Çok geçmeden evliliğin zorlukları ortaya çıkar.
Gök kubbe başınıza yıkılır. Dünyayı ensenizde taşır gibi olursunuz. Ufak ufak tartışmalar, farklı düşünceler ve tercihler, tek açıdan bakışlar, bencillikler, kıskançlıklar, kaprisler iki kişinin arasında önceleri çakıl taşları gibi durur; tedbir alınmazsa koskoca birer kaya parçası olarak büyürler.
Sonuç, ya ardı arkası kesilmeyen tartışmalar, kırgınlıklar ve küskünlüklerdir ya da boşanıp tamamen birbirinden kopmak. Her iki durumda da hayattan zevk alamazsınız artık. Ortada ne padişah kalmıştır, ne peri kızı. İlk günlerinizi özlemle ve gözü yaşlı hatırlarsınız. Artık dünyanın en şanssız ve en mutsuz insanı sayarsınız kendinizi. Hatalı bir evlilik yapmışsınız, yanlış bir adayla evlenmişsinizdir.
Ama neylersiniz, kısmetiniz buymuş. Kaderden de kaçılmıyor diye düşünürsünüz.
Çevrenizden nice insan, “Böyle olacağı baştan belliydi. Biz zaten sana söylemiştik” diye öngörüdeki isabetini anlatır size. “Sabret, ne yapacaksınız, kader işte” derler. Oysa hepsi de yalandır bunların.
Asıl hata ne eşinizde, ne sizdedir. Mutluluk hayal ülkesinde hiç girilmeyen bir şehir değil; sizin elinizdedir, içinizdedir. Hata, baştan dalgasız ve masmavi bir deniz hayal etmenizdedir. Oysa deniz dalgasıyla güzeldir. Bazen mavi olur, bazen yeşil. Bazen de rahmet yüklü bulutların aşağı inmek için heyecanlandığı anı aksettirir, kararır. Bazen meltem eser, bazen fırtına.
Hepsi de güzeldir.
Asıl hüner, bunları yorumlayabilmek, bunları iyi algılayabilmek ve uygun tavrı sergileyebilmektir.
Doğru insanla evlendiniz Biraz mantıklı düşünün: Başlangıçta mutlu olan çiftlerin neredeyse yüzde 90'ı, “Yanlış bir adayla mı evlendim?” diye soruyor. Oysa evlenmeden önce defalarca görüşüp konuştular. Bunca insanın hepsi de mi hata yaptı?
Hayır! Doğru yaptınız, doğru insanla evlendiniz. Yanlışlık sizlerde değil, davranışlarınızdadır.
Ünlü Amerikan yazar Zig Ziglar'ın dediği gibi, “Yanlış kimseye doğru davranırsanız, sonuçta doğru kimseyle evlenmiş olursunuz.” Tabiî ki, doğru insana da yanlış davranırsanız iyi sonuç alamazsınız.
Büyük filozoflardan Sokrat'ın eşi çok huysuzmuş. Bir gün misafirlerinin yanında tartışma çıkarmış. Sokrat'ın sabırlı ve anlayışlı davranışlarına rağmen bir kova su getirmiş ve başından aşağı dökmüş. Belki de çoğumuz aynı durumda yeri göğü yıkarız. Ama Sokrat öyle yapmamış. Gayet soğuk kanlı ve yumuşak bir sesle: “Zaten, gök gürledikten sonra yağmurun yağması normaldir” demiş.
Acaba öfkeyle kalksaydı, çok daha iyi mi olurdu? Sanmam. Sadece yuvasını yıkardı.
Oysa o şiddetli bir evlilik taraftarı. “Mutlaka evlenin. İyi birisiyle evlenirseniz, mutlu olursunuz. Kötü birisiyle yuva kurmuşsanız filozof olursunuz. Bu da az şey değildir” sözü de ona ait. “İyi kötü” ayrımında Sokrat'tan farklı düşünüyorum.
