
“Doğrusu insanlar için (mâbed olarak) yapılan ilk ev, Mekke’de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur.” (Âl-i İmrân 3/96)
Sehirlerin anasi (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanlari uyarman ve asla süphe olmayan toplanma günüyle onlari korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (Insanlarin) bir bölümü cennette, bir bölümü de çilgin alevli cehennemdedir. ŞURA AYET 7 (Diyanet)
Mekke, Arap yarımadasının kuzeyinde bir vadi üzerinde kurulmuş bir şehirdir.
Mekke, Kızıldeniz sahillerine 72 kilometre uzakta, denizden 262 metre yükseklikte etrafı küçük dağlarla çevrili bir vadidir. Bu dağların sayısının 12 bin olduğu söylenir. Tevrat’ın Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam’a işaret eden bölümünde “Faran Dağları” diye bu dağlara işaret olduğu gibi on bin kişi ile Mekke’yi fethedeceği de ifade edilmektedir: “Hakk Teala, Tur-i Sina’da ikbal edip bize Sâir’de tulu etti ve Faran Dağlarından zahir oldu.” (Tevret, 33. Bab, 2. Ayet)
Doğusunda Ebûkubeys, batısında Kuaykıân, güneybatısında Sevr, kuzeydoğusunda Hirâ ve Sebir dağları yer alır. Hac ibadetinin yerine getirildiği mekânlardan Arafat, Müzdelife ve Mina, Mekke’nin doğusundadır. Şehrin Kızıldeniz ile bağlantısı, câhiliye döneminde Şuaybe Limanı, İslâm’dan sonra da Cidde Limanı vasıtasıyla sağlanmıştır. Mekke çevresi, çöl karakterli bir araziye ve bu arazi üzerinde görülen dikenli bodur ağaç ve çalılıklardan meydana gelen cılız ve seyrek doğal bitki örtüsüne sahiptir. Kurak ve sıcak bir iklime sahip olan Mekke, düzensiz yağışlar ve konumu dolayısıyla tarih boyunca birçok defa sel baskınlarına uğramıştır.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de Mekke’ye “Ümmü’l-Kurâ” yani “Bütün Şehirlerin Anası” ünvânını vermiştir. Mekke’nin, bütün şehirlerin anası yani başkent olması, onun dünya üzerinde kurulan ilk şehir olmasından ve bir de ilk mâbedin burada yapılmış olmasından ileri gelmektedir. Yüce Allah, bu şehre böyle bir ünvân verirken sanki bütün dünya şehirlerinin ondan doğduğuna ve onun dünyanın merkezi olduğuna işaret etmektedir. Yüce Allah, dünya üzerinde ilk mabedin orada yapıldığı konusunda şöyle buyurur:
“Doğrusu insanlar için (mâbed olarak) yapılan ilk ev, Mekke’de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur.” (Âl-i İmrân 3/96)
Mekke’yi diğer şehirlerden ayıran özellik, Allah’ın evi olan Kâbe’nin bu şehirde bulunmasıdır. Kâbe’nin duvarında bulunan siyah taş “el-Hacerül-Esved” ve hemen yakınında çıkan Zemzem suyu da bu şehri diğer şehirlerden ayıran özelliklerdendir. Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de, “Allah’ın koyduğu nişanlar” olarak nitelendirdiği Safâ ve Merve tepeleri de Mekke’dedir
Mekke’nin meskûn mahal olarak ortaya çıkmasında en önemli belirleyici unsur, merkezinde yer alan Kâbe’dir. Bu bakımdan Mekke’de şehir hayatı Kâbe’nin yapımıyla başlamıştır. Mekke’nin, Hz. İbrahim ve ailesinin buraya gelmesinden önceki tarihi hakkında fazla bilgi yoktur. Kâbe’yi ilk defa yapan ve şehri kuran Hz. Âdem aleyhisselamdır. Nuh tufanından sonra yıkılan veya semaya kaldırılan Kâbe’nin yerinde bir tümsek vardı. Hz. İbrahim, Kâbe’yi oğlu İsmail ile birlikte bu tümsek üzerine yaptı. Zemzemin bulunması ve Kâbe’nin yapılması buraya hayat kazandırdı. Çevreden insanlar buraya akın ettiler. Hz. İbrahim’in duası bereketiyle burası ibadet ve ticaret merkezi oldu.
