BABAMI ÜZMEKTENSE
Öğretmen Melahat Hanım sınıfın sıraları arasında dolaşıyordu. Derin bir sessizliğin içersindeki sınıfta iğne düşse duyulacak gibiydi. Kimse başını kaldırmıyor, gözleri önlerindeki sınav kâğıdının üzerine dikkatlice bakıyorlardı. Yılların yüzünde derin izler bıraktığı öğretmenin emekliliği geldi gelecek gibiydi. Okulda hem sevilen hem de korkulan biriydi. Onun dersinde kopya çekmek değil buna teşebbüs dahi edilemezdi. Kopya çekme suçlamasıyla karşılaşmamak için kimse başını kaldırmaya da cesaret edemiyordu. Sınıfın sessizliği dışarıdakilere endişe verecek gibiydi.
Melahat öğretmen öğrencilerinin kopya çekmeyeceğine emin şekilde sırtını sınıfa dönmüş, camdan dışarıya bakıyordu. Sınıfın bu sessizliğini birden açılan kapının sesi bozdu. Kapıdan giren müdürün sınıftaki sessizliği bozmuş olması Melahat öğretmeni hiç memnun etmişe benzemiyordu. Müdür bey sınav yapıldığını anladığı için girdiğine pişman olmuş gibiydi. Bir an duraladı. Öğretmenin kulağına eğilip fısıldarcasına bir şeyler söyledi. Sonra elindeki kâğıdı vererek odadan dışarıya, girdiğinden daha sessiz olarak çıktı.
Sınav bitmişti. Kâğıtları veren öğrenciler teneffüs zilinin çalmasıyla birlikte sınıftan dışarıya çıkmaya başladı. Öğretmen “bir dakika çocuklar, ismini okuduklarım dışarı çıkmasın” dedi. Herkes olduğu yerde ofluya pofluya kaldı. Melahat öğretmen elindeki kâğıttan isimleri okumaya başladı. Yaklaşık on kadar öğrenci sınıfta kaldı, diğerleri teneffüse çıktı.
Sınıf başkanı Özkan başlarında olduğu halde seçilen öğrenciler topluca koridoru geçerek müdür beyin odasının kapısına geldiler. Özkan kapıyı vurarak odaya girdi. Arkadaşlarını getirdiğini söyledi. Müdür bey odadan çıkarak bir kez daha liste kontrolü yaptı. “ Elvan, Kemal, Sunay, Abdülkerim, Hakkı, Gonca, Ayşenur, Semiha, Tayyar ve Ahmet” dedi. Müdür bey isimleri okudukça ismini duyan “burada” demişti.
Müdür bey sınıf başkanını sınıfına gönderdi, geri kalan öğrencilerle öğretmenler odasına girdi. İçerisi kalabalık ve bir sürü torba içerisinde eşyalar yerlerde duruyordu. Tayyar ve Ahmet birbirlerine sokularak fısıldarcasına “yardım yapacaklar, bize” dedi. Gülümsediler. Sevinmişlerdi. Gonca, Ayşenur ve Semiha ise torbalara bakıyor, içlerinde neler olduğunu merak ediyorlardı. Diğerleri ise odada bulunanları merakla izliyorlardı. Sunay başı önüne eğik, ayakkabalarına bakıyordu. Boyasızlıktan artık ne renk olduğu belli olmayan ayakkabıların önleri aşılmış, topuğu yok gibiydi. İçinde dua ederek “inşallah bana ayakkabı verirler, 23 Nisan törenlerine katılırım” diye içinden geçirdi. Sonra bakışlarını yukarıya, tavana doğrultarak “Nolur Allah’ım. Benim de ayakkabım olsun” diye yalvardı.
Az sonra hiç tanımadıkları bir kadın “Gelin bakalım çocuklar, bakın size neler getirdik. “ dedi. Ve sözüne Müdür bey’e dönerek devam etti. “ Hocam kimden başlıyoruz.” Müdür bey elindeki kâğıda baktı ve “Elvan, gel kızım” dedi.