“Kötü” aday yoktur ve tüm çiftler iyidir demiyorum. Ancak kötü ya da yanlış adayın sanıldığının binde biri kadar olduğunu iddia ediyorum.
Empati: Sihirli formül
Hepimiz çok büyük umutlarla bir yuva kurarız. Tozpembe hayaller süsler dünyamızı. Büyük mutluluklar hedefleriz. Yeni bir yuva kurduğumuz gün, bambaşka bir dünyaya girmişizdir. Hayat yepyeni bir anlam kazanmış, içimizi ve çevremizi sevinç yumakları kaplamıştır. Çok geçmeden evliliğin zorlukları ortaya çıkar. Gök kubbe başınıza yıkılır. Dünyayı ensenizde taşır gibi olursunuz. Ufak ufak tartışmalar, farklı düşünceler ve tercihler, tek açıdan bakışlar, bencillikler, kıskançlıklar, kaprisler iki kişinin arasında önceleri çakıl taşları gibi durur; tedbir alınmazsa koskoca birer kaya parçası olarak büyürler. Sonuç, ya ardı arkası kesilmeyen tartışmalar, kırgınlıklar ve küskünlüklerdir ya da boşanıp tamamen birbirinden kopmak. Her iki durumda da hayattan zevk alamazsınız artık. Ortada ne padişah kalmıştır, ne peri kızı. İlk günlerinizi özlemle ve gözü yaşlı hatırlarsınız. Artık dünyanın en şanssız ve en mutsuz insanı sayarsınız kendinizi.
Çoğumuz eşimizi kendi bakış açımıza göre değerlendiririz. Oysa duygusal değerlendiriyor olabiliriz. Bakış açımız bencil olabilir. Her şeye kendi çıkarımıza göre yaklaşabiliriz. Bunun yerine olayın dışına çıkıp objektif bakmaya ne dersiniz? Kim bilir, belki de siz değil de eşiniz haklıdır. Empati denilen sihirli formülü hangimiz uyguluyoruz? Kendimizi eşimizin yerine koyup onun beklentilerine göre hareket edemez miyiz? İkili ilişkilere bir de karşımızdakinin gözüyle bakmak çok mu zor? Objektifliğin kuralı bu. Deneyin. Evliliğinizin bir anda muhteşem bir değişim yaşadığını göreceksiniz.
Erkek her şeye kendi açısından yaklaşır. Akşama kadar evin sorunlarıyla boğuşmuş, para kazanmak için çırpınmış, yorulmuştur. Eve geldiğinde güler yüzle karşılanacak, sonra köşeye kurulacak, biraz dinlenecek, yemeğini yiyecek ve çayını içecektir. Belki mutfağa uğrayıp eşine, “Nasılsın?” demek bile zor gelir. Hatta şöyle biraz uzanıp dinlenecektir. Kimsenin rahatsız etmemesini ister. Kendi açısından haklıdır kuşkusuz.
Evin hanımı ise akşama kadar temizlik, çamaşır, bulaşık ve yemek hazırlamakla meşgul olmuştur. Kendisi için değil, eşi ve çocukları için çalışmıştır. Eşini karşılayacak gücü kalmamıştır. Hem sofranın kurulmasına o da yardım etse ne olur? Karşılıklı beklentilerin gerçekleşmemesi tatsızlık meydana getirir.
Oysa biraz anlayış her şeyi bir anda değiştirir.
Soğuk havalar, bahara döner. Aksi halde zararı her iki taraf çeker. Madem akşama kadar yorulmuşsunuz, iki dakika daha yorulsanız kıyamet mi kopar? Hiçbir şey olmaz. Ne var ki, çok küçük problemler aile hayatımızı tehdit ediyor. Aileler çatırdıyor. Çevrenize bakın: Her taraftan feryatlar yükseliyor. Daha kötüsü, ayrılıklar oluyor. Sadece belirli kesimlerde değil bunlar üstelik. Hemen her kesimde huzursuzluk, mutsuzluk var.
Alıntı-