Resulullah Efendimiz bir hastayı ziyaret etti. Bunun, eli ile yastık kaldırıp, üzerine secde ettiğini görünce, yastığı aldı. Hasta, odun kaldırarak bunun üstüne secde etti. Odunu da aldı ve “Gücün yeterse, yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne bir şey kaldırıp, bunun üzerine secde etme! İma ederek kıl ve secdede, rükudan daha çok eğil!” buyurdu.
Bir uzvundaki hastalıktan dolayı uygun oturamayan kimse, istediği gibi oturur. Dizlerini bükemiyorsa, oturabilmek için, ayaklarını kıbleye karşı uzatabilir. Bir yerini yastığa veya başka şeye dayar. Yüksek bir şeyin üstüne oturup ima ile kılması caiz değildir. Dizlerini bükebiliyorsa ayaklarını kıbleye karşı uzatması mekruh olur. Ayaklarını uzatmadan oturması gerekir.
Sandalyede oturarak namaz kılınamaz. Böyle kılanın namazı kabul olmaz. Çünkü, sandalyede oturmak için zaruret yoktur. Sandalyede oturabilen kimse, yerde de oturabilir ve yerde oturabilenin yere oturup kılması lazımdır. Namazdan sonra, yerden ayağa kalkamayan, sandalyeden ise kolay kalkan hastayı yerden bir kimse kaldırır. Yahut, kıbleye karşı olan bir karyolada, ayaklarını sarkıtmadan oturarak kılar. Namazdan sonra, ayaklarını yatağın bir yanına sarkıtıp, sandalyeden kalkar gibi kalkar.
Bir şeye dayanarak veya bir kimsenin tutması ile de, yerde oturamayan hasta, sırtüstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye uzatır. Başı altına yastık koyar. Yüzü kıbleye karşı olur. Veya kıbleye karşı sağ veya sol yanı üzerine yatar. Rüku ve secdeleri, başı ile ima eder. Böyle de ima edemeyen aklı başında bir hasta, bir günden çok namazını kılamazsa, hiçbirini kaza etmez.
Hastanın yatakta veya sandalyede, ayaklarını sarkıtarak oturup, ima ile kılması caiz değildir. Hasta, yerde veya uzunluğu kıble istikametinde olan bir çekyat üstünde, kıbleye karşı oturarak kılar. Yere oturunca kalkamazsa, sandalye, koltuk veya yatak üzerine oturur, ayaklarını bir sehpanın üstüne koyarak ima ile kılar. Felçli olup sandalyesinden inip binemeyen de, mümkünse ayaklarını sehpaya koyar veya koydurur. Buna da imkân yoksa, tekerlekli sandalye mahkumu olan zaruretten dolayı kendi sandalyesinde, engellilere mahsus tekerlekli sandalyede kılması caiz olur.
NAMAZIN BOŞA GİTMEMESİ İÇİN
Hadis-i şerifte, “Namaz dinin direğidir” buyurulmuştur. Namaz şartlarına uygun olarak kılınmazsa din yıkılmış olur. Kur’an-ı kerimde de, birçok yerde, namazın dosdoğru kılınması emredilmektedir.
Mesela, Ra’d sûresinin 22. âyetinde meâlen: “Onlar, şu kimselerdir ki, Rablerinin rızasını kazanmak için sabrederler. Namazlarını dosdoğru kılarlar. Kendilerine verdiğimiz rızktan gizli ve âşikâr infâk eder, verirler. Kendilerine kötülük yapanlara, iyilik ederler. O müminler için (amellerine karşılık) âhiret saadeti ve rahat vardır” buyurulmuştur.
Lokman suresi 17. ayetinde de “Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir” buyurulmuştur.
Peygamberimiz, bir kimsenin namaz kılarken şartlarını yerine getirmediğini; rükü’unu ve secdelerini tamam yapmadığını görüp, “Sen namazlarını böyle kıldığın için, Muhammed’in dîninden başka bir dinde olarak ölmekten korkmuyor musun?” buyurdu.
