
Vefa Molla Şemsettin Gürani ( Kilise) Cami *Aziz Theodore kilisesi * Molla Gürani Cami * Vefa Kilise Cami *
İstanbul'un tarihin zenginlikleriyle dolu olan Fatih ilçesinde bulunan Vefa, bu zenginliklerden payını almış mümtaz semtlerden biridir. Semtin sınırlarını çizen, Vefa kadar eski bir maziye sahip semtler ise batıdan ve güneyden Zeyrek, Saraçhanebaşı ve Şehzadebaşı ile doğudan ve kuzeyden Molla Hüsrev (Vezneciler), Süleymaniye ve Hoca Gıyasettin mahalleleri ile çevrelemişlerdir.
Adını buradaki Şeyh Vefa Külliyesi'nden alan semt Bizans döneminde İstanbul'un en önemli meydanlarından biri olan Tauri Formuna ve Khalke'den başlayarak Edirnekapı'ya kadar uzanan Mese'nin bu koluna yakınlığı sebebiyle önem arz etmekteydi. Ayrıca İstanbul'un üçüncü tepesine yakınlığı da bu önemi pekiştirmekteydi.
Dolayısıyla bu konumundan ötürü semt imparatorların saraylarını, soyluların konaklarını, varlıklılarının konutlarını barındıran bir görünüm aldı. Fakat Bizans'ın özellikle dördüncü haçlı seferiyle kaybettiği başkenti İstanbul'u 1261 yılında geri almış olsa bile bu sürede kaybettiği kan, imparatorluğun çöküşüne zemin hazırlamıştı. Dolayısıyla bu durumdan sadece imparator veya ordu etkilenmiyordu. Tüm imparatorluk ve dahilinde bulunan semtler ve yapılar bu durumdan olumsuz bir şekilde etkileniyordu. 1300'lere gelindiğinde semt nüfusunün büyük bir kısmını kaybetmeye başlamıştı. Dolayısıyla bir yerin terk edilmesi demek o yeri zamanın, doğanın hatta insanların tahribatına bırakmak demekti.
Fatih Sultan Mehmet'in 1453'den sonra İstanbul'u fethiyle beraber kentin her bir yanı hızlı bir imarlaşmaya tabi tutulmuştur. Fatih bu şehirdeki ilk sarayını Bizans devrinde Tauri Formu günümüzde ise İstanbul Üniversitesinin bulunduğu alana yaptırması buranın Bizans dönemindeki önemini teyit eder bir nitelik taşıdığı gibi Vefa'nın da buraya yakınlığı fethin sonrası gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Gelişmesindeki diğer unsurlar ise II. Beyazıd'ın üçüncü tepeye yaptırdığı camisi(Beyazid Cami) ve Sultan Süleyman'ın kendi ismini verdiği külliyesinin(Süleymaniye Külliyesi) bu semtin hemen yanı başında yaptırması olmuştur. Fatih Sultan Mehmet'le başlayan süreçte bu semte oluşan yeni nüfus beraberinde kasap, demirci, saraç gibi pek çok esnaf kuruluşunun da burada mevcudiyetini sağlamıştır. Bunun yanında semt ismin nereden aldığı konusuna gelince; bu hususta şöyle bir bilgiye sahibiz:
Fatih Sultan Mehmet ve oğlu II. Beyazid dönemlerinin ünlü ulemalarından biri olan Şeyh Vefa Efendi'nin burada bir külliye yaptırmıştır ve zamanla bu külliye ismini semte vermiştir.
Külliye tarzındaki kompleks binaların yan unsurları olarak sayabileceğimiz dârüşşifa, medrese gibi yapılar dolayısıyla Vefa'nın bu yapıların bulunduğu Beyazit, Sülaymaniye, Şehzadebaşı gibi semtlere yakınlığı, Osmanlı devrindeki ulema, bilim adamı, din adamı ve öğrencilerin yoğun olarak yaşadığı bir yer niteliği kazandırmasını sağlamıştır. Osmanlı devri boyunca devletin önemli kişilerinin ve soyluların ikametgahı olarak görülen Vefa bu konumunu 20. yüzyılın başına kadar korudu. Malüm olan İstanbul yangınlarından biri 1918 yılında Vefa'yı da kül ettikten sonra yeni inşa edilen binalarda özgün mimariye uyulmadan herkesin kendi maddi imkanlar ve mal sahibinin kafa yapısı doğrultusunda plansız yapılan binalar bu semti geçmişiyle tezat oluşturacak bir hal almasına neden olmuştur.
