
Ebû Hureyre (r.a)'nin naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: "Ben kıyamet günü insanların Seyyidiyim. Neden Seyyid olduğumu biliyor musunuz? Allah, öncekileri ve sonrakileri, bütün insanları, çağıranın kendilerine sesini duyurabileceği, gözün görebileceği tek bir geniş alanda toplar. Güneş yaklaşır. Taşıyıp takat getiremeyecekleri şekilde insanları gam ve keder kaplar. (Amellerinin durumuna göre çeşitli seviyede ter içinde kalırlar. Ter bazılarının kulak ortalarına kadar ulaşır) Bunun üzerine insanlar: Başımıza gelenleri görmüyor musunuz? Rabbimiz katında size şefaatçi olarak birine bakmaz mısınız? derler. Bunun üzerine insanlardan bir kısmı diğerlerine: Âdem'e gitmelisiniz. der. Hemen Adem'e giderler. Hz. Adem'in vasıflarını sayarak ona hallerini arzederler. Hz. Adem de bazı özel durumları zikrederek onlara Hz. Nuh'a gitmelerini söyler. İnsanlar aynı taleplerle Hz. Nuh'a, Hz. İbrahim'e, Hz. Mûsa'ya, Hz. İsa'ya giderler. Bu peygamberler kendilerine özel mazeretler ileri sürerek şefaatçi olamayacaklarını söylerler. Mahşerde iyice bunalan insanlar neticede Hz. Muhammed (s.a.v)'e gelirler ve: "Ey Muhammed sen Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncususun, senin gelmiş geçmiş günahların bağışlandı. Bizim için Rabbinden şefaat dile, bulunduğumuz sıkıntılı hali görmez misin?" derler. Ben de kalkıp Arşın altına gelerek yüce Rabbime secdeye kapanırım. Sonra Allah benden önce hiç kimseye nasip etmediği, kendisinin nasıl övülüp medhedileceğine dair sözleri bana ilham eder.
Ben de bu övgü cümleleriyle Rabbimi överim, onun için secdeye kapanırım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır. Söyle, söylediğin dinlenir. İste, istediğin verilir. Şefaat et, şefaatin kabul olunur." der. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetim. Ümmetim." derim. Bana: "Haydi git ve kalbinde bir arpa tanesi kadar imanı olanları oradan çıkar" buyurur. Ben de gider söylenenleri yaparım. Hadis-i şerifte belirtildiğine göre bu talep devam eder ve Hz. Peygamber (s.a.v)'e kalbinde hardal tanesi kadar, hatta daha da az imanı olanlara şefaat hakkı tanınır. Ümmeti için Cennet kapıları açılır. (Tecrid-i Sarih, 1749 ve 2225 nolu hadislerin özeti)
Hadis-i Şeriflerdeki tablo kıyamet koptuktan ve diriliş için sura üfürüldükten sonra bütün insanların hesap vermek üzere toplandıkları mahşerle ilgilidir. Bu büyük mahşerin dünyadaki küçük misali ise Arafat Mahşeri'dir.
Zilhiccenin 9. günü ayrı renk ve dilden kadın erkek, yaşlı genç, kefeni andıran beyaz elbiseler içinde milyonlarca insan akın akın Arafat meydanında toplanır. Mahşerdeki gibi güneş tepede, hava oldukça sıcak ve olabildiğince izdiham, açılan eller ve gönüller, yükselen dua sesleri. Sanki mahşerdeki gibi bir şefaatçi arayışı.. Göz yaşı ve ter... Ferdi olarak günahların derecesinden, ümmet ve ülkeler olarak zalim güçlerin, emperyalistlerin baskı ve sömürüsünden kurtulma arayışı... Zilletten tekrar eski izzet günlerine dönme arayışı... Çaresizlik ve ümidin yan yana olduğu, duygu ve heyecanların doruğa çıktığı anlar... Mahşerdeki arayışın buluşla neticeleneceği gibi, Arafattaki yalvarış, yakarış ve arayış da elbette bir buluşta, dünyevi ve uhrevî bir kurtuluşla neticelenecektir. Yıllar boyu yapılan bu toplu yalvarışlar, bu içten arayışlar elbette boşa gitmecektir. Bütün mesele diller, eller, gönüller ve fiillerin ortaklaşması, kavlî duaların fiilî dualara dönüşmesidir.
