Peygamber Hz. Muhammed'i görmüş, O'nu dinlemiş Müslümanlar "sahabe" olarak isimlendirilir.
Sahabelere, Peygamberi görmüş ve O'nun sesini duymuş olmalarından ötürü Müslümanlarca büyük saygı duyulmaktadır.
“Arapların İstanbul kuşatmasında bulunmuş ve burada şehit olmuş sahabeler (:Ashab-ı kiram: Peygamber zamanında yaşamış, O’nunla birlikte mücadele etmiş kişiler) vardır.
Onların inancı, sevgiyi, mücadeleyi kendisinden işittikleri “Son Peygamber”in bir hadisinde İstanbul’un bir gün mutlaka fethedileceği bildirilmiş, bu fethi gerçekleştiren kumandan “ni’me-l-emir” (mutlu kumandan), askerler ise “ni’me-l-ceyş” (mutlu askerler) olarak nitelendirilmiştir. Ashab-ı kiramdan ve İstanbul’un fethinde yer almış “mutlu askerler”den pek çoğu surların dibinde gömülüdür.
İşte İstanbul’un taşındaki toprağındaki altın onlardır…
İstanbul'da mezarları bulunan sahabeler Bizans döneminde Emevi veya Abbasi ordularıyla birlikte,şehri fethetmek için buraya gelmişlerdir. Daha sonra çeşitli nedenlerle hayatlannı kaybetmişler ve İstanbul'a gömülmüşlerdir.
İşte böylesine kutsi bir görevle vatanlarını bırakıp buralara kadar gelen bu mübarek insanları gelecek nesillere aktarmak için bu çalışmayı yapmış bulunmaktayız.
İsmi zikredilen büyüklerimiz hakkında bilgisi olanlar 'ek bilgi ve resim ' gönderebilirlerse, bu kaynağı geliştirebiliriz inşallah.
Fatih Sultan Mehmed, 1453'te İstanbul'u fethettikten sonra İstanbul önlerinde şehid düşen Peygamberimiz'in arkadaşlarının bir kısmının mezarlarının yerleri tespit edilip, üzerlerine türbe inşa edildi.
Mezarlarının yeri bulunamayan veya İstanbul'a gelmemiş bazı sahabeler için de makamlar yapıldı.
Fakat yakın zamana kadar kaynaklara inilerek ciddi bir çalışma yapılmadığı için bu konuda fazla bir bilgimiz yoktu. Bilge Danışmanlık yayınları arasında çıkan Dr. Coşkun Yılmaz ve Dr. Necdet Yılmaz'ın uzun araştırmalara dayanan "İstanbullu Sahabeler" isimli kitapları İstanbul'un ebedi misafirlerini teferruatlı olarak anlatıyor.
İstanbul kuşatmaları
Hz. Muhammed, İstanbul'un fethiyle ilgili ilk müjdeyi, Mekkeli müşriklerin saldırısından korunmak için Medine'nin etrafına hendeklerin kazıldığı 627 yılında vermişti. Bu, o günün şartlarında inanılması kolay haberlerden değildi. Hz. Peygamber, Medine'yi etrafına surlar kazarak korumak için şehrin etrafına hendekler açan Müslümanlar'a dönemin en büyük devletlerinin; İran'ın, Suriye'nin, Mısır'ın, Yemen'in, Bizans'ın, İstanbul'un fethini müjdeliyordu. Münafıklar ise bu sözler karşısında "Medine'nin dışına bile çıkamıyorsunuz" diye alay bile etmişlerdi.
Bizans'a karşı ilk gazalar Peygamberimiz zamanında başladı ve hulefai raşidin zamanında hızla devam etti. Müslümanlar, ilk defa Hz. Osman döneminde karadan ve denizden İstanbul'a ulaşmak için ciddi hazırlıklar yaptılar. 655'te İstanbul'a hareket eden ilk donanma Anadolu'nun güneybatı sahillerinde ve Antalya'ya bağlı Fenike açıklarına kadar ilerledi. Bu bölgede meydana gelen savaşta Bizans donanması imha edildi.

İlk İstanbul kuşatması 668'de gerçekleşti. Müslüman Arap ordusu Malatya-Kayseri-Eskişehir istikametini takip ederek Kadıköy'e geldi ve kışı burada geçirdi. Merkezden istenen yardımcı kuvvetler de 669 ilkbaharında İstanbul'a gelerek Sütlüce'deki Cemal Efendi Türbesi'nin bulunduğu bölgede konuşlanarak İstanbul muhasarasına katıldı.
Eyüp Sultan
Bu ilk kuşatmaya katılan sahabelerin en tanınmışı halkımızın Eyüp Sultan olarak andığı Hz. Ebu Eyyub Halid el-Ensari idi.
Eyüp Sultan, Peygamberimiz'i Medine'de evinde aylarca misafir etme şerefine erişmiş bir sahabeydi.
İslam tarihinin ünlü simalarından dört Abdullah'tan üçü de bu kuşatmaya katılmıştı.
Bunlar, Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah ve cennetle müjdelenen sahabelerden Hz. Zübeyr'in oğlu Hz. Abdullah idi. Bunlar dışında çok sayıda sahabe de İstanbul önlerine gelmişti.
Peygamber Efendimiz'in arkadaşlarının katıldığı ikinci İstanbul seferi ise 673'te başladı. 674'te İstanbul karadan ve denizden kuşatıldı. Bu kuşatma 6 yıl sürdü, ancak bir netice alınamadı.
