
Yanlış okumadınız. Medine’den, o kutlu belde, ensarın şehri Medine’den kardeşim geliyor.
Haber göndereli beri telaştayım. En büyük korkum mahcup olmak.. Layık olduğu şekilde karşılayamamak..
Geçenlerde yanındakilerle güzel bir sohbete dalmış. Onun sohbetine katılmak herkesin bir özlemi, amacıdır, desem kesinlikle abartmamış olurum. Onu Medine’de herkes sever, hamdolsun. İşte yine bir sohbeti sırasında içini çekerek “ Kardeşlerimi ne zaman göreceğim acaba…” diye dertlenmiş. O sadece yanındakilere değil uzaktakilere bile o denli düşkündür ki, zaman zaman kendisinden çok uzak ya da görmediği akrabalarına, kardeşlerine hep elini uzatmak ister.
Kardeş özlemi içinde bulunduğunu yanındakiler söylemiş. Onu sevenler “biz senin kardeşin değil miyiz” dediklerinde, “sizler benim arkadaşlarımsınız, canlarımsınız sizler benim dostumsunuzdur. Ama onlar benim kardeşim. Onları ne zaman göreceğim” diye hep meraktayım. “Ve biliyor musunuz, onların çoğu beni hiç görmeden kalplerine bastı, hiç görmeden beni görmek sevdasıyla yanıp tutuşuyor.” Demiş. ( Hadisi şerif)
Sonra görmeye karar vermiş kardeşim ve haber göndermiş.
“O bana hep geliyor. Gelmek istiyor. Fırsat buldukça da geliyor. Bu kez ben kardeşime gitmek istiyorum”. Demiş.
Bunu duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Kardeşimin bu mesajını duyduğumda o kadar çok sevindim ki. Dizlerimde derman, gözümde sevinç yaşları kalmadı.
İşte birkaç gün sonra, O gelecek… Bu yazıyı yazarken bile ağlıyorum. Parmaklarım klavye üzerinde gezinirken yüreğim yerinden çıkacakmış gibi çırpınıyor.
Medine’den kardeşim gelecekmiş. Şaşkınım. Nasıl Karşılamalıyım. Çaresizim. Duyduğumdan beri elim ayağıma dolandı. Nasıl karşılamalıyım, nasıl ağırlamalıyım. Ne yapmalıyım. Kimlere haber vermeliyim.
Belki sizlerde bana yardımcı olursunuz diye, sizlerle paylaşmak istedim.
Evet, O geliyor.
O beni, her gidişimde şehrin girişinde karşılardı. Her dönüşümde de şehrin en uzak noktasına kadar gelir ve beni uğurlamaya çalışırdı.
Birbirimizi gördüğümüzde öylesine hasretle sarılırdık ki hiç ayrılmayacakmış gibi olurduk. Sarar sarmalardı beni. Bağrına basardı. Elinden geldiğinden fazlasını yapardı. Beni ağırlamak için.
O’nun yanında huzura erdiğimi biliyorum. Huzur Onun yanında güzelleşirdi. Günler nasıl geçerdi bilemezdim. Öylesine güzel bir yüzü var ki, derler ya nur damlar. Onda Nur damlamaz Nur’un kendisiydi O. O’nu ben değil bilenler bilir. Bilenler de aynı benim gibi ya da benden daha güzel şekilde Ondan bahseder. Kardeşin derler berekettir bizim için. Kardeşin geleli buralar nur şehri oldu. O’nun varlığı ile kardeşliği, akrabalığı, paylaşmayı, huzuru, rahatı, akrabalığı, evlatlarımızın değerini bilir olduk.
Derler ki “O’nun adı her geçtiğinde, kardeşin çok mübarek insan, şerefli, haysiyetli, can yoldaşı, sırdaş, can ciğer bir insan” . Hatta içlerinden pek çoğu “canımız, malımız, evladımız, ana babamız O’na feda olsun. O’nu biz senden fazla seviyoruz.” Derler.