Hz. İbrahim’in Kur’ân-ı Kerimde de zikri geçen duası şudur:
“İbrahim demişti ki: Rabbim, bu şehri güvenli bir şehir yap, halkından Allah’a ve âhiret gününe inananları çeşitli ürünlerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (el-Bakara 2/126)
Yüce Allah, Hz. İbrahim’in duasını kabul etmiş ve Mekke’yi güvenilir belde (harem) yapmıştır. Mekke bizzat yüce Allah tarafından harem kılınmış ve bu durum Hz. İbrahim tarafından ilân edilmiştir. Harem kılınan bölge ile ilgili birtakım özel hükümler konularak bu bölge “alem”lerle sınırlanmıştır. Kâbe’yi kuşatan Mescid-i Harâm ile çeşitli dönemlerde yenilenen alemler arasındaki uzaklık 6-18 km. arasında değişmektedir.
Kâbe yapıldıktan ve Mekke “güvenilir belde”(harem) ilân edildikten sonra Hz. İbrahim insanları hac ibadeti için bu şehre davet etti. Hz. İbrahim ile başlayan hac ibadeti bu güne kadar devam etti, kıyamete kadar da devam edecektir. Şehre ilk zamanlar Yemen taraflarından gelen Cürhümlüler, sonra yine Yemen taraflarından gelen Huzâalılar, sonra da Kureyşliler hâkim oldular. Huzâa kabilesinden Amr b. Luhay, Mekke ve Kâbe idaresini eline alınca tevhid geleneğini tamamen bozup şehirde puta tapıcılığı yaygınlaştırdı. Hz. Peygamber, Mekke’yi fethedip putları temizleyinceye kadar bu gelenek devam etti.
Mekke dağlık ve küçük bir şehir. Normal zamanlarda nüfusu 100 binden çok değil, 60–70 bin diyenler var. Fakat hac dolayısıyla yaklaşık 2,5–3 milyon insan bir araya geliyor. Daracık bir mekân üzerinde bunca insanı organize etmek sanıldığı kadar kolay değil. Bir organizasyon ne kadar başarılı olursa olsun, yine de bazı sorunlar ortaya çıkar.

Rengârenk insanlar bir arada. Evrensel bir topluluk, yani ümmet. Endonezya’dan Fas’a, Kırım’dan Yemen’e Türkiye’den Amerika’ya bütün Müslüman ülkelerden hacı adayları akıyor. Böyle sınırlı bir mekânda en büyük sorun kolayca tahmin edileceği gibi trafik akışıdır. Bazı büyük caddelerde bile arabalar durmuş, yerinden kımıldayamıyor. Ancak bu yine de hayatın durduğu, ibadetin aksayacağı anlamına gelmiyor.
Çoğu bina değişik ülkelerden gelen hacı adayları tarafından tutulmuş durumda. Vadinin düzlüğü bitmiş, tırmanışa geçmiştik. Bir müddet sonra arabaların giremediği ve girse de zaten çıkamayacağı daracık, oldukça dik, bir kısmı betonla basamaklanmış, bir kısmı ise volkanik kayaların oluşturduğu bu sokakları sabırla tırmanıyoruz. Attığımız her adım kıvrıldığımız her köşede söylenmesi ne derece uygun apayrı, iç sızlatan sefaletlerle karşılaştık.
Mekke’de hemen dikkatinizi çeken hususlardan birisi de ezan okunur okunmaz cadde kenarlarının bir mescit haline gelmesi. Hepsinin yanında mutlaka seccade bulunan Mekke sakinleri ezanla birlikte hemen seccadesini yol kenarında oluşan cemaatin yanına sererek saflara katılıyor. Türklerde oldukça yaygın olan, “Namazı biraz sonra kılarım”, anlayışının esamesi bile burada okunmuyor.