Namazımızın geçerli olması için boşa gitmemesi için reformcuların sözleri ile değil, fıkıh âlimlerinin, ilmihal kitaplarının bildirdikleri ile amel etmek zorundayız!
Yine buyurdu ki: “Sizlerden biriniz, namaz kılarken, rükû’dan sonra tam kalkıp, dik durmadıkça ve ayakta, her uzuv yerine yerleşip durmadıkça namazı tamam olmaz.” Bir kere de buyurdu ki: “İki secde arasında dik oturmadıkça, namazınız tamam olmaz.”
Bir gün Peygamberimiz birini namaz kılarken, rükû’dan kalkınca dikilip durmadığını ve iki secde arasında oturmadığını görüp, buyurdu ki: “Eğer namazlarını böyle kılarak ölürsen, kıyâmet günü sana, benim ümmetimden demezler.”
Bir kere de buyurdu ki: “Altmış sene, bütün namazlarını kılıp da, hiçbir namazı kabul olmayan kimse, rükû ve secdelerini tamam yapmayan kimsedir.”
Zeyd İbni Vehb, birini namaz kılarken rükû ve secdelerini tam yapmadığını gördü. Yanına çağırıp, “Ne kadar zamandır böyle namaz kılıyorsun?” dedi. “Kırk sene” deyince, “Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Ölürsen, Muhammed Resûlullahın dini (yani İslâmiyet) üzere ölmezsin” dedi.
Ebû Hüreyre hazretleri buyurdu ki: "Altmış sene, bütün namâzlarını kılıp da, hiçbir namâzı kabûl olmayan kimse, rükü ve secdelerini tamâm yapmayan kimsedir." Zeyd ibni Vehb hazretleri, birini namâz kılarken rükü ve secdelerini tamâm yapmadığını gördü. Yanına çağırıp; -Ne kadar zamândır böyle namâz kılıyorsun, dedi. O kimse; -Kırk sene deyince, cevap olarak; -Sen kırk senedir namâz kılmamışsın. Ölürsen Muhammed aleyhisselâmın sünneti, dini üzere ölmezsin, buyurdu.
"BENİ ZÂYİ ETTİĞİN GİBİ!.."
İmâm-ı Taberânî hazretleri Evsât kitabında buyuruyor ki: "Bir mü'min namâzını güzel kılar, rükü ve secdelerini tamâm yaparsa, namâz sevinir ve nûrlu olur. Melekler, o namâzı göğe çıkarır. O namâz, namâzı kılmış olana, iyi duâ eder ve sen beni kusûrlu olmaktan koruduğun gibi, Allahü teâlâ da, seni muhâfaza etsin, der. Namâz güzel kılınmazsa, siyâh olur. Melekler o namâzdan iğrenir. Göğe götürmezler. O namâz, kılmış olana, fenâ duâ eder. Sen beni zâyi eylediğin, kötü hâle soktuğun gibi, Allahü teâlâ da, seni zâyi eylesin, der." Netice olarak, namâzları tamâm kılmaya çalışmalı, ta'dîl-i erkânı yapmalı, rüküyu, secdeleri, kavmeyi yani rüküdan kalkıp dikilmeyi ve celseyi yani iki secde arasında oturmayı iyi yapmalıdır. Dînin nûru ve özü beş vakit namâzdır. Namâz aynı zamânda dînin direği ve örtüsüdür. Her şeyin fesâdı vardır. Dînin fesâdı ise, namâzı terk etmektir. Namâzını terk eden, dînini terk etmiş demek olur. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi: (Namâz kılan, din binâsını yapmıştır. Namâz kılmayan, dînini yıkmıştır. Namâz, mü'minin mi'râcıdır.)
(Türkiye Gazetesi, 18.8.2010)