
Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v.) bir Hadîs-i Şerîflerinde “Kabrim ve minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir” buyurmuşlardır. Ravza ismi de bu Hadîs-i Şerîf’te geçen ve bahçe mânâsına gelen “Ravza” kelimesinden gelmektedir. Burada yapılan ibâdet ve duâlar, cennet bahçelerinden birinde edâ edilmiş gibidir. Ravza-i Mutahhara, Mescid-i Nebevî’nin içinde yer almakta olup Hazret-i Peygamberin (s.a.v.) mihrâbı, minberi ve mübârek kabr-i şerîflerinin bulunduğu alana denilmektedir. Uzunluğu 22 metre, genişliği 15 metre olup 230 m2’dir. Günümüzde Ravza alanını Mescid-i Nebevî’nin diğer bölümlerinden belirginleştirmek için açık yeşil halı döşenmiştir. Diğer kısımların halıları ise kırmızı renktedir.

Hücre-i Saâdet
İki Cihan Sultanı Hazret-i Muhammed Mustafâ (s.a.v.) Efendimiz hicretin on birinci yılında (milâdî 632) Rebî-ül-evvel ayının 12’sinde Pazartesi günü öğleden evvel Hazret-i Âişe’ye (r.anhâ) ait odada âhirete irtihâl eyledi. Ashâb-ı Kirâm, Peygamberimizin mübârek kabrinin kazılması husûsunda Hazret-i Ebû Bekr’in (r.a.) hatırlattığı şu Hadîs-i Şerîf’e uymuşlardır: “Peygamberler, rûhlarını teslim ettikleri yerde defnolunurlar.” Böylece Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Mescid-i Nebevî’nin yanında bulunan zevcesi Hazret-i Âişe’ye (r.anhâ) ait olan evin odasına defnedildi. İnsanlar, Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından bir müddet sonra şifâ ve bereket umudu ile mübârek kabr-i şerîflerinden toprak almaya başladılar. Bunun üzerine Hazret-i Âişe (r.anhâ) vâlidemiz kabr-i şerîfin etrâfını duvar ile çevirttirdi. Daha sonraki yıllarda aynı hücreye Hazret-i Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a.) ve Hazret-i Ömer el-Fâruk (r.a.) Efendilerimiz de defnedildiler.
Resûlullah Efendimizin torunu Hazret-i Hasan (r.a.) H.49/M.669 senesinde Medîne-i Münevvere’de vefât ettikleri vakit, vasiyeti üzerine kardeşi Hazret-i Hüseyîn (r.a.) tarafından ilk önce Hücre-i Saâdet’e götürüldü. Ancak Hazret-i Hasan’ın (r.a.) buraya defnedileceğini zanneden bazı kişiler itirâz ettiler. Büyüyen tartışmalar, araya giren kimseler tarafından yatıştırıldı ve cenâze Cennetü’l-Bâkî kabristanına götürüldü. Bir daha böyle hâdiselerin yaşanmaması için de Hücre-i Saâdet’in kapısı örülerek tamamen kapatıldı.
Altıncı Emevî halifesi Velîd bin Abdülmelik, Medîne vâlisi iken duvarı yükseltti ve üzerini küçük bir kubbe ile kapattırdı. Üç kabir, dışardan görülemez ve içeriye girilemez hâle geldi. Ömer bin Abdülazîz, Medîne-i Münevvere vâlisi iken duvarın etrafına Kâ’be-i Muazzama’ya benzememesi için beş köşeli ve kapısız olan ikinci bir duvar çektirdi. Irak’ta Zengîlerin idare ettiği Atabegler Devleti’nin veziri ve Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin amcasının oğlu olan Cemâleddîn-i İsfehânî H.585/M.1189 senesinde Hücre-i Saâdet’in dış duvarı çevresine sandal ve abanoz ağaçlarından mescidin tavanına kadar yükselen bir parmaklık yaptırdı. Fakat H.688 / M.1289’daki yangında parmaklık yanınca, yerine demirden bir parmaklık yapılarak yeşile boyandı. Bu parmaklığa Şebeke-i Saâdet denir. Şebeke-i Saâdet’in kıble tarafına Muvâcehe-i Saâdet, doğu tarafına Kadem-i Saâdet, batı tarafına Ravza-i Mutahhara, kuzey tarafına ise Hücre-i Fâtıma denir.
Peygamber-i Zişân Efendimizin (s.a.v.) ve iki halîfesinin mübârek kabirlerini barındıran ve Hücre-i Saâdet ismi ile anılan bölüm duvarla çevrilidir. Bu duvarın dışı da perde ile çevrilidir. Perdenin dışında ise şebekeler vardır. Ziyâret ancak şebekelerin önünden gerçekleştirebilmektedir. Sultan II. Mahmud Han, Selçuklu Hükümdarı Sultan Mahmud Zengî zamanında meydana gelen ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) mübârek cüsselerini çalma teşebbüsünün tekrarlanmaması için kabr-i şerîfin etrâfına derin bir hendek kazdırıp içine kurşun döktürmüştür. Mescid-i Saâdet’in tâmir ve tezyîni (süslemesi) için Osmânlı pâdişâhlarından Sultân Abdülmecîd Hân pek çok harcamalar yapmıştır.
İstanbul’daki Koca Mustafa Paşa Hânkâh-ı Şerîf’i (Sünbül Efendi Dergâhı) ser-zâkiri (baş zâkir) Dervîş Ahmed Peşkârî H.1206/M.1791 senesinde Medîne-i Münevvere’yi ziyâret eder ve hâtıralarını “Tayyîbetü’l-Ezkâr” (Tatlı Hâtıralar) adlı risâlede anlatır. Ahmed Efendi Hücre-i Şerîf’i şöyle târif etmektedir: “…Malûmunuz olsun ki, Hücre-i Şerif’in kapısı 4 adettir. Biri Bab-ı Fatımatü’z-Zehra’dır. Biri Bab-ı Şâmi’dir, Biri Bab-ı Ravza-i Mutahhara’dır. Buna Bab-ı Tövbe, Bab-ı Vekur dahi denir. Biri Bab-ı Muvacehe veya Bab-ı İcabe’dir. Hücre-i Şerif’in etrafını çeviren parmaklıkların içine giren kimse “Arş’tan ve Kürsi’den şerefli olan yere girdim” diye yemin etse doğrudur. Zira, 4 hak mezhepte de Hücre-i Saadet’in içi Arş’tan ve Kürsi’den yücedir diye fetva verilmiştir. 70 kandil vardır ki, şebike derununda (parmaklık içinde) yanar. İki büyük altun şamdan vardır. Biri Efendimizin baş tarafında, biri mübarek ayakları tarafında her gece yanar…”