Samimi yapılan dua bir irade beyanıdır. Bir şey yapmaya karar verildiği zaman dua edilir. Dua emir değil taleptir. Allah'a emredilmez, Allah emreder. Kul yola çıkarken, işe başlarken O'ndan yardım diler, "Ben acizim, kendi kendime yetmiyorum. Senin himayen ve desteğinde muhtacım" der. Yürüme, iş yapma niyeti olmayan kişinin duası abestir. Kul olarak yapabilecekleri varken kendini tamamen devreden çıkarması öncelikle insanın kendisine saygısızlık etmesidir. Arafat'ta, Müzdelife'de, Mina'da, Kâbe'de yapılan dualar iş yapma iradesiyle buluştuğu zaman meyvelerini verecektir
Aksiyona dönüşmeyen istekler sadece boş temennilerden ibaret kalır. Arafatta'ki toplu dualar toplu hareketlere dönüşmelidir. Her toplu hareket güçlü bir önder gerektirir. Dün olduğu gibi, bugün ve yarın da bu İslam ümmetinin manevî önderi Hz. Muhammed (s.a.v) dir. İslam ümmeti onun sayesinde tarih sahnesine çıktı. Çölün ortasında adı sanı duyulmayan bedevilerden dünyaya yön veren medeniler çıkardı. Tarihin en sıkıntılı dönemlerini yaşayan ve mahşerdeki gibi çare için oraya buraya koşturan bu ümmetin çaresi, mahşerde olduğu gibi yine Hz. Muhammed (s.a.v) olacaktır. O, dün biribirlerini boğazlayan, düşman bulamadıkları zaman dostlarına saldıranları ahlakî ve insanî değerler etrafında tevhid bayrağı altında toplayıp kardeş yaptıysa ve o kadroyla örnek bir medeniyet kurduysa bugün de biribirleriyle bağları kopmuş, şeklen bir araya gelseler bile ruhen, fikren ve amelen kopuk yaşayan müminleri bir araya getirecek ve temelleri iman, hak, adelet ve dostluk olan yeni bir medeniyet yine onun manevî önderliğinde kurulacaktır. Müslümanlar için başka alternatif yoktur. Tarih buna şahittir, günümüz gerçekleri de bunu göstermektedir.
Asıl problem istenenle yapılanın örtüşmemesidir. Bu ümmet gerçek anlamda Hz. Peygambere ümmet olma vasfını yitirdi. Hz. Peygamberin önderliğinde bütün insanların şahidi ve önderi durumunda olmaları gereken müslümanlar Hz. Peygamberin önderliğini unutunca kendi önderliklerini de kaybettiler. Durum şâirin belirttiği duruma geldi:
"Yeryüzünde riya, inkar kıyamet altın devrini yaşıyor. Diller, sayfalar, satırlar "Ebû Leheb öldü" diyorlar. Ebû Leheb ölmedi ya Muhammed! Ebu Cehil kıtalar dolaşıyar. Neler duydu şu dünyada mevlidine hayran kulaklarımız. Ne andlar ezberledi ey Nebi adına alışkın dudaklarımız. Artık yolunu bilmiyor. Artık yolunu unuttu ayaklarımız." Bütün ümmetin derdini sinesinde duyan ve bu dertleri feryada dönüştüren Muhammed İkbâl müslümanların perişan halinden ötürü Hz. Peygambere karşı muhcubiyet duyuyor ve salavat getirmekten utandığını söylüyor. Mahşerde Rasûlullah'ın gözü önünde hesaba çekmemesi için Allah'a yalvarıyor.
Hz. Peygamber (s.a.v) istikbalde ümmetinden hayırlı kimselerin geleceğini, Havz-ı Kevser başında onları bekleyeceğini müjdelemiş, fakat bazılarının yaklaştırılmayacağını da haber vermiştir. "Dikkat edin. Yabancı devenin dışlandığı gibi bazı insanlar benden (havzımdan) uzaklaşacaklar, bana ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim, ashabım, onlar benim ashabım" diyeceğim. Fakat bir melek bana şöyle cevap verecek: "Senden sonra onlar ne bidatler ortaya çıkardılar biliyor musun?" Ben de: "Öyleyse uzak olsunlar. Uzak olsunlar." diyeceğim. (Müslim, Taharet: 37, Buhari, Fiten, 1)
Hz. Peygamber Veda Hutbesinde "Benden sonra birbirinin boyunlarını vuran kafirler gibi olmayın" buyurmuşlar. Fakat müslümanlar hala birbirlerini öldürmekle meşguller. Kendi aralarında merhametli, kafirlere karşı metanetli olmaları gerekenler tam tersine biribirlerine karşı şiddet göstermektedirler.
Hem büyük mahşer hem de Arafat mahşerinde duaların kabul olması, arayışların buluşlara, kurtuluşlara dönüşmesi için Hz. Peygamberin rehberliğine, onun manevî önderliğine ihtiyaç vardır. Dileriz ki, Arafat duaları ciddi dönüşlere, yenilenme ve yeniden yapılanmalara, iki mahşerin de sıkıntılarının hafiflemesine vesile olur.