İstanbul'da sahabe mezarları

Bu iki kuşatma da, sahabelerin katılımı ve onların İstanbul'un fethine verdikleri değer açısından çok önemlidir. Bu seferlere ileri yaşlarına rağmen çok sayıda sahabe atlı ve yaya olarak katılmış, binlerce kilometre yolu aşarak İstanbul önlerine gelmiş ve savaşmışlar ve bu topraklarda şehid olmuşlardı. Sur çevresindeki bazı bölgelerin sahabeler haziresi, yani kabristanı olarak anılması da bunun işaretidir.
Mesela, Peygamber Efendimiz'in süt kardeşi Hazreti Şeybetü'l Hudri'nin türbesinin bulunduğu Ayvansaray'da sur dibindeki hazire onlarca sahabenin savaş sırasında şehid olarak defnedildiği yer olarak bilinir.
Bu yüzden, daha Fatih Sultan Mehmed zamanında buraya türbe yapılmış, türbedarlık görevini de Fatih döneminin önemli isimlerinden Toklu Dede üstlenmişti.

Eyüp Sultan başta olmak üzere birçok sahabenin İstanbul önlerinde şehid düşmesi, şehrin alınması için Müslümanlar arasında bir fetih motivasyonu oluşturmuştu. Sahabenin mezarlarının Bizans'ın elinden kurtarmak da fethin önemli manevi sebeplerindendi. Sahabenin İstanbul'daki varlığı o kadar önemliydi ki, Osmanlı alimleri, onlardan dolayı şehrin ebediyen Müslümanlar'ın elinde kalacağına inanırlardı.
Allahu Teala Hepsinden Razı Olsun. Biz onlardan razıyız
Hazreti Hüseyin
Hazreti Abdurrahman Sami Hazretleri
Hazreti Abdullah bin Amr Bin As Hazretleri
Hazreti Abdullah El-Hudri Hazretleri
Hazreti Abdullah bin Hişam Hazretleri
Hazreti Abdullah El-Ensari Hazretleri
Hazreti Abdüssadık Amir b. Ubade b. Same
Hazreti Cabir bin Muhammed El-Ensârî
Hazreti Cabir bin Abdullah El-Ensârî
Hazreti Şûbe
Hazreti Cafer bin Abdullah El-Ensârî
Hazreti Ebu Zerr-i Ğıfari Hazretleri
Hazreti Ebu Said El-Hudrî Hazretleri
Hazreti Ebu Derda Hazretleri
Hazreti Ebu Şeybetül Hudrî Hazretleri
Hazreti Ka’b
Hazreti Muhammed el Ensari
Hazreti Hafir
Hazreti Hamdullah el Ensari
Hazreti Vehb bin Huşeyre
Hazreti Cafer el Ensari
Hazreti Süfyan bin Üyeyne
Ve Diğer kutsal emanetler
KARŞIT YAZILAR
İSTANBUL'DA SAHABE TÜRBESİ VAR MI?
Özel günlerde ziyaretçilerin akın ettiği 29 tane sahabe adına İstanbul'da türbe var. Gerçekte ise İstanbul'da sadece 6 sahabe var. İşte işin aslı...
SAHABE KİMDİR?
‘Dost’ ve ‘arkadaş’ demek olan sahâbe sözcüğü terim olarak “Hz. Peygamber’i gören, ona iman edip kendisiyle birlikte hareket eden ve bu inancını koruyarak vefat eden kimse” anlamında kullanılır. Buna göre, Hz. Peygamber’e ilk vahyin geldiği tarihi olan 6 Ağustos 610 tarihi ile Peygamber’in vefat ettiği 7 Haziran 632 arasında geçen 23 senede onu görmüş, ona inanmış ve Müslüman olarak vefat etmiş kimse sahabidir. Sahabiler Allah’ın rızasını kazanma, Hz. Peygamber’i koruma ve İslâmiyet’i yayma uğruna büyük fedakârlıklarda bulunmuşlar, bundan dolayı da makamı yüksek insanlar olarak müjdelenmişlerdir. Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’de onları medhetmiş, Allah Resûlü de kendilerinden övgü ile bahsetmiştir.
İSTANBUL'DAKİ 29 SAHABE MEZARI GERÇEK Mİ?
İstanbul’da insanların ziyaret ettiği 29 sahabe türbesi var. Peki bunların hepsi gerçekten sahabelere mi ait? Yapılan bir çalışma, mevcut sahabe türbelerinin çoğunun gerçek olmasının tarihen mümkün olmadığını ortaya koydu. İstanbul’da gerçek anlamda 6 sahabenin makamı, ikisinin de türbesi bulunuyor.
Kabir, türbe, yatır gibi kavramlar Türk-İslam geleneğinde önemli bir yere sahip. Ancak; kutsanan, kutsandığı kadar ziyaret edilmesi vecibe haline dönüştürülen bazı mekanlar, bağrında medfun bulunan kişiden dolayı zaman zaman tartışma konusu olabiliyor. Kim olduğu gerçekte bilinmeyen, ismi ve kerameti tevatür bilgisi ile sınırlı bazı kişilerin yattığı söylenen mekanlar sıklıkla ziyaret ediliyor. Anadolu’da evliyalar, babalar, dervişler ağırlık kazanırken, İstanbul’da ise sahabe türbeleri ön plana çıkıyor. İstanbul’daki sahabe kabirlerinin hepsinin gerçekten bu kutlu kişilere mi ait olduğu tartışma konusu. Yapılan yeni bir çalışma bu zamana kadar gelmiş mevcut bilgilerin yeniden ele alınmasını gerektirecek kadar önemli.
