@erolkaranet'te Aradığınız Kelime veya Konuyu Buraya yazınız!

Banner


erolkaranet

Yasin Suresi'nde Bahsedilen Kişi




Anadolunun ilk camisi Habib-i Neccar Cami ve Hâbîb-i Neccar Kıssası - Antakya

Habib-i Neccar Camii Anadolu’da inşa edilen Müslümanların ilk ibadethanesi olması özelliğini taşıyor. Hatay’ın en önemli dini mekânlarından biri olan cami son şeklini Osmanlı döneminde almış.

Antakya, İslam Devleti'nin halifesi Hz. Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeydebin Cerrah tarafından '636' yılında fethedildi. Bu dönemde fethin simgesi olarak, Habib-i Neccar ve Hz.İsa'nın iki havarisinin mezarının bulunduğu yerde bir cami inşa ettirildi. Burası Anadolu’da yapılan ilk cami olma özelliğini taşıyor.

Antalya tüm dinler için kutsal mekanları içinde barındıran bir şehir. Şehir merkezinde yer alan simge yapılardan birisi de Habib-i Neccar Cami. Anadolu’da yapılan ilk cami olarak biliniyor. Avlusu bir buluşma yeri gibi, herkesin geldiği dua ettiği, ibadet ettiği bir yer. Çok eski bir eser olmasa da tarihi eski bir yer.

Hatay'ın Merkez İlçesi Antakya'da bulunan Habibi-i Neccar Camisi, Müslüman ve Hristiyanlar için oldukça büyük bir manevi öneme sahiptir

Cami, özellikle şehri ziyarete gelen Hıristiyanların uğrak mekânlarından biri olmuş. Hıristiyanlar için önemli, çünkü bir Müslüman ibadethanesinin avlusunda Hz. İsa''nın havarileri Yahya, Yunus ve Şem''un-ı Sefa''ya (bu isimler yabancı kaynaklarda sırasıyla Yuhanna, Pavlos ve Petrus olarak geçiyor) ait olduğu rivayet edilen kabirler var.


Ve işte o rivayet 

"Yahya Aleyhisselâm şehit edilmişti. Yahya Aleyhisselâm'ın şahâdetini öğrendiğinde İsa Aleyhisselâm'ın neler yaptığına dair elimizde sağlam bir bilgi yok. Buna rağmen şunu diyebiliriz ki, hem akrabası hem de bir peygamber olan Yahya Aleyhisselâm'ın şahâdetine çok üzüldüğü açıktır.

İsa Aleyhisselâm bir yandan İsrailoğullarını doğru yola çağırırken, diğer yandan da çevre memleketlere tebliğ için havarilerini gönderir. Bu memleketlerden biri de Nusaybin'dir. Nusaybin hükümdarı putperesttir. İsa Aleyhisselâm aldığı ilâhî emir gereği üç havarisini Nusaybin hükümdarı ve halkına tebliğe göndermişti. Nusaybin'e gelen havariler önce büyük bir tepki ile karşılaştılar. Hükümdarı yalan, yanlış bilgilerle dolduran İsrailoğullarının casusları, hükümdarın havarileri terslemesini sağlamıştı. Hatta daha da ileri giderek, havarilerden birinin el ve ayaklarını kesmişti. Böyle ağır bir işkenceye maruz kalan havariler, geri adım atmadılar. Bir kolayını bulup hükümdarın sarayına sokuldular ve hükümdarın çevresinden, yakın adamlarından bir iki kişiyi ikna edip kendilerini dinlettirdiler. Hükümdarın birkaç yakın adamını ikna edip Müslüman olmalarını sağlayan havariler, amaçlarına ulaşmaya başlamışlardı. İman eden adamlar, durumu uygun bir dille hükümdara açtılar ve hükümdarın havarilerle görüşmesini temin ettiler. Havarilerin hükümdarla görüşmesi çok olumlu geçti. Netice itibariyle İsa Aleyhisselâm'ı ağırlamak istediğini havarilere bildirdi. İsa Aleyhisselâm'a haber gönderildi ve Nusaybin'e gelmesi istendi. İsa Aleyhisselâm da Nusaybin'e gelerek, hükümdarla görüştü. İsa Aleyhisselâm'ın Nusaybin hükümdarı ile görüşmesi güzel sonuçlar verdi. Hükümdar iman ederek, Müslüman oldu. Hükümdarın huzurunda bulunurken, kolları ve ayakları kesilen havarinin durumu konuşuldu, Hükümdar pişmanlık ve üzüntüsünü beyan etti. İsa Aleyhisselâm bu havarinin kendisine getirilmesini istedi. Kısa zaman sonra huzura gelen, kolları ve ayakları kesilmiş havari son anlarını yaşıyordu. İsa Aleyhisselâm havarisi için duada bulundu; kolları ve ayakları eski hâline döndü. Havari eski sağlığına tekrar kavuştu. Bu manzara karşısında orada bulunanların hepsi iman edip, Müslüman oldular. Hatta şehrin önemli bir kısmı iman edenlerden oldu.

