi hak yolunda bir ayak bağı olan nefsinden ve dünya nimetlerine olan düşkünlüğünden kurtulup hakka kavuşmak için çaba sarf etmesi gerekir. Şu iki dörtlük ve bir beyit bu bağlamda dikkat çekicidir. 

“Halâs et kalbimiz hubb-u sivâdan 
Kerem senden, inâyet senden 
Allah Geçe tâ nefsimiz olmaz hevâdan 
Kerem senden, inâyet senden Allah” (Hüdâyî, 2008, 236) (194/1) 

“Seni adlar bu dehr-i dûn 
Nef’ eylemez mâl ü benûn 
Nefs elinde olma zebûn 
Hakk’ı bulmağa sa’y eyle” (Hüdâyî, 2008, 209) (168/2) 

“Ko hevâyı olagör ehli salâh 
Tâ’at-ı Hak’dır çü miftâh-ı necâh” (Hüdâyî, 2008, 220) 178/1 

Nefsin elinden kurtuluş yalnızca Allah’ın yardımıyla mümkün olur. Bu gerçeği sıkça dile getiren Hüdâyî, nefsin kötülüğü karşısında daima Allah’ın yardımı ve rahmetini diler. Şu satırlarda bu durum çok açık bir şekilde görülmektedir. 

“Hubb-ı dünya ile keyd-i nefse kim olsa esîr 
Hakk’a yüz tutsun yine andan (olur) derde devâ” (Hüdâyî, 2008, 258) (216/4) 

“Enbiyâ evliyâ vesîle imiş Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt: 12 Sayı: 62 Yıl: 2019 The Journal of International Social Research Volume: 12 Issue: 62 Year: 2019 - 1865 - Zirâ Hak anlarınla bile imiş Nefse kalırsa işi hîle imiş Sana vuslat seninledir Mevlâ” (Hüdâyî, 2008, 180) (140/4) 

Hüdâyî, amellerin faziletlerini anlattığı bir eserinde temizlik hakkındaki görüşleri sıralarken temizliği altı derecede ele almış, asıl temizliğin nefsi temizleyerek arınmada olduğunu ifade etmiştir. Ona göre temizlik ilk olarak bedeni ve bedene giyilen elbiseleri temizlemek anlamına gelmekte ise de, asıl temizlik tabiatı kötü huy ve sıfatlardan temizlemek, daha sonra nefsi kötü ahlaktan arındırmak, kalbi kötü isteklerin baskısından kurtarmak, ruhu cehalet ve ayıplardan arındırmak ve sırrı mâsivâdan uzak tutmaktır. Bu bahsedilen manevi temizlik asıl temizliktir. Ona göre aklı başında olanın dış görünüşe çok fazla önem vermesi doğru değildir. İnsan-ı Kâmil’e yakışan dış organların temizlenip yıkanmasında ifrata varıp boşa zaman harcamak yerine, Allah’ın yardımına sığınarak manevi mertebeler kazanmaya çalışmak ve bunun içinde nefsi kötü huy ve ahlaktan arındırmaktır (Hüdâyi, 1988, 27-28). 

Nefis sürekli olarak insana kötülüğü emreder ve onu Allah’ın yolundan alıkoymaya çalışır. Nefsin oyun ve hileleri hiçbir zaman son bulmaz. Hüdâyî bu gerçekleri dile getirirken nefsine ve hevâsına yenik düşmemek için Allah’tan yardım diler. Şu iki dörtlükte bu yakarış net bir şekilde görülmektedir. 
“Hevâ-yı nefse mağlûb olmasınlar 
Uyar kullarını, uyar ilâhî 
Kalup gafletde mahcûb olmasınlar 
Uyar kullarını uyar ilâhî” (Hüdâyî, 2008, 181) (141/1) 

“Sivâyı ko hevâlardan gözün yum 
Ve illâ nefs-i şûmun hâli ma’lûm
İnâyet eyleye ol Hayy u Kayyûm 
Neye kâdir olur bî-çâre insan” (Hüdâyî, 2008, 249) (207/4) Hüdâyî, yaratanın cemalini müşahede edebilmek için ve ona erişebilmek için nefsin bütün mertebelerini aşmak gerektiğini söyler. Nefis hesabına bir şey talep etmeyenlerin ancak O’nun cemalini göreceğini ve O’ndan gayrı hiçbir şeye rağbet etmeyeceklerini de şöyle ifade eder. 
“Kimseye ölmezden ön göstermeyip dîdârını 
İrgürüp bâkî hayâta lîk sonra şâd eden” (Hüdâyî, 2008, 92) (60/4) 

“Hüdâyî’ye yol soran Vahdet iline eren 
Dostun dîdârın gören Gayra ola mı baka” (Hüdâyî, 2008, 74) (44/5) İnsan, “Ey mutmain olmuş nefs! Sen O’ndan razı o da senden razı olarak Rabbine dön” (Fecr, 89/27-28). Yani “irciî” hitabına mazhar olduğunda, gönül istediğini elde etmiş ve asli hedefine ulaşmış olur. Hüdâyî, insanın bu şekilde Allah’a vuslatını bayram olarak nitelendirmektedir. “Karîn-i nefs-i emmâre Karîb olur beğim mâre Çeker ol sâhibin nâre İşi dâ’im olur ifsâd” (Hüdâyî, 200,: 194) 153/2 “Hitab-ı irci’î erse Gönül matlûbunu görse Sarây-ı vahdete girse Olurdu kadr ile a’yâd” (Hüdâyî, 2008, 194)

Kaynak : 
Hukuk, Yaşam, Din, Sağlık, Magazin, Turizm

Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Asılsız yorum yapmayınız. Mesajlar Yönetici tarafından denetleniyor.