Trafik mi hiç sormayın
Bu güzelim yerde, trafik içler acısı. Bütün arabalar ithal ve havalı korna takılmış. Sekiz silindirden aşağı olmayan dev motorlarıyla adeta petrol hortumlayan bu arabaların yüzde doksanı vuruk, çarpık ve eski. Yollarda şerit namına bir şey bulmak mümkün değil. Gerçi yollar gidiş ve geliş olmak üzere otoban şeklinde düzenlenmiş. Ancak kırmızı ışık da olmazsa kimsenin duracağı yok. Her türlü dönüş serbest. Hacıları en fazla rahatsız eden yayalara herhangi bir geçiş hakkı tanınmıyor olması. Mekke’de ticari taksi işlevi gören arabaların büyük çoğunluğunu ABD ve Japonya’nın bugün artık tedavülden kaldırdığı külüstür arabalar oluşturuyor.
Darbeli oluşları, aşırı benzin yakmaları ve yüksek oranda kirli gaz yaymaları ile dikkat çeken arabaların şoförleri de ayrı bir alem. Her ne hikmetse sinyal vermeme gibi bir alışkanlıkları olan bu şoförler, arabayı âdeta deve kullanır gibi kullanıyorlar. Birbirlerinin boşluklarına sinyal vermeden riskli dalışlar yapan şoförler bu sebeple sık sık kazaya sebep oluyorlar. Bu araçlarla hac öncesi 4 riyale gittiğimiz bir yere hac sezonunda 20–30 riyale gitmek işten bile değil. Hac sezonu haricinde fazla müşteri bulamayan bu araçlara binmeden önce mutlaka pazarlık etmeniz gerekiyor. Bu durumun Mekke’de hacıların yoğun yaşadıkları bölgelere mahsus olduğunu, Mekke’nin Aziziye gibi daha lüks semtlerinde, Medine ve Cidde gibi şehirlerde görülmediğini de ifade edelim.
Burada dikkat çeken bir noktada, ufak tefek kazalara aldırmıyorlar. Vurup geçiyor adam, dönüp bakmıyor bile... Hatta bir seferinde bizi Cidde'ye götüren otobüs önündeki kamyonetin arka lambalarını çarparak kırdığını gördüm. Eyvah dedim, şimdi bekleriz... Ama İstanbul'daki gibi bir manzarayla karşılaşmadım. Kamyonetin sahibi aracından indi. "Niye dikkat etmiyorsun" , dedi. O da sağa bakıyordum. Dedi. Bu kadar... Herkes yoluna devam etti. Bende şaşırdım, kaldım...
Kâbe Hilton’un gölgesinde
Kenar mahallelerden gezintimiz Kâbe’ye yönelmemizle noktalanmıştı. Mekke’nin her tarafından görünen Hilton, Sheraton ve Mekke Oteli Kâbe’nin de her tarafını kuş bakışı görüyor. Kâbe’nin hemen yanı başında kurularak Kâbe’yi adeta görünmez yapan bu yapılar hangi mantıkla bu kadar yakına yapılmış anlamak mümkün değil. Birkaç kilometre uzağına yapılsaydı kim zarar görürdü. Hemen yanı başında yapımı devam eden dev inşaat ise Türk kalesinin yerine yapılan meşhur otel...
Kâbe’yi çevreleyen bu otellerin ciddi engel olacağı apaçık meydanda iken, hala aynı yakınlığa başka otellere inşaat izninin verilmesi anlaşılacak gibi değil.
Buraya gelmeden önce Mekke’yi, nereden bakarsak bakalım Kâbe’nin minarelerinin görülebileceği bir şehir olarak biliyordum. Ancak ne yazık ki tam önüne gitmeyinceye kadar Mescid–i Haramı görmek oldukça zor. O ihtişamı oteller zinciri ile kapatılmış durumda maalesef.
Hızla devam eden inşaatlar Mekke’yi bir beton yığını haline getiriyor. Bu ise kutsal mekânların gölgede kalmasına, beton canavarlar tarafından adeta yutulmasına sebep oluyor. Beytullah ve Mescid–i Nebevi başta olmak üzere manevi dünyamızın da şaheserleri olan bu eşsiz eserlerin ciddi ve profesyonel olarak korunması gerekiyor
Derleme @erolkaranet - 24.03.2020