Ben bunları duyunca kardeşimi yeterince sevmiyor muyum diye düşünürüm. O diyenleri de için için kıskanırım. Ona benden daha fazla kıymet verenler, onu sık sık ziyaret edenleri dahi görünce, onun için yola çıkanları bilince hepsini kıskanırım. İçim içimi yer. Keşke derdim Onun yanında hep olsam, onun dizi dibinde yaşasam. Ona canım verecek kadar çok sevdiğimi haykırsam derim. Onun yanında, kucağında, dizi dibinde son nefesimi verip hakkın rahmetine ve rızasına kavuşsam derim.
Derim de içimdeki sessiz çığlık çağıldar, çoğalır hasret olur, özlem olur, köz olur yakar içimi..
Şimdi haber göndermiş, geliyorum diye. Kardeşim gelecek diye ben telaşa kapıldım. Ben O’nun gibi O’nu karşılayamayacağım için üzüntümden tir tir titriyorum. Ateşim yükseliyor. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi göğüs kafesimi parçalıyor. Ev halkını da, tanıdıklarımı da, dostlarımı da, çevremdekileri, yetişebildiğim insanların hepsini çok tedirgin etmeye başladım.
O geliyor, diyorum. Kardeşimi en güzel şekilde ağırlamak istiyorum. Diyorum.
Duyuyor musunuz, Medine’den kardeşim geliyor. Ben yataklara düşüyorum. Birileri çare göstersin diye akıl sahibi, yol göstericiye sarılıyorum.
Ona layık bir kardeş olduğumu gösterebilmek için neler yapacağımı bilemiyorum.
O gelince ne diyeceğimi de bilemiyorum.
Kardeşim benim yaşadığım şehir burası dediğimde...
Ne kadar çok caminiz var. Hepsi birbirinden büyük, hepsi pek süslü, haydi onlardan birine gidelim derse ve oraya gittiğimizde bana “cemaat nerede” diye sorarsa ne derim.
Yol boyunca bankaların, finans kurumlarının faiz oranlarını, kredi vaatlerini gösteren reklamlarını, bankaların vitrinlerini süsleyen koca koca faiz kelimelerini göstererek bunlar nedir derse, kardeşim onlar senin ayaklarının altına aldığın faizi dağıtan kurumlardır cevabını nasıl veririm.
Yol kenarlarında reklam panolarında, bayilerde bulunan gazete ve mecmualarda, televizyon ekranlarında görülen bizlerin yadırgamadığımız ve utanmadan baktığımız iffetten uzak kadın resimlerini görünce ben ne diyeceğimi şimdiden bilemiyorum.
Sadece bunlar mı? Yeni doğmuş bebeklerini çöplüklere, sulama kanallarına, duvar diplerine bırakanlardan, gayri meşru hayat süren, dinle imanla bağdaşmayan sözde evliliklerden nasıl söz ederim.
Evde ne yapacağım. Tamam, belki en güzel yemekleri ona sunabilirim. En güzel seccademi önüne serebilirim. En güzel yatağımı ona verebilirim. Ancak evdeki televizyonu onun yanında nasıl açarım. Raflar dolusu kitaplarımın arasında duran bazı kitaplarımdan nasıl söz ederim. Her akşam “benim mektuplarımı, gönderdiğim mesajı çocuklarınla oturup mütalaa ediyor musunuz” derse ne cevap veririm. ?
Ya çeşit çeşit şarkıların, türkülerin, filmlerinin vakit öldürücü oyunların bulunduğu cd ve kasetleri sorarsa nasıl cevap verebilirim.
Şehrin neresini görmesini isteyebilirim. Alış veriş merkezlerinin tüketim merkezi olduğunu, sokaklarda yerlerde atılmış ekmek ve yemek artıklarından nasıl söz ederim. En küçük bahane ile insanların birbirine sövüp saymasını, işlenen cinayetleri, kardeş kavgalarını, hırslarını, birbirilerini sayıp saymadıklarını, yaşlanan anne babaların huzurevlerinde ya da kendi evlerinde bir başlarına terk edilmiş halde kaldıklarını nasıl anlatırım. Küçükler ve büyükler arasında saygının kalmadığını, bar ev meyhanelerin çokluğunu, kumarhanelerin varlığını nasıl izah ederim. Kadınların ticari heveslere kurban gitmesinden, her gün bir kadın cinayetinden, kadınlara yapılan haksızlıklardan, kadınların mal gibi kullanılmasından hangi yüzle cevap vereceğimi bilemiyorum.