Tebliğe gönderilen memleketlerden biri de Antakya'dır. Antakya'ya gönderilen havariler de ilâhî emir gereği gönderilmişti. Antakya'ya gönderilen havarilerin kıssası Kur'an-ı Kerîm'de şöyle anlatılmaktadır:

“Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti…” (Yasin, 13–29)

Rivayet edildiğine göre; İsa Aleyhisselâm iki elçisini Antakya'ya gönderdi. Bu iki elçi şehre yaklaştıkları sırada bir koyun çobanı olan Habib en-Neccar ile karşılaştılar. Elçiler Habib en-Neccar'a selâm verdiler. Habib en-Neccar:

“Siz kimsiniz?” dedi. Elçiler:

“Bizler, İsa Peygamberin elçileriyiz. Biz, İslâm dinini tebliğ için buralara geldik. Rabbimizin izni ile hastaları da iyileştirir, körleri ve alaca hastalığını da iyi ederiz.” dediler.

İsa Aleyhisselâm'ın elçisinden bunları duyan Habib en-Neccar, yıllardır tedavi ettiremediği bir hastasını, bir rivayete göre; kendi çocuğunu elçilerin yanına getirir. Elçiler hasta için Rablerine niyazda bulunurlar ve hasta hemen iyileşerek ayağa kalkar. Bu durum, Habib en-Neccar'ın kâmil mânada iman etmesini sağladığı gibi bu olay diğer insanlar tarafından da duyulur. İman edenlerin sayısı hızla artar. Kısa zaman içinde meydana gelen bu gelişmeler hükümdarın kulağına kadar gider. Hükümdar bu iki elçiyi huzuruna çağırır:

“Sizler kimlersiniz? Memleketimizde ne arıyorsunuz?”

“Bizler, Peygamberimiz İsa Aleyhisselâm'ın görevlendirdiği elçileriyiz. Seni ve tüm halkı bir olan Allah'a imana ve ibadet etmeye çağırıyoruz.”

“Tanrılarımızdan başka bir Rabbiniz mi var?”

“Evet, seni, senin sahte tanrılarını ve her şeyi yoktan var eden bir Tanrımız var.”

Bu cevap hükümdarı çileden çıkarır. Yanındakilere emreder ve iki elçiyi derhal zindana attırır. Elçilerinin hapse atıldığı haberi İsa Aleyhisselâm'a ulaşınca, bir elçi daha gönderir. Bu durum Kur'an-ı Kerîm'de şöyle bildirilmektedir:

“İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! dediler.” (Yasin, 14)

Üçüncü elçi Antakya'ya gelince doğruca hükümdarın yanına varır. Hükümdara arkadaşları ile ilgili sorular sorar:

“Duydum ki, zindanda, enteresan şeyler iddia eden iki kişi varmış. Onların ne dediklerini duymak için onları oradan çıkarıp, buraya getirir misin?”