Doktorasını “Sahabeye yöneltilen tenkitlerin araştırılması” üzerine hazırlayan ve halen İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) çalışan Dr. Mehmet Efendioğlu’nun “Sahabe Dönemi İstanbul Seferleri” konulu çalışmasında İstanbul’daki sahabe kabirlerinin birçoğunda ismi geçen sahabelerin olmadığı belirtiliyor. Ayrıca, türbesi bulunan 20 sahabenin de sahabe olarak adının hiçbir kaynakta geçmediği vurgulanıyor. Çalışmanın en can alıcı noktası ise sahabe türbesi olarak ziyaret edilen bazı kabirlerdeki metfun isimlerin tamamen uydurma olduğu. Bu tez, konunun uzmanları ve ilahiyatçılar tarafından da destekleniyor. Prof. Dr. Semavi Eyice, bu konuda “Böyle gelmiş böyle gidiyor” denmemesi gerektiğini söylüyor.
İstanbul’a kimler geldi?
İstanbul’daki sahabe türbelerinin çoğu sur içinde bulunuyor. Peki gerçekten sahabeler İstanbul’a geldi mi? Aslında bu sorunun cevabı İslam tarihini biraz bilenler için çok kolay. Çünkü, İstanbul’u sadece Fatih Sultan Mehmet kuşatmamış, daha önce de Müslüman komutanlar, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hadis-i şerifine nail olabilmek için değişik zamanlarda seferler düzenlemişlerdi. İstanbul ilk olarak 669’da Muaviye bin Ebu Süfyan döneminde, sonra 673’te, ardından da 713’te kuşatıldı. Osmanlılar da İstanbul’u ele geçirmeye çalıştı. Ancak, sahabeler için önemli olan ilk üç sefer. Tarihî kaynaklar ilk kuşatmada 63 sahabenin bulunduğunu aktarıyor. Zaman ilerledikçe seferlere iştirak eden sahabelerin sayısında da doğal olarak bir azalma olduğu belirtiliyor.
Gelen bütün sahabelerin şehit olduğu hakkında da kaynaklar bize herhangi bir bilgi ulaştırmıyor. Ancak İstanbul kuşatmaları sırasında şehit olan iki sahabenin olduğu kesin olarak aktarılıyor. İstanbul’un manevi direği kabul edilen ve bir semte adı verilen Ebu Eyyüb el Ensari (r.a) ve türbesi Ayvansaray’da bulunan Ebu Şeybe El Hudri’nin (r.a) İstanbul’a gelip burada şehit düştükleri belirtiliyor. Dr. Mehmet Efendioğlu, iki sahabe ile ilgili hiçbir şüphenin bulunmadığını vurgulayarak, “Ebu Eyyüb el Ensari ve kabrinin bulunması ile ilgili olarak geniş ve sağlam bilgiler vardır. Aynı şekilde kabri Fatih devrinde keşfedilen Ebu Şeybe El Hudri’nin de İstanbul’a gelip şehit düştüğü detaylı bir şekilde aktarılıyor. Bu iki sahabe hakkında hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak detaylar var.” diyor.
İstanbul’a gelmeleri mümkün değil
Sahabe türbeleri konusunda en detaylı çalışma Süheyl Ünver’e ait. Ünver’in çalışması, sahabelerin varlığını ve gerçekliğini sorgulamaktan ziyade onların yer tespitini yapıyor. İstanbul’da şu anda 29 sahabe türbesi var. Bunlardan yedisi Eyüp sınırları içinde, 18’i sur içinde, 3’ü de Beyoğlu’nda. Ancak Ebu Derda’nın hem Eyüp’te hem de Üsküdar’da ayrı ayrı iki türbesi mevcut.
Dr. Efendioğlu’nun çalışmasında ikinci grupta ele alınan sahabeler ise sahabe olduğu kesin olarak bilinen ancak yaşadıkları yıllarda İstanbul’a gelmesi mümkün olmayanlar. İstanbul’da türbeleri bulunan sahabelerin gerçek mezarlarının nerede olduğu hakkında da net bilgiler yer alıyor. Efendioğlu’nun çalışmasında adı geçen sahabeler ve onlarla ilgili bilgiler tarihî perspektif içinde aktarılıyor. Bunların başında Ebu Derda (r.a) geliyor. İstanbul’da Eyüp ve Karacaahmet’te iki türbesi bulunan bu sahabenin ilk İstanbul kuşatmasından 17 yıl önce 652’de vefat ettiği Efendioğlu tarafından dile getiriliyor. Dolayısıyla Ebu Derda’nın İstanbul’a gelmesi mümkün değil. Karaköy Yeraltı Camii’nde türbesi bulunan Amr bin el As’ın da (r.a) ilk kuşatmadan 6 sene önce vefat ettiği aktarılıyor. Bu sahabe hakkında çalışma yapan Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Adem Apak, Efendioğlu’nun verdiği bilgileri doğruluyor: “Amr bin el As, Mısır’da valilik yaptı. İlk İstanbul kuşatmasından 6 sene önce vefat etti. Zaten bugün Kahire’de adına türbe ve cami vardır. İstanbul ile hiçbir ilgisi yoktur.”