Sokakların yarı çıplak insanlarla dolu olmasını nasıl önlerim. Tesettürü nasıl anlamışsınız, altları çıplak başları örtülü bu kadınlara sen beni anlatamadın mı derse, ne derim. Gerçi, şimdi mevsim kış. İnsanlar yaz aylarında olduğu gibi atlet don gezmiyor. Hepsi kapanmış. Ben kış aylarını aslında bu yüzden seviyorum. Soğuktan korunmak amaçlı da olsa insanlar iyice kapanmış durumda. Yolda çıplaklar olmayacak.
Hafızlarınız var, Kuran-ı Kerimi anlayanınız yok mu derse ne yaparım.
Müezzinleriniz var, camileriniz hoparlörlerle dolu derse ne yaparım.
Ben artık kardeşime neler göstereceğimi bilemiyorum. Etrafım çağın yozlaşmış durumundan dolayı çirkinliklerle dolu. Ve ben çaresizim.
Medine’den kardeşim geliyor. Gelme diyemem.
Başımın üstünde yeri var. Ben de çok özledim. Hatta son nefesimi bile Onun dizi dibinde vermek istiyorum. Ona canımı bile gözüm kapalı veririm.
Ama çok sıkılıyorum. Onu bu şehirde nasıl karşılayacağımı bilemiyorum.
Ah kardeşim bir bilse Onun gül kokunu özlediğimi, her an dilimden düşürmediğimi, onun bulunduğu beldelere giden birini gördüğümde eline yapışıp benden selam götürmesi için yalvardığımı bir bilse…
Şimdi gelse ki benim bu şehirde resmen ateşle imtihan olduğumu görse çok şaşıracak. Bana “ben sana böyle yaşamalısın, dedim mi,” derse. Bana kızarsa. Bana darılırsa ben ne yaparım.
Ben sana böyle bir tavsiyede bulunuyordum. Hani bana senin yaptıklarını yapıyor, sözlerini uyguluyorum diyordun da bunlar ne diye bana sorsa…
Medine’den kardeşim geliyor.
Ne yapacağımı bilemiyorum.
Yoluna kurban olduğum, hayatına hayran kaldığım, her şeyini örnek aldığım geldiğinde senin söylediklerini dışında bir ortamla karşılaşırsam beni merhametli yüreğinle hoş görmeni isterim.
Gel ey Gül kardeşim.! Gel ey Canımın içi!
Bütün bunları yazdığım için üzülme sakın ey kardeşim!..
Ama ne yapmalıyım ki, gerçek bu.
Bu gördüklerinle canım kardeşim! Sana layık kardeş olamadığımı sakın düşünme.
Ben senin hoş görüne, sevgine, merhametli oluşuna sığınıyorum.
Rabbime benim için, benim gibiler için dua et.
Kırık dökük, bölük pörçük de olsa, şefaat ve hoşgörülerine sığınıp yolunu gözlüyorum. Yolunu hasretle bekliyorum.
Senin beni Medine’nin girişinde gül kokunla, sevginle, misafirperverliğinle, mütevazı bir şekilde beklediğin gibi. Ya da senin gibi karşılamaya çalışır şekilde.
Gel ey güzeller güzel, gel ey canlar canı, ey dünya ve ahiret kardeşim.
Ne olursa olsun evime bekliyorum.
Şimdiden hoş geldin Gül güzeli. Ey Allahın Habibi, Ey Gönüller Sultanı, Kâinatın efendisi.
Resulüm, efendim. Ağabeyim, kardeşim.
Hoş Geldin…
Erol KARA - @erolkaranet