Kabr-i Şerîf örtüleri
Rivayete göre kabr-i şerîfe ilk örtüyü Abbâsî halîfelerinden Hârûn Reşîd’in annesi Hayzaran koymuştur. Daha sonra Mısır Sultânı Hüseyîn bin Ebi el-Hice’e üzerinde Yâ-Sîn sûresinin yazılı olduğu bir örtü örtmüştür. Böylece örtü değiştirme bir gelenek hâline dönüşmüştür. Osmanlı dönemine ait olan ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mübârek kabr-i şerîfi üzerinde yer alan siyâh kadife örtüde sarı klaptanla Ahzâb sûresinin “Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah’ın Elçisi ve peygamberlerin hâtemidir. Allah her şeyi bilendir.” meâlindeki 40. âyet-i kerîmesi işlenmiştir. Yine Osmanlı dönemine ait olan ve siyâh renk kadife üzerine sarı klaptanla Arapça olarak “Kerâmetle taçlanan bulutla gölgelenen, Allah O’na, O’nun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm eylesin” ibâresi işlenmiştir. Söz konusu örtüler günümüzde Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir.
Kisve-i Şerîf
Hücre-i Saâdet’in beş köşeli duvarları ile birlikte üzerlerine Kubbetü’n-Nûr adı verilen küçük bir kubbe de yapılmıştı. Osmanlı padişahlarının gönderdikleri Kisve-i Şerîf bu kubbe üzerine örtülmekteydi. Osmanlı Devleti zamanında Hücre-i Şerîf’in duvarlarına asılan ve Kisve-i Şerîf diye adlandırılan örtüler, yeşil renk zemin üzerine zig-zag şeklinde olup yazılar açık sarı renktedir. Yukarıdan aşağıya doğru: “Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah’ın Elçisi ve peygamberlerin hâtemidir. Allah her şeyi bilendir.” meâlindeki Ahzâb sûresinin 40.âyet-i kerîmesi / Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resûlullah / Allahümme salli alâ Muhammed ve âlihi sahbihi ve sellim (Salavât-ı Şerîfe) / Allah’ı ve melekleri, Peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeğe, şânını yüceltmeğe özen göstermekte)dir. Ey inananlar, siz de ona salât edin, (onun şânını yüceltmeğe özen gösterin); içtenlikle selâm edin (ona esenlik dileyin) meâlindeki Ahzâb sûresinin 56.âyet-i kerîmesi yazılıdır.
Kabr-i Şerîf’in kokulanması
Hücre-i Saadet ilk kez Hârûn Reşîd’in annesi Hayzaran tarafından kokulanmıştır. Daha sonra bir gelenek hâlini alarak günümüze kadar gelmiştir.
Cevher-i Saâdet
Cevher-i Saadet Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mübârek kabr-i şerîfini çevreleyen hücre-i saâdetin dışına asılı olan perdenin değiştirilmesi esnâsında toplanırdı. Otuz-kırk senede bir değiştirilen bu perdelerin yenilenmesi sırasında Harem-i Şerîf hademelerinden en ihtiyarı ve salih olanları vazife alırdı. Hademeler tarafından belli zamanlarda Hücre-i Şerîf’e girilir ve süpürülen tozlar dahi ziyân edilmezdi. Kabr-i Şerîfin temizliği sırasında kullanılan süngerlerden biri günümüzde Hırka-i Şerîf Câmii Koleksiyoner Odasında sergilenmektedir.
Altın Şamdanlar
Padişah Sultan Abdülmecid Han zamanında Hazret-i Peygamberin (s.a.v.) kabr-i şerîflerinin baş ve ayak taraflarında iki adet altın şamdan bulunmakta idi. Bizzat Sultan Abdülmecid Han tarafından hediye edilen bu altın şamdanların her biri 48’er kilogram olup üzerlerinde binlerce pırlanta bulunmaktaydı. Bugün bu sanat şâheseri şamdanlar Topkapı Sarayı’ndadır.