Ekrem Hakkı Ayverdi kitabında geçmişteki Vefa'yı şu satırlarla anlatmaktadır: "Duvarlarından, taşından, kabrinden, lahdinden, türbesinden, servisinden İstanbul'un buram buram tütdüğü, sünbül, şebboy, karanfil ve gül misillu havayı sarıp, her zerresi İstanbul, İstanbul diye dile gelen bir semt Vefa. Orada geçen zaman insanı gussadan âzâd eder; içi tertemiz, bedeni dinlenmiş bir mahluk olarak ayrılırdınız; çünkü siz de, orada, toprağı, taşı, çeşmesi, türbesi, binası, ağacı, servi ve çınarı ile birlik de çalan tek sesli şehir ve mimari musikisinin, bu insan uğruna yapmış sanat vahdetinin bir nağmesi olup çıkmıştınız." Bu satırlarla günümüzdeki semti kıyasladığımızda yüreğimizde hüznün en acısını hissetmemiz, günümüzdeki Vefa'nın ne kadar talihsiz günler yaşadığının manevi bir göstergesidir.
Bizans'ın güneşle buluşan hazinelerinden biri Eminönü İlçesi'ne bağlı Vefa'da bulunmaktadır. Yapı Molla Gürani Cami veya Molla Şemseddin Cami olarak bilinmektedir. Bunun yanında semtin adıyla da anılan yapı Vefa Kilise Cami ismini almıştır ve günümüzde bu isim geçerlilik kazanmıştır.
Yapı, İstanbul da mevcut Bizans kiliseleri arasında hakkında az araştırma yapılmış yapılar grubu içine girmektedir. Bu kilise hakkında bilgi veren bazı müellifler bulunmaktadır. Fakat müelliflerin verdiği bilgiler genelde yetersiz olduğundan aydınlatıcı olmadığı gibi bazı müelliflerde da başka kiliselerle karıştırarak yanlış bilgi vermektedir.
Kilisenin Bizans devrindeki isminin ne olduğuna dair kesin bilgi bulunmamaktadır. Ancak bazı kitaplarda yapının ismi Hagios Theodoros Kilisesi olarak geçmektedir. Roma ordusunda asker olan Theodoros, o dönemde hızla yayılan ve pagan geleneklerine tamamen karşı olan yeni bir dini, yani Hıristiyanlığı kabul eder. Fakat Roma, atalarının çok tanrılı dinini yıkmak isteyen bu oluşumun yayılmaması için çok sert tedbirler alır. Hıristiyanlığı benimseyen kişiler, çeşitli işkencelerle öldürülürler hatta bazıları çarmağa gerilerek Roma'da bulunan Colosseum da aç kalmış vahşi hayvanlara parçalattırılır. Daha sonra aziz kabul edilen Theodoros'da bir Hıristiyan olduğundan Romalılar tarafından öldürülür. Naşı o dönemdeki ismi Evkatia olan Amasya'nın Elvan Çelebi Köyü'ne defnedilir.
Yapıyı incelediğimizde erken Bizans dönemi sanatının izlerini taşımaktadır. Fakat asıl binanın eski bina üzerine orta Bizans döneminde yani 11. yy gibi inşa edildiği anlaşılmaktadır. Fakat 1261 yılında İstanbul'un Latinlerin elinden alınmasıyla Latinlerin bazı kiliseleri tahrip etmesi, bazı kiliseleri ise Katolik inancına göre düzenlemesinden başkentteki pek çok kilise gibi bu yapıda tamir edilerek kimi bölümlerine batısında bulunan dış narteks gibi yeni eklenmeler yapılmıştır. İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethiyle beraber devrin önemli ulemalarından Molla Gürani diğer ismiyle Şemsettin Ahmet bin İsmail tarafından kilise, cami karakterine uygun şekilde düzenlenerek ibadete açıldı. Bu sırada yapıya bir de minare eklenmiştir.