Ebuzer el Gıfari’nin de (r.a) ilk kuşatmadan 19 yıl önce vefat etmesine rağmen İstanbul’da türbesi var. Kaynaklar onun Medine yakınlarındaki Rece’de vefat ettiğini belirtiyor. Türbesi Balat Koca Mustafa Paşa Camii içinde bulunan Cabir bin Abdullah’ın da (r.a) 698’de Medine’de vefat ettiğini ve Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildiğini değişik kaynaklar aktarıyor. Bir diğer isim ise türbesi Edirnekapı Atik Ali Paşa mahallesinde olan Ebu Said El Hudri. Ancak bu sahabenin de kesin olarak Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildiği biliniyor. Dr. Efendioğlu, İstanbul’daki bu sahabelere ait türbelerin kabir değil o şahısların hatırasını canlı tutmak maksadıyla yapılmış makam olduğunu söylüyor. Ona göre bu konuda aydınlatıcı uyarılar yapılması lazım: “İnsanların neye dua ettiklerini bilmeleri gerekir. Kabir mi, makam mı? Türbelere yazılması, gelecek kuşakların sağlıklı bilgi edinmesi açısından önemli olur. Bu mübarek insanların istismar edilmemesi gerekir. Zaten insanların makamlarına gidip ruhlarına dualar okunması inancımız açısından da problem değil.”
Dr. Mehmet Efendioğlu, türbesi İstanbul’da bulunan ancak buraya hiç gelmeyen sahabelerden sonra türbeleri olan ancak hiçbir kaynakta sahabe olarak adı geçmeyen çok sayıda kişinin de olduğunu söylüyor. İstanbul’un değişik yerlerinde sahabe olarak türbeleri bulunan Muhammed el Ensari, Abdullah el Hudri, Ka’b, Hafir, Şûbe, Hamdullah el Ensari, Cafer el Ensari, Vehb bin Huşeyre gibi isimlerin kaynaklarda geçmediğini söyleyerek, “Bunlara sahabe deniyor. Son dönem kaynaklarda bunların ismi geçiyor. Eski kaynaklarda 10 bin sahabenin içinde isimleri yok. Hadis aktaran ya da hadislerde adı geçenlerin içinde de... İstanbul’un fethinden yıllar sonra yazılmış kaynaklar bunların isimlerini aktarıyor. Sahabe konusundaki bütün kaynakları inceledim. 1200 yıl öncesine ait kayıtlarda bu isimlere rastlamadım. Dünyada sahabe konusundaki en geniş kaynak bende. Buna rağmen bu kişilere rastlamadım. Peygamberimiz’in vefatından 600 yıl sonra ortaya çıkıp ben sahabeyim diyenler bile var. Bu hep istismar edilmiştir.”
Karaköy Yeraltı Camii’nde türbesi bulunan ve sahabe olarak bilinen Süfyan bin Üyeyne’nin İstanbul’a geldiğine dair hiç bir bilgi bulunmuyor. Üstelik sözü edilen bu kişinin sahabe değil “Tabiin” olduğu aktarılıyor. Yaşadığı dönem ise ‘Sahabe Asrı’ndan 100 yıl sonrasına denk geliyor. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) dönemi ile hiçbir ilgisi olmayan, çok sonraları yaşamış Hasan Hüseyin, Baba Cafer, Abdurrahman Şamî, Edhem gibi isimler de sahabe diye ziyaret ediliyor.
Aslında bütün bunlar, halkımızın sahabelerle birlikte İstanbul’a gelip şehit düşen tabiin neslini de yüzyıllar içinde sahabe olarak kabullendiğini gösteriyor. Ama, bazı gariplikler de yok değil. Dr. Mehmet Efendioğlu’nun tespitlerine göre, Eyüp Düğmeciler Camii avlusundaki Cabir bin Abdullah el Ensari’nin oğlu olduğu söylenen sahabe Muhammed el Ensari’nin mezar taşında şöyle yazıyor: “Merhum ve meğfur Mehmet Çavuş an evlad-ı Cabir r.a. ruhu için el fatiha.”
Çavuş kelimesinin Osmanlı’nın son dönemlerinde Türkler tarafından kullanıldığı düşünülürse sahabe için kullanılan ‘çavuş’un ne kadar abes kaçtığı ortaya çıkıyor. Oysa kabir taşındaki bilgi bile kabrin sahabeye değil, Cabir (r.a) evladından Mehmed Çavuş’a ait olduğunu gösteriyor. Eyüp Eğrikapı’da Abdussadık Amir diye bir sahabenin mezarı bulunuyor; ancak mezar taşı hanımlar için kullanılan taşlardan. İsminden bu kişinin erkek olduğu anlaşılıyor. Bu çelişki bir yana 28 yıl önce sahabe olanlar bile var. Ayvansaray’daki Toklu İbrahim Dede Haziresi’nin fetih şehitlerinin bulunduğu yerde halk tarafından bir mezar taşının etrafına duvar örülerek üzerine de Sahabe-i Kiram’dan Ahmet el Ensari yazılmış. Oysa aynı yerde, 1975’teki tanzimde, böyle bir türbe ya da mezar yoktu.
Bugün, İstanbul’da, sözü edilen sahabeler adına vakıflar kurulmuş ve insanlar değişik yerlerden gelerek buraları ziyaret ediyor. Dr. Mehmet Efendioğlu, şahsiyet olarak tanınmayan ve yaşadığı bilinmeyen sahabiler için geçmişte olduğu gibi günümüzde de kabir üretilmeye devam edildiğini belirterek, “Mevcut kabirlerden 3-4 tanesi son 30-40 yılda ortaya çıkmış.” diyor. Efendioğlu’na göre, böyle aslı bulunmayan şeylerle meşgul olmaya geçmişte olduğu gibi bugün de ihtiyaç yok. İlla bir şey yapılacaksa, İstanbul’a kesin olarak geldiği bilinen Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Zübeyr ve Fedâle b. Ubeyd gibi önemli sahabiler adına birer makam yapılabilir.
