Sevgili dostlarım geçenlerde günlük gazetelerin birinde rastladığım uzun ve mutlu evliliğin sırları adlı yazıyı okuyunca bu konuda da benim de yazacaklarım olduğunu düşündüm.
Zira her ne kadar benim evliliğim henüz 15 yıllık olsa da bir yastıkta tam 65 yıl mutlu yaşayıp göçen bir dede ve anneannenin torunuyum....
Dostlarım doğrusu okuduğum yazıda uzun ve mutlu evliliğin sırları olarak verilen maddelerden bir şey anladığımı söyleyemeyeceğim.
İsterseniz ben kendi aile çevremde yaşananlardan, özelliklede anne annemle - dedemin evliliğinden bahsedeyim sizlere.
Kim bilir belki bazı kişilere ışık olur aktaracaklarım...
Belki birileri bu yaşanmışlıkları kendi hayatına uyarlamak isterde bir yuvayı daha kurtarmış oluruz...
Anneannemle dedemin akrabalıkla başlayan diyalogları bir zaman sonra ailelerinde uygun görmesi ile evlilikle noktalanır...
Anneannem henüz 14 yaşındadır, dedim ise 17...
Evet günümüz koşullarında henüz çocuk denilebilecek yaşata gerçekleşen bu evlilik 1946 yılı Kayserisi’nde son derece doğal ve sıradan bir evliliktir.
Dedemin sümüklü hala kızı olarak gördüğü annaneme günün birinde deli gibi aşık olması ve gözünden sakınır hale gelmesi, anneannemin ise her daim beğendiği dayı oğlunu "Gözümü açtım onu gördüm, elbetteki çok sevdim" sözleri ile kelimelere döktüğü büyük açıkları 8 çocuklu, 25 torun ve tam 60 yıl aynı yastığa baş koyarak süren örnek bir birliktelik olarak tarihe geçmiştir.
Yeni nesil buna aşk diyorlar sanırım.
Genç bir kız ve genç bir erkek.
Her ikisinin de duyguları bu aşka hazır.
Ayrıca çok da iyi anlaşıyorlar.
Aslına bakarsanız iki genç de birbirine taban tabana zıt karekterde.
Kız yani anneannem ne kadar dışa dönük, pratik zekalı, heyecanlı, sabırsız, çok konuşkan biri ise, karşısındaki delikanlı da yani dedem o kadar sessiz, detaycı, az konuşan, biraz asosyal, hatta asabi bir tip.
Ama sanırım bu iki zıt kutup birbirini çekmiş.
Yıllar önce bir mitolojik hikaye okumuştum.
Hikayede çok eski çağlarda insanların 4 kollu, 4 bacaklı, iki kafalı oldukları, daha sonra bir gün Tanrı Zeusa karşı geldikleri yazıyordu.
Tanrı Zeus karşı gelen kullarını kılıcını çekerek ortadan ikiye bölmüş.
O gün bugündür herkes kendi yarımını arıyormuş.
Kendi yarımını bulabilen mutlu yaşıyormuş, yarımını bulamayan ise yarımlık günlerini arayıp kahrediyormuş.
Her ne kadar hayal ürünü de olsa sanırım bu hikaye bizimkilerin evlilik öyküsüne çok uyuyor.
Bizimkiler de iki farklı karekter birbirini tamamlayarak dillere desten uzun bir berabarlik yaşadı ...
Benim bizzat gözlemlediğim bizimkiler bu farklılıklarının birbirlerini ve beraberliklerini yıpratmasına izin vermediler.
Aksine farklılıklarını birleştirerek bir bütün oluşturdular.
Ailemizin karşılaştığı olayları ilk anda planlamak ve omurgayı hazırlamak hep anneannemin, detayları tamamlayarak olayı bütünlemek dedemin görevi oldu her daima.
Onlar yeni neslin aksine sorunlarını daima konuşarak aşmaya gayret ettiler.
60 yıl süren mutlu birlikteliklerinde derin arkadaşlıklarının çok büyük katkısı oldu.
Çünkü onlar evlilikler için yapılan hayat arkadaşlığı nitelemesini gerçek manada hayata geçirmiş insanlardı...
Anneannem ailenin halkla ilişkilercisi, dedem ise ailenin iç işleri uzmanı idi.
Uzun yıllar süren bu beraberliğin arkadaşlık, birbirini tamamlama gibi özelliklerin yanı sıra bana göre en önemli özelliği amaç birliği idi.
