Yusuf Peygamber zamanında İsrailoğulları Mısır’a yerleşmişti. O zamanın Meliki Hz. Yusuf aleyhisselama iman etmişti. Fakat ondan sonra o memleketin başına zorba bir adam geçti ve Firavun oldu.
Mısır'ın yerlileri olan Kıptîler putperestti. Yıldızlara ve putlara taparlardı. Benî İsrâîl kavmini Mısıra sonradan gelip yerleştikleri için hor görürlerdi. Öte yandan İsrâîl oğullarının çoğalıp güçlenmelerinden de endişe duymaktaydılar. Çünkü İsrâîl oğulları çoğalırsa, Mısırın çoğunluğu ve yönetimi onların eline geçebilirdi.
Yeni Firavun bu duruma önlem almak için İsrail oğullarını köleleştirmeye karar verdi. Onları karın tokluğuna ağır işlerde çalışmaları için görevlendirdi. Bütün bu baskılara isyan etmemeleri için güçsüz kalmalarını sağlamaya çalıştı. Bunun için İsrail oğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kız çocuklarının yaşamasına izin veriyordu. Onları da kendilerine hizmetçi yapmıştı.
Bu durum Kuran-ı Kerim’de şöyle bildirilir:
“Firavun Mısır toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardan idi.” (Kasas, 4)
Firavun zorba bir adamdı ve kendini “Tanrıların en büyüğü” ilan etmişti. Kendisini Tanrı kabul etmeyen İsrail oğullarına düşmanca davranıyordu. Mısırın yerli halkı olan kıptîlerden askerler edinen Firavun, onların vasıtasıyla İsrail oğullarına zulmediyordu.
Halkına:
- Şu İsrail oğulları bizden değiller. Ülkemize dışarıdan gelip yerleştiler. Onların hakkı ancak sizin köleniz olmaktır! Diyordu.
Allah'a iman eden İsrail oğulları bu zulüm altındayken Allah-u Zülcelal onları kurtarmak için Hz. Mûsâ aleyhisselâm'ı gönderdi. Mûsâ aleyhisselâm'a, peygamberlik vazîfesi verdi ve ona iki büyük mûcize ihsan etti.
Hz. Musa aleyhisselam Mısır’a gelip kendi halkını ve Firavunu hak dine davet etti. Allah'ın verdiği mucizeleri gösterdi. Ancak Firavun ona iman etmediği gibi halkın iman etmesine de engel oldu. Hz. Musa’ya iman eden sihirbazları işkencelerle öldürttü.
Nil nehri bu ülkede büyük bir zenginlik kaynağıydı. Firavun, nehrin etrafındaki bereketli arazileri elinde tutar, burada ziraat yapan halktan büyük vergiler toplardı. Böylece büyük bir kudret ve zenginliğe sahip olan Firavun, şımarmış ve kibirlenmişti. Hz. Musa’yı hor görüyor ve kibirleniyordu.
“Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yoksa ben, zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim? O'na altın bilezikler verilmeli veya yanında O'na yardımcı melekler gelmeli değil miydi? Firavun kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar fâsık bir kavimdir.” (Zuhruf, 51-54)
Yani Firavun, sahip olduğu saltanat, kudret, servet ve ihtişâmla halkın gözünü kamaştırıyor, Musa aleyhisselâm'ın fakir ve zayıf bir kimse olduğunu söyleyerek küçümsüyordu. Böylece halkın Hz. Musa’ya iman etmesine mani oluyordu. Halkın çoğu da Firavun’dan koruyor ve onu desteklemenin getireceği menfaatleri, ahiret saadetine tercih ediyorlardı.
Ancak Firavunun bütün bu gayretlerine rağmen iman etmesine mani olamadığı kişiler de vardı. Bunlardan biri de, Firavunun kızının hizmetkârı olan Mâşıta Hatun idi.
RESULLULLAH ALEYHİSSELAM MAŞİTA HATUN'U ( rah ) ANLATIYOR
Übey İbn-ü Ka’b (r.a.)’ın anlattığına göre: “Rasûlüllâh (asm) Mi’râc gecesinde çok hoş bir koku hissetti.
“Ey Cibrîl bu güzel koku nedir?” diye sordu.
O da anlattı:
“Bu Mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir:
Hızır (as), Benî İsrâîl’in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergâhında manastırda oturan bir râhib vardı. Hızır oradan geçtikçe râhib önüne çıkar, İslâm’ı öğretirdi. Hızır büluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâm’ı hanımına öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi husûsunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı.
Aradan zaman geçince babası, Hızır’ı bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslâm’ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşâ etti. (Böylece onun İslâm’ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu gördüler.
Bunlardan biri Hızır’ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşâ etti ve: “Ben Hızır’ı gördüm!” dedi.
Ona: “Seninle berâber onu başka kim gördü?” denildi.
O: “Falan kimse!” dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dîninde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam, öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun’un kızının başını tararken tarak elinden düştü.
Kadıncağız: “Firavun helâk olsun!” dedi.
Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler.
O zaman Firavun: “Öyleyse sizi öldüreceğim!” dedi.