Prof. Dr. Ali Yardım: (9 Eylül Üni. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi)
SAHABE KONUSU İSTİSMAR EDİLİYOR
Sahabe konusu hep istismara açık olmuştur. Sahabe Asrı’ndan sonra da ortaya sahabe olduğunu söyleyenler çıkmıştır. Ancak bunu kaynaklar ışığında doğrulatmak mümkün. Tedbir almak lazım. Yapılan yanlışa da kutsallık verip onu akıl, bilim ve mantık çerçevesinde değerlendirmemek yanlıştır. Türbelerde eğer makamsa makam yazılmalı, değilse başka bir şey yazılmalı. Ama makam yazılırsa ilgi azalacak ve bazılarının geliri azalmış olacak; bunu da istemeyenler olur. Sahabeler konusunda da kaynaklar bize açık bilgiler vermektedir. Konunun sağlam deliller ışığında incelenip yeniden ele alınması lazım.
Prof. Dr. Semavi Eyice: ÇOĞU GERÇEK DEĞİL
İstanbul’da çok sayıda sahabe türbesi bulunuyor. Ancak bunların birkaçı gerçektir, bir kısmı da makamdır. Gerisi nasıl oldu onu bilemiyorum. Makam vermenin Türk-İslam geleneğinde önemli bir yeri vardır. İnsanlar makam olduğunu bilirler, onun maneviyatına inanarak ziyaretler yaparlar. Anadolu’da da sayısız türbe, yatır bulunuyor. Bunlar nedir, kimdir, hiç belli değil ama gidip ziyaret ediyorlar. Toplumu aydınlatmak gerekir. Türbeleri bir kazanç olarak görenler bile var. Konu araştırılıp yeniden bilgilendirici birtakım çalışmalar yapılması gerekiyor.
KAYNAK :AKSİYON Sayİ: 569 - 31.10.2005 | Haşim Söylemez h.soylemez@aksiyon.com.tr
Eyüp Sultan
Bu ilk kuşatmaya katılan sahabelerin en tanınmışı halkımızın Eyüp Sultan olarak andığı Hz. Ebu Eyyub Halid el-Ensari idi.
Eyüp Sultan, Peygamberimiz'i Medine'de evinde aylarca misafir etme şerefine erişmiş bir sahabeydi.
İslam tarihinin ünlü simalarından dört Abdullah'tan üçü de bu kuşatmaya katılmıştı.
Bunlar, Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah ve cennetle müjdelenen sahabelerden Hz. Zübeyr'in oğlu Hz. Abdullah idi. Bunlar dışında çok sayıda sahabe de İstanbul önlerine gelmişti.
Peygamber Efendimiz'in arkadaşlarının katıldığı ikinci İstanbul seferi ise 673'te başladı. 674'te İstanbul karadan ve denizden kuşatıldı. Bu kuşatma 6 yıl sürdü, ancak bir netice alınamadı.
İstanbul'da sahabe mezarları

Bu iki kuşatma da, sahabelerin katılımı ve onların İstanbul'un fethine verdikleri değer açısından çok önemlidir. Bu seferlere ileri yaşlarına rağmen çok sayıda sahabe atlı ve yaya olarak katılmış, binlerce kilometre yolu aşarak İstanbul önlerine gelmiş ve savaşmışlar ve bu topraklarda şehid olmuşlardı. Sur çevresindeki bazı bölgelerin sahabeler haziresi, yani kabristanı olarak anılması da bunun işaretidir.
Mesela, Peygamber Efendimiz'in süt kardeşi Hazreti Şeybetü'l Hudri'nin türbesinin bulunduğu Ayvansaray'da sur dibindeki hazire onlarca sahabenin savaş sırasında şehid olarak defnedildiği yer olarak bilinir.
Bu yüzden, daha Fatih Sultan Mehmed zamanında buraya türbe yapılmış, türbedarlık görevini de Fatih döneminin önemli isimlerinden Toklu Dede üstlenmişti.

Eyüp Sultan başta olmak üzere birçok sahabenin İstanbul önlerinde şehid düşmesi, şehrin alınması için Müslümanlar arasında bir fetih motivasyonu oluşturmuştu. Sahabenin mezarlarının Bizans'ın elinden kurtarmak da fethin önemli manevi sebeplerindendi. Sahabenin İstanbul'daki varlığı o kadar önemliydi ki, Osmanlı alimleri, onlardan dolayı şehrin ebediyen Müslümanlar'ın elinde kalacağına inanırlardı.