Elvan ilerleyerek torbaların olduğu yere geçti. Kendisine verilen bir çift ayakkabı ve gömleği aldı. Sonra Kemal, Abdülkerim ve Hakkı ellerindeki ayakkabı, eşortman takımlarını alarak dışarı çıktı. Sunay geride durarak çağırılmayı bekliyordu. Bir yandan da utanıyordu. “Kızım, gelsene buraya” diyen Müdür beyin sesiyle başını kaldırdı. Eşya dağıtılan yere gitti. Ona da önce ayakkabı verildi. Bir eteklik ve çorap verildi. Tam geri dönüyordu ki, yürümekten vazgeçti. Kendisine eşya veren kadına dönerek “ teşekkür ederim, kesenize bereket” dedi. Kadın “ Ah canım, teşekkür etmeyi de bilirmiş.” dedi. Kadın adını sordu. “Sonaycığım, biz teşekkür ederiz. Güle güle giy yavrum” dedi. Sonay tekrar teşekkür etti. Kapıya doğru yöneldi. Kapıdan çıkmak üzereydi ki “kızım gelir misin” seslenilmesiyle geriye döndü. Eşyaları dağıtan kadın gülümseyerek onu çağırıyordu. Döndü, kadının yanına gitti. Kadın elinde bulunan mavi renkli bir mantoyu kendisine uzattı. “Giy bakayım evladım bunu” dedi. Sonay ellerindekini masanın üzerine bıraktı. Mantoyu giydi. Çevresindekiler “tam oldu, hem de çok yakıştı” sözleriyle mantonun yakıştığını söylediler. Müdür bey “ Kızım bu mantoda senin, güle güle giy, yavrum” dedi. Sonay yeni mantosunun üzerinde nasıl göründüğünü merak ediyordu. Döndü, bu kez müdür beyin elini öpmek istedi. “Teşekkür ederim, öğretmenim” dedi. Müdür bey elini öpmesine izin verdiği öğrencisinin başını okşadı. “Haydi, şimdi doğru sınıfa” dedi.
Sonay üzerinde yeni mantosu olduğu halde sınıfına doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladı. Tam o sırada koridor duvarındaki aynada kendini gördü. Mantosu çok güzeldi. Mutluydu. İlk kez bir mantosu olmuştu. Babası hep söz veriyor ancak bu yaşına kadar hiç almamıştı. Okula hep aynı hırka ile gidip gelmekteydi. Ama artık bir mantosu vardı. Sonra ayakkabısı da vardı, artık. Ona da çok sevinmişti. “Bir de ayakkabım var” dedi. “Artık yürürken ayağıma taş toz girmeyecek” diye düşündü. Hatta yağmurlu havalarda ayağına poşet geçirmeyecek, ayakkabısını girdiğinde ayakları ıslanmayacaktı. “tüm bunlara sevinirken “Teşekkür ederim Allah’ım. Teşekkür ederim” sözlerini söylemekten de edemedi.
Baba İsmail Bey pazarlarda satış yapan biriydi. Sabah erken çıktığı evine akşamın geç saatlerinde dönerdi. Ve genelde de çocuklar babalarının eve döndüğünü pek göremezlerdi.
Sonay yatağından kalktı, ellerini yıkamak için lavaboya giderken kapının girişinde babasının eşyalarını gördü. Babası işe gitmediği zaman eşyaları kapının yanında dururdu. Orası boş olduğunda babasının işe gittiğini anlarlardı. Merak etti, yoksa babası hasta mıydı? Bir şey mi olmuştu. Yoksa zabıtalar yine eşyalarını elinden mi almıştı. Bu düşüncelerle mutfağa giderek annesine sormak istedi. Annesi orada yoktu. Odaya geçti. Babası ve annesi yerdeki minderin üstünde oturuyorlardı. Sonay, koşarak babasının boynuna atladı. “Canım babam” derken odanın içi çınlamıştı. Yanaklarından öptü, öptü, bırakmamacasına daha fazla sarıldı. Babası da bu sevgiye aynı şekilde karşılık verdi. Sonay’ın gözleri az ileride duran ve okulun verdiği mantoyu, ayakkabıyı, eteği gördü. Şaşırmıştı. Oysa onları dün gece dolaba koyduğunu biliyordu. Demek ki annesi babasına göstermişti. “Baba beğendin mi” diye sordu. Babası boynunu öne eğdi.