Karı-koca: “Bu, tarafınızdan bize bir ihsân olur!” diye merdâne cevâb verdiler ve: “Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!” dediler. O da öyle yaptı.
Rasûlüllâh (asm), Mi’râcda iken güzel bir koku duydu, Cibrîl (as)’a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı.” (İbn Mace, Fiten, 23)
Hadiste geçen Maşita, kadınların saçını güzel tarayıcı kadın demektir.
Hadis, bela ve musibetlere, özellikle din uğrunda karşılaşılan sıkıntılara karşı sabır ve tahammülün ne kadar faziletli olduğunu göstermektedir. Ancak senedi pek sıhhatli değildir. (bk. İbn Mace, a.y.)
2. Hadis:
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’in rivayetinde şöyle anlatılır (bk. 5/30-31):
Müsned’in Arapça Metni:
حَدَّثَنَا أَبُو عُمَرَ الضَّرِيرُ، أَخْبَرَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ السَّائِبِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " لَمَّا كَانَتِ اللَّيْلَةُ الَّتِي أُسْرِيَ بِي فِيهَا، أَتَتْ عَلَيَّ رَائِحَةٌ طَيِّبَةٌ، فَقُلْتُ: يَا جِبْرِيلُ، مَا هَذِهِ الرَّائِحَةُ الطَّيِّبَةُ؟ فَقَالَ: هَذِهِ رَائِحَةُ مَاشِطَةِ ابْنَةِ فِرْعَوْنَ وَأَوْلادِهَا ". قَالَ: " قُلْتُ: وَمَا شَأْنُهَا؟ قَالَ: بَيْنَا هِيَ تُمَشِّطُ ابْنَةَ فِرْعَوْنَ ذَاتَ يَوْمٍ، إِذْ سَقَطَتِ الْمِدْرَى مِنْ يَدَيْهَا، فَقَالَتْ: بِسْمِ اللهِ. فَقَالَتْ لَهَا ابْنَةُ فِرْعَوْنَ: أَبِي؟قَالَتْ: لَا، وَلَكِنْ رَبِّي وَرَبُّ أَبِيكِ اللهُ. قَالَتْ: أُخْبِرُهُ بِذَلِكَ قَالَتْ: نَعَمْ. فَأَخْبَرَتْهُ فَدَعَاهَا، فَقَالَ: يَا فُلانَةُ، وَإِنَّ لَكِ رَبًّا غَيْرِي؟ قَالَتْ: نَعَمْ، رَبِّي وَرَبُّكَ اللهُ. فَأَمَرَ بِبَقَرَةٍ مِنْ نُحَاسٍ فَأُحْمِيَتْ، ثُمَّ أَمَرَ بِهَا أَنْ تُلْقَى هِيَ وَأَوْلادُهَا فِيهَا، قَالَتْ لَهُ: إِنَّ لِي إِلَيْكَ حَاجَةً. قَالَ: وَمَا حَاجَتُكِ؟ قَالَتْ: أُحِبُّ أَنْ تَجْمَعَ عِظَامِي وَعِظَامَ وَلَدِي فِي ثَوْبٍ وَاحِدٍ، وَتَدْفِنَنَا. قَالَ: ذَلِكَ لَكِ عَلَيْنَا مِنَ الحَقِّ ". قَالَ: " فَأَمَرَ بِأَوْلادِهَا فَأُلْقُوا بَيْنَ يَدَيْهَا، وَاحِدًا وَاحِدًا، إِلَى أَنِ انْتَهَى ذَلِكَ إِلَى صَبِيٍّ لَهَا مُرْضَعٍ، كَأَنَّهَا تَقَاعَسَتْ مِنْ أَجْلِهِ، قَالَ: يَا أُمَّهْ، اقْتَحِمِي، فَإِنَّ عَذَابَ الدُّنْيَا أَهْوَنُ مِنْ عَذَابِ الْآخِرَةِ، فَاقْتَحَمَتْ " قَالَ: قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: " تَكَلَّمَ أَرْبَعَةٌ صِغَارٌ: عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلامُ، وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ، وَشَاهِدُ يُوسُفَ، وَابْنُ مَاشِطَةِ ابْنَةِ فِرْعَوْنَ
- Görebildiğimiz kadarıyla bu konudaki rivayetlerin hepsi İbn Abbas’tan nakledilmiştir. Bazı ufak-tefek farklılıklarla beraber, yaklaşık hepsinde aynı şeyler yazılmıştır.
- Müsned’in Arapça metninin Türkçe özeti şöyledir:
Hz. Peygamber şunları söyledi: “Miraca çıktığım gece, bir yerde çok güzel bir koku aldım. Bu kokunun ne olduğunu Cebrail’e sordum.
Dedi ki: “Bu koku Firavun’un kızının berberi/tarakçısı olan kadının ve çocuklarının kokusudur.”
Bu olayın aslını soruduğumda, Cebrail şöyle dedi:
“Bu kadın bir gün Firavun’un kızının saçını tararken, tarak elinden düştü. (onu yerden alırken, gayriihtiyari) Bismillah dedi. Firavun’un kızı “Babam mı? (onu mu kastediyorsun?)” deyince, kadın: “Hayır! Benim kastettiğim benim de senin de babanın da rabbidir.” diye cevap verdi. Firavun’un kızı: “Bunun babama söylerim.” dedi. Kadın da “Evet, söyleyebilirsin.” dedi.