Allahu Teala Hepsinden Razı Olsun. Biz onlardan razıyız
Hazreti Hüseyin
Hazreti Abdurrahman Sami Hazretleri
Hazreti Abdullah bin Amr Bin As Hazretleri
Hazreti Abdullah El-Hudri Hazretleri
Hazreti Abdullah bin Hişam Hazretleri
Hazreti Abdullah El-Ensari Hazretleri
Hazreti Abdüssadık Amir b. Ubade b. Same
Hazreti Cabir bin Muhammed El-Ensârî
Hazreti Cabir bin Abdullah El-Ensârî
Hazreti Şûbe
Hazreti Cafer bin Abdullah El-Ensârî
Hazreti Ebu Zerr-i Ğıfari Hazretleri
Hazreti Ebu Said El-Hudrî Hazretleri
Hazreti Ebu Derda Hazretleri
Hazreti Ebu Şeybetül Hudrî Hazretleri
Hazreti Ka’b
Hazreti Muhammed el Ensari
Hazreti Hafir
Hazreti Hamdullah el Ensari
Hazreti Vehb bin Huşeyre
Hazreti Cafer el Ensari
Hazreti Süfyan bin Üyeyne
Ve Diğer kutsal emanetler
KARŞIT YAZILAR
İSTANBUL'DA SAHABE TÜRBESİ VAR MI?
Özel günlerde ziyaretçilerin akın ettiği 29 tane sahabe adına İstanbul'da türbe var. Gerçekte ise İstanbul'da sadece 6 sahabe var. İşte işin aslı...
SAHABE KİMDİR?
‘Dost’ ve ‘arkadaş’ demek olan sahâbe sözcüğü terim olarak “Hz. Peygamber’i gören, ona iman edip kendisiyle birlikte hareket eden ve bu inancını koruyarak vefat eden kimse” anlamında kullanılır. Buna göre, Hz. Peygamber’e ilk vahyin geldiği tarihi olan 6 Ağustos 610 tarihi ile Peygamber’in vefat ettiği 7 Haziran 632 arasında geçen 23 senede onu görmüş, ona inanmış ve Müslüman olarak vefat etmiş kimse sahabidir. Sahabiler Allah’ın rızasını kazanma, Hz. Peygamber’i koruma ve İslâmiyet’i yayma uğruna büyük fedakârlıklarda bulunmuşlar, bundan dolayı da makamı yüksek insanlar olarak müjdelenmişlerdir. Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’de onları medhetmiş, Allah Resûlü de kendilerinden övgü ile bahsetmiştir.
İSTANBUL'DAKİ 29 SAHABE MEZARI GERÇEK Mİ?
İstanbul’da insanların ziyaret ettiği 29 sahabe türbesi var. Peki bunların hepsi gerçekten sahabelere mi ait? Yapılan bir çalışma, mevcut sahabe türbelerinin çoğunun gerçek olmasının tarihen mümkün olmadığını ortaya koydu. İstanbul’da gerçek anlamda 6 sahabenin makamı, ikisinin de türbesi bulunuyor.
Kabir, türbe, yatır gibi kavramlar Türk-İslam geleneğinde önemli bir yere sahip. Ancak; kutsanan, kutsandığı kadar ziyaret edilmesi vecibe haline dönüştürülen bazı mekanlar, bağrında medfun bulunan kişiden dolayı zaman zaman tartışma konusu olabiliyor. Kim olduğu gerçekte bilinmeyen, ismi ve kerameti tevatür bilgisi ile sınırlı bazı kişilerin yattığı söylenen mekanlar sıklıkla ziyaret ediliyor. Anadolu’da evliyalar, babalar, dervişler ağırlık kazanırken, İstanbul’da ise sahabe türbeleri ön plana çıkıyor. İstanbul’daki sahabe kabirlerinin hepsinin gerçekten bu kutlu kişilere mi ait olduğu tartışma konusu. Yapılan yeni bir çalışma bu zamana kadar gelmiş mevcut bilgilerin yeniden ele alınmasını gerektirecek kadar önemli.
Doktorasını “Sahabeye yöneltilen tenkitlerin araştırılması” üzerine hazırlayan ve halen İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) çalışan Dr. Mehmet Efendioğlu’nun “Sahabe Dönemi İstanbul Seferleri” konulu çalışmasında İstanbul’daki sahabe kabirlerinin birçoğunda ismi geçen sahabelerin olmadığı belirtiliyor. Ayrıca, türbesi bulunan 20 sahabenin de sahabe olarak adının hiçbir kaynakta geçmediği vurgulanıyor. Çalışmanın en can alıcı noktası ise sahabe türbesi olarak ziyaret edilen bazı kabirlerdeki metfun isimlerin tamamen uydurma olduğu. Bu tez, konunun uzmanları ve ilahiyatçılar tarafından da destekleniyor. Prof. Dr. Semavi Eyice, bu konuda “Böyle gelmiş böyle gidiyor” denmemesi gerektiğini söylüyor.
İstanbul’a kimler geldi?
İstanbul’daki sahabe türbelerinin çoğu sur içinde bulunuyor. Peki gerçekten sahabeler İstanbul’a geldi mi? Aslında bu sorunun cevabı İslam tarihini biraz bilenler için çok kolay. Çünkü, İstanbul’u sadece Fatih Sultan Mehmet kuşatmamış, daha önce de Müslüman komutanlar, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hadis-i şerifine nail olabilmek için değişik zamanlarda seferler düzenlemişlerdi. İstanbul ilk olarak 669’da Muaviye bin Ebu Süfyan döneminde, sonra 673’te, ardından da 713’te kuşatıldı. Osmanlılar da İstanbul’u ele geçirmeye çalıştı. Ancak, sahabeler için önemli olan ilk üç sefer. Tarihî kaynaklar ilk kuşatmada 63 sahabenin bulunduğunu aktarıyor. Zaman ilerledikçe seferlere iştirak eden sahabelerin sayısında da doğal olarak bir azalma olduğu belirtiliyor.
