Deccal’dan Daha Beter Olanı Sapıtıcı İmamlardır
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle, senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Bu ilâhi hükümlere bir bakın. Eğer ahkâm gözü ve ölçüsü ile bakarsanız, sapıtıcı imamların deccalden daha beter olduğunu görmüş olacaksınız.
İşte bu Âyet-i kerime, bir bölücü ile bir mümin arasında bir berzahtır. Bütün bölücülerin İslâm dairesinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir.
Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine de tardetmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”
Resulullah Aleyhisselâm’a emrettiği gibi, gerçek müminlere de şamildir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.”
“Onlar kimlerdir?”
“Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Eğer Allah-u Teâlâ’nın bu emr-i ilâhiye’sine uyarsan gerçek müslümansın. Onlardan ilgiyi kesersen imanını kurtarmış olursun. Çünkü: “Senin onlarla hiçbir ilgin yoktur.” buyuruluyor.
Hüküm Yalnız Allah’ındır:
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde:
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Hazret-i Allah’ın hükmü esastır, mahlukun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na âittir. Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salâhiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir, irade, tam tasarruf O’na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Zira:
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir.
“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiç birisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun emrettiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O’ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.
O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlukun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.
O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?
“Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Ra’d: 41)
O’nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur.
Din kuran ve dinini ayakta tutmak isteyenlere gelince:
Onlar bu Âyet-i kerime’yi inkâr ettiler. Hazret-i Allah’ın hükmüne karşı geldiler, Âyet-i kerime’lerin hükmünü ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fâize helâl diyenler, küfrü hoş görenler, ilâhlığını ilân edenler, tesettürü inkâr edenler, sahte halifeliğini ilân edenler ve daha nice sahte ve türemeler Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini ortadan kaldırdılar.
Emr-i ilâhi’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
Bu Âyet-i kerime, her yoldan sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki onlar nefsini ilâh edinmiş, şirke düşmüşlerdir.
Öyle ki; Allah-u Teâlâ nefsinin hevâ ve hevesini ilâh edinenin kulağını ve kalbini mühürler, gözünün üstüne perde çeker.
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Ve fakat bütün bölücülere bakın, imamlarına nasıl sarılmışlar. Sanki bu ilâhi hükümler kendilerine hitap etmiyormuş gibi kulak vermek bile istemezler.
Ömer Öngüt
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle, senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Bu ilâhi hükümlere bir bakın. Eğer ahkâm gözü ve ölçüsü ile bakarsanız, sapıtıcı imamların deccalden daha beter olduğunu görmüş olacaksınız.
İşte bu Âyet-i kerime, bir bölücü ile bir mümin arasında bir berzahtır. Bütün bölücülerin İslâm dairesinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir.
Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine de tardetmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”
Resulullah Aleyhisselâm’a emrettiği gibi, gerçek müminlere de şamildir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.”
“Onlar kimlerdir?”
“Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Eğer Allah-u Teâlâ’nın bu emr-i ilâhiye’sine uyarsan gerçek müslümansın. Onlardan ilgiyi kesersen imanını kurtarmış olursun. Çünkü: “Senin onlarla hiçbir ilgin yoktur.” buyuruluyor.
Hüküm Yalnız Allah’ındır:
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde:
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Hazret-i Allah’ın hükmü esastır, mahlukun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na âittir. Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salâhiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir, irade, tam tasarruf O’na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Zira:
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir.
“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiç birisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun emrettiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O’ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.
O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlukun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.
O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?
“Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Ra’d: 41)
O’nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur.
Din kuran ve dinini ayakta tutmak isteyenlere gelince:
Onlar bu Âyet-i kerime’yi inkâr ettiler. Hazret-i Allah’ın hükmüne karşı geldiler, Âyet-i kerime’lerin hükmünü ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fâize helâl diyenler, küfrü hoş görenler, ilâhlığını ilân edenler, tesettürü inkâr edenler, sahte halifeliğini ilân edenler ve daha nice sahte ve türemeler Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini ortadan kaldırdılar.
Emr-i ilâhi’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
Bu Âyet-i kerime, her yoldan sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki onlar nefsini ilâh edinmiş, şirke düşmüşlerdir.
Öyle ki; Allah-u Teâlâ nefsinin hevâ ve hevesini ilâh edinenin kulağını ve kalbini mühürler, gözünün üstüne perde çeker.
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Ve fakat bütün bölücülere bakın, imamlarına nasıl sarılmışlar. Sanki bu ilâhi hükümler kendilerine hitap etmiyormuş gibi kulak vermek bile istemezler.
Ömer Öngüt