Kızı bunu haber verince, Firavun kadını çağırdı ve: “Kadın! Benden başka senin bir rabbin mi var?” diye sorunca, kadın: “Evet, benim de senin de Rabbi Allah’tır.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Firavun, inek şeklinde bakırdan yapılmış bir heykelin eritilmesini emretti ve heykel eritildi. Sonra kadın ve çocuklarının oraya (eritilen bakırın içine) atılmasını emretti.
Kadın, Firavun’dan bir ihtiyacı/isteği olduğunu söyledi. Firavun kadının ihtiyacı/isteğinin ne olduğunu sordu. Kadın: “Benimle çocuklarımın kemiklerini aynı örtüye sarıp bizi birlikte defnetmeni istiyorum.” dedi. Firavun: “Bu, senin üzerimizdeki hakkındır/bunu yaparım.” dedi.
Firavun’un emriyle, çocukları bir bir kadının gözleri önünde o ateşte eritilmiş bakır çukuruna atıldılar. Nihayet sıra emzirme çağında olan bebeğe gelince, annesi dayanamadı, oldukça gerildi. Bunu gören bebek (Allah’ın izniyle konuşmaya başladı ve) “Anne korkma, atla! Çünkü dünyanın işkencesi ahiretin işkencesinden daha hafiftir.” dedi ve kadın da atladı.
(Hakim’in rivayetinde: “Bebek: Anneciğim sabret, şüphesiz sen hak yoldasın, dedi. Ve nihayet kadın bu çocuğuyla birlikte oraya atıldılar." şeklindeki ifadeye yer verilmiştir.)
İbn Abbas (bu hadisi anlattıktan sonra), şu bilgiyi de ekledi:
“Dünyada şu dört bebek konuşmuş: Yusuf’un şahidi, Cüreyc’in sahibi, Meryem oğlu İsa ve Firavun’un kızının berberi/tarakçısının oğlu.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/30-31)
Hakim Müstedrek’te geçen Arapça metin (bk. , 2/538):
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ صَالِحِ بْنِ هَانِئٍ، ثنا الْحُسَيْنُ بْنُ الْفَضْلِ الْبَجَلِيُّ، ثنا عَفَّانُ بْنُ مُسْلِمٍ، ثنا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، أَنْبَأَ عَطَاءُ بْنُ السَّائِبِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " لَمَّا أُسْرِيَ بِي مَرَّتْ بِي رَائِحَةٌ طَيْبَةٌ، فَقُلْتُ: مَا هَذِهِ الرَّائِحَةُ؟ " فَقَالُوا: هَذِهِ رَائِحَةُ مَاشِطَةِ ابْنَةِ فِرْعَوْنَ وَأَوْلَادِهَا كَانَتْ تَمْشِطُهَا فَوَقَعَ الْمُشْطُ مِنْ يَدِهَا، فَقَالَتْ: بِسْمِ اللَّهِ. فَقَالَتِ ابْنَتُهُ: أَبِي؟ فَقَالَتْ: لَا، بَلْ رَبِّي وَرَبُّكِ وَرَبُّ أَبِيكِ. فَقَالَتْ: أُخْبِرُ بِذَلِكَ أَبِي، قَالَتْ: نَعَمْ. فَأَخْبَرَتْهُ فَدَعَا بِهَا وَبِوَلَدِهَا فَقَالَتْ: لِي إِلَيْكَ حَاجَةٌ. فَقَالَ: مَا هِيَ؟ قَالَتْ: تَجْمَعُ عِظَامِي وَعِظَامَ وَلَدِي فَتَدْفِنُهُ جَمِيعًا. فَقَالَ: ذَلِكَ لَكِ عَلَيْنَا مِنَ الْحَقِّ. فَأَتَى بِأَوْلَادِهَا فَأَلْقَى وَاحِدًا وَاحِدًا حَتَّى إِذَا كَانَ آخِرُ وَلَدِهَا وَكَانَ صَبِيًّا مُرْضَعًا، فَقَالَ: اصْبِرِي يَا أُمَّاهُ فَإِنَّكِ عَلَى الْحَقِّ، ثُمَّ أُلْقِيَتْ مَعَ وَلَدِهَا، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " تَكَلَّمَ أَرْبَعَةٌ وَهُمْ صِغَارٌ: هَذَا وَشَاهِدُ يُوسُفَ، وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ وَعِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ «هَذَا حَدِيثٌ صَحِيحُ الْإِسْنَادِ وَلَمْ يُخَرِّجَاهُ»
[التعليق - من تلخيص الذهبي] 3835 - صحيح
Ayrıca bu hadisi Beyhaki de rivayet etmiştir. (bk. Beyhaki, Delailu’n-nübüvve, 2/389)
Bu hadis rivayeti sahihtir.
kaynaklar / Sorularla İslamiyet / islamihayatdergisi.com