Gelen bütün sahabelerin şehit olduğu hakkında da kaynaklar bize herhangi bir bilgi ulaştırmıyor. Ancak İstanbul kuşatmaları sırasında şehit olan iki sahabenin olduğu kesin olarak aktarılıyor. İstanbul’un manevi direği kabul edilen ve bir semte adı verilen Ebu Eyyüb el Ensari (r.a) ve türbesi Ayvansaray’da bulunan Ebu Şeybe El Hudri’nin (r.a) İstanbul’a gelip burada şehit düştükleri belirtiliyor. Dr. Mehmet Efendioğlu, iki sahabe ile ilgili hiçbir şüphenin bulunmadığını vurgulayarak, “Ebu Eyyüb el Ensari ve kabrinin bulunması ile ilgili olarak geniş ve sağlam bilgiler vardır. Aynı şekilde kabri Fatih devrinde keşfedilen Ebu Şeybe El Hudri’nin de İstanbul’a gelip şehit düştüğü detaylı bir şekilde aktarılıyor. Bu iki sahabe hakkında hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak detaylar var.” diyor.
İstanbul’a gelmeleri mümkün değil
Sahabe türbeleri konusunda en detaylı çalışma Süheyl Ünver’e ait. Ünver’in çalışması, sahabelerin varlığını ve gerçekliğini sorgulamaktan ziyade onların yer tespitini yapıyor. İstanbul’da şu anda 29 sahabe türbesi var. Bunlardan yedisi Eyüp sınırları içinde, 18’i sur içinde, 3’ü de Beyoğlu’nda. Ancak Ebu Derda’nın hem Eyüp’te hem de Üsküdar’da ayrı ayrı iki türbesi mevcut.
Dr. Efendioğlu’nun çalışmasında ikinci grupta ele alınan sahabeler ise sahabe olduğu kesin olarak bilinen ancak yaşadıkları yıllarda İstanbul’a gelmesi mümkün olmayanlar. İstanbul’da türbeleri bulunan sahabelerin gerçek mezarlarının nerede olduğu hakkında da net bilgiler yer alıyor. Efendioğlu’nun çalışmasında adı geçen sahabeler ve onlarla ilgili bilgiler tarihî perspektif içinde aktarılıyor. Bunların başında Ebu Derda (r.a) geliyor. İstanbul’da Eyüp ve Karacaahmet’te iki türbesi bulunan bu sahabenin ilk İstanbul kuşatmasından 17 yıl önce 652’de vefat ettiği Efendioğlu tarafından dile getiriliyor. Dolayısıyla Ebu Derda’nın İstanbul’a gelmesi mümkün değil. Karaköy Yeraltı Camii’nde türbesi bulunan Amr bin el As’ın da (r.a) ilk kuşatmadan 6 sene önce vefat ettiği aktarılıyor. Bu sahabe hakkında çalışma yapan Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Adem Apak, Efendioğlu’nun verdiği bilgileri doğruluyor: “Amr bin el As, Mısır’da valilik yaptı. İlk İstanbul kuşatmasından 6 sene önce vefat etti. Zaten bugün Kahire’de adına türbe ve cami vardır. İstanbul ile hiçbir ilgisi yoktur.”
Ebuzer el Gıfari’nin de (r.a) ilk kuşatmadan 19 yıl önce vefat etmesine rağmen İstanbul’da türbesi var. Kaynaklar onun Medine yakınlarındaki Rece’de vefat ettiğini belirtiyor. Türbesi Balat Koca Mustafa Paşa Camii içinde bulunan Cabir bin Abdullah’ın da (r.a) 698’de Medine’de vefat ettiğini ve Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildiğini değişik kaynaklar aktarıyor. Bir diğer isim ise türbesi Edirnekapı Atik Ali Paşa mahallesinde olan Ebu Said El Hudri. Ancak bu sahabenin de kesin olarak Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildiği biliniyor. Dr. Efendioğlu, İstanbul’daki bu sahabelere ait türbelerin kabir değil o şahısların hatırasını canlı tutmak maksadıyla yapılmış makam olduğunu söylüyor. Ona göre bu konuda aydınlatıcı uyarılar yapılması lazım: “İnsanların neye dua ettiklerini bilmeleri gerekir. Kabir mi, makam mı? Türbelere yazılması, gelecek kuşakların sağlıklı bilgi edinmesi açısından önemli olur. Bu mübarek insanların istismar edilmemesi gerekir. Zaten insanların makamlarına gidip ruhlarına dualar okunması inancımız açısından da problem değil.”
Dr. Mehmet Efendioğlu, türbesi İstanbul’da bulunan ancak buraya hiç gelmeyen sahabelerden sonra türbeleri olan ancak hiçbir kaynakta sahabe olarak adı geçmeyen çok sayıda kişinin de olduğunu söylüyor. İstanbul’un değişik yerlerinde sahabe olarak türbeleri bulunan Muhammed el Ensari, Abdullah el Hudri, Ka’b, Hafir, Şûbe, Hamdullah el Ensari, Cafer el Ensari, Vehb bin Huşeyre gibi isimlerin kaynaklarda geçmediğini söyleyerek, “Bunlara sahabe deniyor. Son dönem kaynaklarda bunların ismi geçiyor. Eski kaynaklarda 10 bin sahabenin içinde isimleri yok. Hadis aktaran ya da hadislerde adı geçenlerin içinde de... İstanbul’un fethinden yıllar sonra yazılmış kaynaklar bunların isimlerini aktarıyor. Sahabe konusundaki bütün kaynakları inceledim. 1200 yıl öncesine ait kayıtlarda bu isimlere rastlamadım. Dünyada sahabe konusundaki en geniş kaynak bende. Buna rağmen bu kişilere rastlamadım. Peygamberimiz’in vefatından 600 yıl sonra ortaya çıkıp ben sahabeyim diyenler bile var. Bu hep istismar edilmiştir.”