Kevkeb-i Dürri Elması
Hazret-i Resûlullah’ın (s.a.v.) Muvâcehe-i Şerîf diye yâd edilen çehreleri karşısında kabr-i şerîfin örtüsüne asılmakta idi. Yuvarlak altın bir levhâ üzerinde yer alan biri 52, diğeri 48 kırat büyüklüğündeki Sultan I.Ahmed Han tarafından vakfedilen elmaslara Kevkeb-i Dürri adı verilmekte idi. Sultan III.Mehmed Han’ın yüzük olarak taşımakta olduğu bu değerli elmas oğlu Sultân I.Ahmed Han’a intikâl edince, o da elmasları altın bir levhâ üzerine yerleştirip Medîne-i Münevvere’ye göndermiştir. Bu değerli elmaslar bugün Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir.
Muvâcehe-i Şerîf
Maksûre’nin Ravza-i Mutahhara’ya bakan duvarlarına “Muvâcehe-i Şerîf” denilmektedir. Muvâcehe-i Şerîf’in altın parmaklıkları (şebeke) üzerinde üç adet levhâ asılı bulunmaktadır. Altın çerçeveli yeşil renk zemin üzerine altınla Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler yer almaktadır. Soldan sağa doğru birincisinde; “Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah’ın Elçisi ve peygamberlerin hâtemidir. Allah her şeyi bilendir.” meâlindeki Ahzâb sûresinin, 40.âyet-i kerîmesi yazılıdır. İkinci levhâda (burası Hz.Peygamberin (s.a.v.), Hz.Ebû Bekr’in (r.a.) ve Hz.Ömer’in (r.a.) medfûn bulundukları Hücre-i Şerîf’in içine bakılan küçük deliklerin bulunduğu yerdir): “Ey inananlar, seslerinizi, Peygamberin sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi, onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.” meâlindeki Hucurât suresinin 2.âyet-i kerîmesi yazılıdır.

Son olarak üçüncü levhada ise yine Hucurât sûresinin: “Allah’ın Elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini, takva için imtihan etmiş (onların takvaya ehil olduklarını anlamış)tır. Onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.” meâlindeki 3.âyet-i kerîmesi yazılıdır.
İki kolon arasındaki Muvâcehe-i Şerîf’in 6 adet kanattan oluşan parmaklıklarının her birinde birer hilâl bulunmaktadır. Bu hilâllerin altında “Yâ Allah-Yâ Muhammed” yazısı hemen altında ise dört satır hâlinde “Lâ ilâhe illâllah Melîkü’l-Hakki’l-Mübîn, Muhammed’ür-Resûlullah sâdıkü’l-va’di’l-emîn” yazısı işlenmiştir. İki direk arasındaki şebekede (burası Hz. Peygamberin (s.a.v.), Hz.Ebû Bekr’in (r.a.) ve Hz.Ömer’in (r.a.) medfûn bulundukları Hücre-i Şerîf’in içine bakılan küçük deliklerin bulunduğu yerdir) bir kapı bulunmaktadır ki, bu kapının üzerinde de yine “Lâ ilâhe illâllah Melîkü’l-Hakki’l-Mübîn, Muhammedün Resûlullah sâdıkü’l-va’di’l-emîn” yazısı vardır. Soldan sağa doğru; büyük delikten bakıldığında Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kabr-i şerîfleri, diğer iki küçük delikten bakıldığında ise Hz.Ebû Bekr (r.a.) ve Hz.Ömer’in (r.a.) kabirleri görülebilmektedir. Muvâcehe-i Şerîf’in kolon ve direkleri arasında muhtelif desenlerde çiniler bulunmaktadır. Muvâcehe-i Şerîf’in önündeki yerler mermerdendir.


Hücre-i Saâdet’in Etrâfındaki Direkler
Serîr Direği:
Muvâcehe-i Şerîf parmaklıkları arasında yer almaktadır. Üzerinde Arapça olarak: “Hâzâ Ustuvânet es-Serîr” yazılıdır. Hz.Peygamberin (s.a.v.) kabrinin batı duvarına bitişiktir.
Muharras Direği (Alî bin Ebû Tâlib Direği):
Kabr-i Şerîf’in parmaklıkları arasında yer alır. Üzerinde Arapça olarak: “Hâzâ Ustuvânet el-Muharras” yazısı vardır.
Vufud Direği (Heyetler Direği):
Kabr-i Şerîf’in parmaklıkları arasındadır. Üzerinde Arapça olarak: “Hâzâ Ustuvânet el-Vufuud” yazısı bulunmaktadır.

http://www.dunyabizim.com/ Doğan Pur salâvatlar eşliğinde okuyalım dedi