Evliliklerinin ilk yılları ile birlikte aralarına katılan sekiz ferdi yani çocukları onlar için yaşam amacı olmuştu.
Ve gördüm ki dostlarım inanın bu amaç birliği onların hayat arkadaşlığını öylesine pekiştirmişti ki artık kalpleri bile tek parça olarak çarpmaya başlamıştı adeta...
Diyeceksiniz ki bunlar evlilik için yeterli mi ?
Hani aşk, duygular?
Dostlarım inanın aşk her zaman var oluyor.
Fakat şekil değiştirerek.
Kanımca mutlu ve uzun ömürlü birliktelikler için sadece aşk yeterli değil.
Bir insanla güzel vakit geçiriyorsanız,
Uzun saatler konuşmaktan zevk alıyorsanız,
Aynı amaç için dünyanın neresinde olursanız olun aynı duygularla kalbiniz çarpıyorsa,
Aynı filmi,
Aynı müziği,
Aynı temsili aynı duygularla seyredip zevk alıyorsanız,
Daha sokağa saptığını karanlıkta gölgesinden fark ediyorsanız,
60 yıl sonra gördüğünüzde hala kalbiniz çarpıyorsa bu duygu nedir sizce?
Biri çıkıp ta bu evlilik heyecanını yitirmiş,
Rutine indirgenmiş,
Otomatiğe bağlanmış gibi rahatsız edici yorumlar yapabilir mi?
Diyeceksiniz ki sen böyle düşünüyorsun ama bakalım bir de onlar ne düşünüyor du ?
Eminim ki 60 yılın ardından bir birlerine yaka silkeliyordurlar.
Ama hayır dostlarım inanın hiç olmadı bu?
Doğrusu genliklerini çok bilmiyorum ama yanlarında geçen 30 yılı aşkın ömrümde bir kez olsun bir birlerinden şikayetçi olduklarına şahitlik etmedim...
Hele anneannemin hastalığında dedemim, o dağ gibi mağrur asabi ve hiddetli adamın hüngür hüngür ağladığına tanıklık ettiğimde düşüncelerimin yüzde yüz doğru olduğuna görerek inandım...
Dostlarım onlar hayat arkadaşı olarak çok uzun yıllar birbirlerine destek olarak bu yolda yürüdüler.
Bir birlerini
Sevdiler,
Saydılar ,
Korudular,
İnandılar ve hepsinden önemlisi bir birlerinden hoşnut olup mutlu oldular...
Pek tabi onların hayatında da mutluluklar kadar acılar,
Yokluklar,
Sıkıntılar,
Hastalıklar kısacası hayata dair her şey oldu...
Ama onlar omuz omuza çıktıkları bu yolda her daim güç birliği yaparak bu sıkıntıların üstesinden gelmeyi bildiler…
Ve hayata gözlerini kapadıklarında geride her kesin hem fikir olduğu örnek bir evliliğin ürünü olan evlatlar ve torunlar bıraktılar...
Dedem her zaman "Yarabbi bana sevdiklerimin acısını yaşatma" diye dua ederdi ve o anneannemden iki yıl evvel rahmeti rahmana kavuştu...
Anneannem ise onun ardından iki yıl daha hayatı sürüklemeye gayret etti ama her daim mahsun ve kırgın gözüktü...
Tıpkı teki kaybolmuş çoraplar gibi hep bir yanın eksik olduğunu hissettirdi bizlere...
Ve sevdiceğinin peşi sıra göçüp gitti...
Şimdi kendi evliliğim de dahil çevremdeki evliliklere ve insanlara baktığımda ne onların samimiyetini, ne sabrını, ne bağlılıklarını, nede vefalarını göremiyorum erenler...
Belki de boşanmaların evlikleri sollamasının nedeni bu eksikliklerdir.
Bizler duygularımızı da kullan at hale getirdiğimiz türlü gereçlere benzettik sanırım.
Ve son kullanım tarihi gelen her türlü olguyu hayatımızdan kolayca çıkarta biliyoruz...
Buna hayat arkadaşlarımız da dahil...
Sanırım bizler hayat arkadaşı olmayı da beceremiyoruz...
CEYHUN ÜSTEN
http://www.kayserihaber.com.tr/yazar-2836-bizler__hayat_arkadasligini_da_beceremedik