Hükümdar onun bu isteğine: “Olur.” diyerek, yanındaki görevlilere emreder:

“Zindanda bulunan o iki kişiyi buraya getirin.”

Elçiler huzura getirilince daha önce yaptıkları tebliği tekrarlarlar. Bunun üzerine üçüncü olarak oraya gelen elçi onlara sorular sorar:

“Bu anlattıklarınıza deliliniz nedir?”

“Biz Rabbimizin izni ile hastaları, anadan doğma körleri ve alacaları iyileştiririz.”

Bunun üzerine son gelen elçi hükümdara dönerek:

“Ey Hükümdar! Onları yenmek istiyorsan, taptığınız putlara söyleyin de bunları halletsinler.” der.

“Bizim ilâhlarımızın görmediklerini, duymadıklarını, kâdir olmadıklarını sen de biliyorsun.”

“Öyleyse doğru ve gerçek bu iki elçiden yanadır.”


Sonra elçilerle konuşmaya başlar:

“Elçilere dedi ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.” (Yasin, 15)

“(Elçiler) dediler ki: Rabbimiz biliyor ki, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” (Yasin, 16–17)

Bu sırada hükümdar ve adamları şöyle derler:

“Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi taşlarız. Bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur.” (Yasin, 18)

“Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa, bu uğursuzluk mudur? Bilakis siz aşırı giden bir milletsiniz.” (Yasin, 19)

Bu konuşmaların geçtiği sırada bir başka olay daha meydana gelir. Bunu öğrenmek için Kur'an-ı Kerîm'e kulak veriyoruz:

“Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi.

‘Ey kavmim!’ dedi, ‘Bu elçilere uyunuz!’” (Yasin, 20)

Hükümdar ve maiyeti sesin sahibine baktıklarında karşılarında Habib en-Neccar'ı gördüler. Habib en-Neccar onların bir şey söylemelerine fırsat vermeden:

“Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun; çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.”

Hükümdar ve maiyeti, Habib en-Neccar'a dönerek:

“Yoksa sen de mi bunların dinindensin?!” dediler.

“Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Hâlbuki hepiniz O'na döndürüleceksiniz. O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar vermeyi dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda veremez, beni kurtaramaz. İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum. Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin.” (Yasin, 22–25)

Habib en-Neccar'ın bu güzel daveti, başta hükümdar olmak üzere orada bulunan herkesin inkârının artmasından başka bir işe yaramadı. Habib en-Neccar'ı taşlamaya başladılar. Ta ki Habib en-Neccar ruhunu rahmet-i rahmana teslim edinceye kadar bu taşlama sürdü. Ne zaman ki, cansız bir beden olduğunu gördüler, o zaman taşlamayı bıraktılar." (Kaynak: habib-ineccar.com)

Habib-i Neccar’la birlikte putperestler tarafından şehit edilen Hz.İsa’nın havarileri, Yahya ve Yunus da Habib-i Neccar Camisi'nin bahçesine defnedilir.

Rivayet odur ki kesilen başı bugün Neccar Tepesi denilen tepeden aşağıya caminin bulunduğu bu yere yuvarlanır

Kur'an-ı Kerim'deki Yasin Süresinin 13 - 27 ayetleri " şehrin ucundan bir kişi (Habib-i Neccar) koşarak geldi" diye söz edilen kıssa da da bahsedilen kişi Habibi Neccar'dır.

Türbesi bu camide bulunuyor. Caminin kuzeydoğu köşesinde, yerin 4 metre altında Habib-Neccar’ın ve Şem’un Safa’nın, girişte ise Hristiyanlarca kutsal kabul edilen Yuhanna (Hz. Yunus ) ve Pavlos’un (Hz. Yunus) da türbeleri  bulunmaktadır.

Allah c.c onlardan razı olsun



Derlemedir : @erolkaranet - 09.09.2021
Hukuk, Yaşam, Din, Sağlık, Magazin, Turizm

Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Asılsız yorum yapmayınız. Mesajlar Yönetici tarafından denetleniyor.

Reklam

Reklam

İlginç Bilgiler

Reklam