- Ne oldu baba. Neden üzgünsün
- Yok, bir şey kızım. Çok güzeller. Benim sana alamadığım eşyalar…
- Olsun baba, bak artık üşümeyeceğim, eski hırkamı kimse görmeyecek. Hem biliyor musun ayaklarım da ıslanmayacak. Ayaklarıma poşet geçirmeden okula gidebileceğim, taşlar ayaklarımı acıtmayacak.
- Çok güzel kızım, keşke bunları alabilseydim.
Baba kız bir an bakakaldılar. Sonay babasının gözyaşlarını gördü. Babası ağlıyordu. İlk kez babasının gözlerinde yaşlar gördü. Neden ağlıyorsun diye sordu. Babası cevap vermedi.
- Yoksa sevinmedin mi, baba.
- Yo, kızım sevindim. Sevindim ama bunları sana ben getirmek isterdim. Yabancıların yanında boynunun bükülmesini istemezdim. Keşke bunları almasaydın. Çocuklarımın başkalarına muhtaç olmalarını görmek istemezdim.
Sonay, babasının bu sözüne üzülmüştü. Eşyalarını alarak odadan dışarı çıktı.
Müdür Bahadır Bey, kapısının önünde elinde torba ile bekleyen öğrenciye “kızım ne bekliyorsun, o torbadaki ne? “ diye meraklı bir halde sordu. Sonay’dı bu. Sonay müdürün odasına girdi. “Öğretmenim, dün bunları bana vermiştiniz. Sanırım ihtiyacım olduğunu düşündüğünüz için verdiniz. Ben de beni düşündüğünüzden dolayı çok sevinmiştim. Bunları aldım. Ancak akşam eve giderken bu okuldan birinin benden daha fazla ihtiyacı olduğunu gördüm. Babam bana bir manto alacağına dair söz verdi. O yüzden bu eşyaları okulumuzdaki benden daha fazla ihtiyaç sahibi olanlara vermeniz için getirdim. Ben yine de size çok teşekkür ederim” dedi. Torbayı yere bıraktı ve müdür beyin bir şey söylemesine meydan vermeden oradan uzaklaştı.
Sonay müdür beyin arkasında yetişeceğini sanarak koşarak sınıfına doğru giderken “ Allah’ım ne olur babam üzülmesin. Bundan böyle kimseye muhtaç olduğumu hissettirmeyeceğim. Ama sen de babama yardım et. Bana manto ve ayakkabı alabilecek kadar çok kazansın. Asla babamın üzülmesini istemediğimi sen de biliyorsun. Ben babamı çok seviyorum. Sen de babamı çok sev. Ona çok para ver. Olsun ben yine kazağımla, ayakkabılarımla giderim. Allah’ım babamı üzme, sevindir” diye dua etti.
Ve o günden sonra Sonay hiç kimseye yardıma muhtaç olduğunu belli etmemeye çalıştı.
Son derece mükemmel döşenmiş ofisin kapısı çalındı. Masada oturan genç kadın “gir” diye cevap verdi. Kapıdan giren adam “Sonay hanım, kendilerine iş bulduğunuz bayanlar geldi. Beklesinler mi” diye sordu. “İçeri al” diye cevap verdi. İçeri girenler “ Avukat hanım, bize iş bulacağınızı söylediğiniz için gelmiştik.” İçeriye girmelerini istedi. Sonay, karşısında oturan, iş bulduğu bu genç ve muhtaç insanlara yardımcı olmaktan o kadar mutluydu ki, bu kişileri beklerken ilkokul son sınıfta yaşadığı o günleri tekrar hatırlamıştı.
Masanın üzerinde duran biblodaki yazıya bir kez daha göz attı. “Balık verme, balık tutmayı öğret”
YAZAN : EROL KARA