Karaköy Yeraltı Camii’nde türbesi bulunan ve sahabe olarak bilinen Süfyan bin Üyeyne’nin İstanbul’a geldiğine dair hiç bir bilgi bulunmuyor. Üstelik sözü edilen bu kişinin sahabe değil “Tabiin” olduğu aktarılıyor. Yaşadığı dönem ise ‘Sahabe Asrı’ndan 100 yıl sonrasına denk geliyor. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) dönemi ile hiçbir ilgisi olmayan, çok sonraları yaşamış Hasan Hüseyin, Baba Cafer, Abdurrahman Şamî, Edhem gibi isimler de sahabe diye ziyaret ediliyor.
Aslında bütün bunlar, halkımızın sahabelerle birlikte İstanbul’a gelip şehit düşen tabiin neslini de yüzyıllar içinde sahabe olarak kabullendiğini gösteriyor. Ama, bazı gariplikler de yok değil. Dr. Mehmet Efendioğlu’nun tespitlerine göre, Eyüp Düğmeciler Camii avlusundaki Cabir bin Abdullah el Ensari’nin oğlu olduğu söylenen sahabe Muhammed el Ensari’nin mezar taşında şöyle yazıyor: “Merhum ve meğfur Mehmet Çavuş an evlad-ı Cabir r.a. ruhu için el fatiha.”
Çavuş kelimesinin Osmanlı’nın son dönemlerinde Türkler tarafından kullanıldığı düşünülürse sahabe için kullanılan ‘çavuş’un ne kadar abes kaçtığı ortaya çıkıyor. Oysa kabir taşındaki bilgi bile kabrin sahabeye değil, Cabir (r.a) evladından Mehmed Çavuş’a ait olduğunu gösteriyor. Eyüp Eğrikapı’da Abdussadık Amir diye bir sahabenin mezarı bulunuyor; ancak mezar taşı hanımlar için kullanılan taşlardan. İsminden bu kişinin erkek olduğu anlaşılıyor. Bu çelişki bir yana 28 yıl önce sahabe olanlar bile var. Ayvansaray’daki Toklu İbrahim Dede Haziresi’nin fetih şehitlerinin bulunduğu yerde halk tarafından bir mezar taşının etrafına duvar örülerek üzerine de Sahabe-i Kiram’dan Ahmet el Ensari yazılmış. Oysa aynı yerde, 1975’teki tanzimde, böyle bir türbe ya da mezar yoktu.
Bugün, İstanbul’da, sözü edilen sahabeler adına vakıflar kurulmuş ve insanlar değişik yerlerden gelerek buraları ziyaret ediyor. Dr. Mehmet Efendioğlu, şahsiyet olarak tanınmayan ve yaşadığı bilinmeyen sahabiler için geçmişte olduğu gibi günümüzde de kabir üretilmeye devam edildiğini belirterek, “Mevcut kabirlerden 3-4 tanesi son 30-40 yılda ortaya çıkmış.” diyor. Efendioğlu’na göre, böyle aslı bulunmayan şeylerle meşgul olmaya geçmişte olduğu gibi bugün de ihtiyaç yok. İlla bir şey yapılacaksa, İstanbul’a kesin olarak geldiği bilinen Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Zübeyr ve Fedâle b. Ubeyd gibi önemli sahabiler adına birer makam yapılabilir.
Prof. Dr. Ali Yardım: (9 Eylül Üni. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi)
SAHABE KONUSU İSTİSMAR EDİLİYOR
Sahabe konusu hep istismara açık olmuştur. Sahabe Asrı’ndan sonra da ortaya sahabe olduğunu söyleyenler çıkmıştır. Ancak bunu kaynaklar ışığında doğrulatmak mümkün. Tedbir almak lazım. Yapılan yanlışa da kutsallık verip onu akıl, bilim ve mantık çerçevesinde değerlendirmemek yanlıştır. Türbelerde eğer makamsa makam yazılmalı, değilse başka bir şey yazılmalı. Ama makam yazılırsa ilgi azalacak ve bazılarının geliri azalmış olacak; bunu da istemeyenler olur. Sahabeler konusunda da kaynaklar bize açık bilgiler vermektedir. Konunun sağlam deliller ışığında incelenip yeniden ele alınması lazım.
Prof. Dr. Semavi Eyice: ÇOĞU GERÇEK DEĞİL
İstanbul’da çok sayıda sahabe türbesi bulunuyor. Ancak bunların birkaçı gerçektir, bir kısmı da makamdır. Gerisi nasıl oldu onu bilemiyorum. Makam vermenin Türk-İslam geleneğinde önemli bir yeri vardır. İnsanlar makam olduğunu bilirler, onun maneviyatına inanarak ziyaretler yaparlar. Anadolu’da da sayısız türbe, yatır bulunuyor. Bunlar nedir, kimdir, hiç belli değil ama gidip ziyaret ediyorlar. Toplumu aydınlatmak gerekir. Türbeleri bir kazanç olarak görenler bile var. Konu araştırılıp yeniden bilgilendirici birtakım çalışmalar yapılması gerekiyor.
KAYNAK :AKSİYON Sayİ: 569 - 31.10.2005 | Haşim Söylemez h.soylemez@aksiyon.com.tr