Tarihte söz konusu unvanla özdeşleştirilen üç büyük şehir vardır: Özbekistan da Buhara, Afganistan’da Belh ve Anadolu’da; günümüzde Bitlis iline bağlı bir ilçe olan Ahlat’tır.
![]() |
Ahlat / Bitlis / Türkiye |
Ortaçağ döneminde “Kubbetü’l-İslam” unvanı verilen Ahlat; ilim, kültür, ticaret vb. gibi pek çok özellik açısından Selçuklu Döneminde, İslam dünyasının en büyük şehirlerinden biri hâline gelmiş ve en parlak dönemini yaşamıştır.
Kaynaklarda Tebriz ve Medine gibi başka şehirlerin de bu unvanla anıldığına rastlansa da bunlar tarih ve edebiyat kitaplarında diğerleri kadar yer bulmamış ve bu unvanla özdeşleşmemiştir.
Kaynaklarda Ahlat’a “İslam’ın Kubbesi” anlamına gelen “Kubbetü’l-İslam” unvanı verilmiştir.
Ortaçağ’ın en önemli şehirlerinden biri olan Ahlat, Van Gölü’nün Kuzeybatı kıyısında bulunan eski ve önemli bir yerleşim yeridir. Tarihî kaynaklardan ve arkeolojik verilerden anlaşılacağı üzere Ahlat şehri, büyük küçük birçok devlet ya da beyliklerin idaresi altında kalmıştır. Coğrafî konumu, sosyoekonomik yapısı, bir ilim ve kültür merkezi olması nedeniyle sürekli başka devletlerin hedefi hâline gelmiştir. Çeşitli değerleri içinde barındıran Ahlat kimi zaman en görkemli, güçlü zamanlarını yaşarken kimi zaman ise en zayıf zamanlarını yaşamıştır. Bu unvan Ahlat’ın birçok kadı, ilim adamı, din adamı ve sanatkâr yetiştiren bir ilim ve kültür merkezi olduğunun kanıtıdır.
Ahlat’ın en büyük ve şöhretli mezarlığı olan Selçuklu Mezarlığı’nda bulunan mezartaşları Türk kültürü için çok büyük öneme sahiptir. Ahlat’taki sosyal, kültürel ve siyasi yapı, ticaret ve ekonomi, ilim, sanat ve mimarlık, gelenek ve inançlar, unvanlar ve rütbeler hakkında bilgi ediniyor ve bunların yüzyıllara göre gelişimlerini takip edebiliyoruz. Bu taşlar ölünün şahsiyetinden başka, sağlığında yaptığı işleri de kaydetmektedir. Burada yatanların sadr denilen valiler, yüksek rütbeli askerler, fakihler, kadılar, şeyhler, hafızlar, şairler, filozoflar, âlimler gibi idareci, ilim, kültür ve sanat adamları oldukları anlaşılmaktadır.
Sosyal ve dini hayatını incelediğimizde, Ahlat’ta bulunduğunu bildiğimiz çok önemli bir teşkilat da ahiliktir. Mezar taşlarındaki sanatkâr kitabeleri ahilikle ilgili bilgiler vermektedir. Mezartaşları üzerinde ölü ile ilgili bilgilerin yanı sıra taşı işleyen sanatkârın da ismi yazılıdır. Ancak, sanatkârın üstat olduktan sonra, yanında çalıştırdığı kalfasının ismini de taşa yazdığı görülmektedir. Bunların içinde baba-oğul hatta toruna da rastlanmaktadır. Bu durumda sanatkâr üstat olsa dahi yanında çalıştırdığı kimseyi zikretmek zorundadır. Böylece kuşaklar boyu devam eden usta-çırak ilişkisi ve rütbe silsilesi takip edilebilmekte, buradan da Ahlat’ta kuvvetli bir ahi teşkilatının hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır.
![]() |
Belh, Afganistan |
Afganistan'ın kuzeyinde yer alan eski bir yerleşim yeridir.
Eski Belh şehri (bugünkü Afganistan’ın en eski şehridir) Veda’lı ismi Bhakri’yle ilişkilidir ki sonradan Yunanlar Bactra demiştir ve ismini Bactra’ya vermiştir. Takharistan veya Bactria’nın merkezi ve başkenti olarak bilinirdi. 365 metre rakıma sahip, mevsimlik akan Belkh Nehri’nin sağ kıyısından 12 km ileride olan eski Belh, bugün çoğunlukla bir enkaz yığınıdır. Belh, bir zamanlar Horasan’ın önemli şehirlerinden birisiydi. Afganistan'da Türk halkları'nın ve Türk kültürünün görüldüğü bir bölgedir.[kaynak belirtilmeli]
Bir zamanlar dünyanın önemli bir şehriyken Moğollar tarafından tamamen yok edilmiştir. Bugün Afganistan’ın kuzeyinde merkeze bağlı küçük bir şehirdir ve başkent Mezar-ı Şerif’in 20 km kuzeybatısında, Amu Derya’nın yaklaşık 74 km güneyindedir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin doğduğu şehirdir. Ayrıca islam dünyasında "Kubbet-ül islam" olarak da bilinir.
![]() |
Buhara, Özbekistan |
Buhara, Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihî şehir. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiştir. Şehirde yapılan Arkeolojik kesit çalışmalarında yaklaşık 20 m kadar derinlikteki alt katmanda; kamusal binalar, askeri tahkim yapıları, çanak-çömlek ve madeni paralar gibi çeşitli arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır.
Mâverâü’n-nehr'in çok sayıda şehri, kasabası, nahiyesi ve köyü olmasına rağmen bunların en gözde ve tanınmış olanı Buhârâ’dır. Müslümanlar buraya “Fâhire” (kıymetli/değerli) derler ve doğunun “Kubbetü’l-İslâm”ı olarak kabul ederler.
Bölgenin en eski yerleşim birimlerinden biri olan Buhârâ, efsanelerle karışmış kadîm bir tarihe sahip olup, en-Narşahî’ye nazaran ilk sâkinleri Türklerdir. Aynı müellif, efsanevî Turan padişahı Afrasyab’ın (Alper Tunga) zaman zaman Buhârâ’da ikamet ettiğini, mezarının dahi bu şehirde bulunduğunu kaydetmiştir ki, bu rivayetler bölgedeki Türk varlığının çok eskilere dayandığına işaret etmesi bakımından önemlidir.
Sadece kadîm tarihiyle değil, fizikî ve coğrafî yapısı; sanatsal ve mimarî dokusu; sûr ve kalesi; sulama kanalları; ekonomik, zıraî ve ticarî potansiyeli; köşk, saray ve pazarları ve yetiştirdiği âlim ve sanatkârları ile de her dönemde kendisinden söz ettiren Buhârâ, uzun yıllar Akhunlar, Göktürkler ve Türgişler gibi Türk devletlerinin hakimiyetinde kalmıştır. Mâverâü’n-nehr’in en önemli kültür ve medeniyet merkezi hâline gelen şehir, söz konusu devletlerin inhitat dönemlerinde yaşanan siyasî kargaşa ve otorite boşluğunda bile bu yapısını muhafaza etmiş, bölgede hüküm süren çoğu Türk kökenli mahalli hükümdarların veya beylerin idaresinde bölgenin en önemli şehirlerinden biri olma özelliğini sürdürmüştür
Vikipedia ve muhtelif kaynaklardan derlenerek hazırlanmıştır