Molla Gürani 1416 yılında Irak da doğmuş ve 1488 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Küçük yaşta hafız olan Molla Gürani eğitimini ilerletmek için Bağdat, Diyarbakır, Şam ve Kahire'de bulunmuştur. Daha sonraları devrin önemli kişilerinden olan Molla Yegan'la tanışarak onun aracılığı ile II. Murat'ın mahiyetine girdi. Bu dönemde Manisa'da bulunan Şehzade II. Mehmet'in yanına giderek kendisine hocalık yaptı. Osmanlı devletinde müderrislik, kazaskerlik, kadılık ve son olarak 1480 yılında şeyhülislâmlığa getirilerek hayatını bu görevle tamamladı.
Camiinin Osmanlı döneminde tadilat gördüğü mağlumdur. Bu tadilatlardan biri 1833 Ağustosun da ortaya çıkan Cibali yangınından sonra caminin tahrip olmasıyla yapıldığı tahmin edilmektedir.
Binalarda yapılan restorasyonlar yapılardaki özgünlüğü bir nebze gölgelediği gibi bu restorasyonda da camide belli değişiklikler yapılmıştır. Kiliselerde kubbeden başlayarak hiyerarşik bir düzende bulunan başta İsa olmak üzere Meryem Ana ve azizlerin freskoları(dini içerikli duvar resimleri), mozaikleri bu kilisede de mevcuttu. Fakat İslam dininde put vazifesi görecek bu gibi unsurların yasak olması dolayısıyla kiliselerin camiye çevrilmeleriyle beraber bu unsurlar alçı yada badana ile kapatılırdı. Bu kural burada da uygulandı.
1937 yılında M.İs. Nomidis dış narteks kubbelerini kaplayan mozaikleri temizleyerek gün ışığına çıkardı. Fakat gün ışığına çıkartılan bu mozaikler hakkında etraflı bir inceleme yapılmamıştır. Dış narteksteki kubbenin ortasında Meryem tasvir edilmiştir ve dilimli kubbenin dilimlerinde ise Fethiye Cami'n de olduğu gibi bunda da Tevrat'taki peygamberler tasviri mevcuttur. Altın kaplı mozaiklerin bazılarının belli olmayan bir dönemde servet düşkünü (gerçi altın varaklı böyle bir yüzeyden çıkacak altın servetten çok bir günlük yiyecek masrafına bedel olmalı), tarih katili kişilerin tahribine uğramıştır.
Caminin mihrabının üst bölümümde sarı tonların kullanılarak yapıldığı bir perde süslemesi bulunmaktadır. 1833 yangınından sonra camide onarımların yapıldığını söylemiştik. II. Mahmut dönemine denk gelen bu sürede bu süslemenin yapılmış olma ihtimali büyüktür. Çünkü süsleme II. Mahmut dönemi ampir üslubunun özelliklerini yansıtmaktadır.
Hep söyleriz İstanbul zengin bir memleket diye.. Bunu her yönüyle değerlendirebiliriz. İstanbul tarih zenginidir; İstanbul medeniyetlerin, kültürlerin kavuştuğu bir merkezdir, İstanbul aynı zaman da ticaretin döndüğü yer olması dolayısıyla maddi yönü diğer şehirlere göre daha üst düzeyde olan bir şehirdir. Nedense artık İstanbul'un parasal olan tek zenginliğinden bahseder olduk, çevremizdeki unsurlar bize bu zenginliği sağlamadığı müddetçe onları hatırlamaz hale geldik. Zengin kültür miraslarımızı bir kenara iterek, kimilerimiz hayatta ki mânayı neon ışıkları altında, yüksek sesli eğlence mekanlarında arar oldu.
İşte unutulan kültür miraslarımızdan biride Vefa Kilise Cami'dir. Bu durumunu anlamak için camiyi dışardan görmek yeterli olacaktır. Camiyi gezerken sizi ilk karşılayan bakımsız hali, virane görüntüsüdür. Camiye Paleologos Hanedanı döneminde eklenen dış narteksin merdivenleriyle çıkılır. Yeşil renkli, demir saçtan yapılmış ucuz bir kapıdan girdikten sonra dış cepheye bakan tarafında 6. yy'dan kalma sütunların beş parçalı bu bölümü renklendirdiği görülür.
Fakat cahil ellerin değdiği bu sütunlar döneminin ince zevkiyle işlenmiş kabartmalı başlıklarını alçılarla doldurulduğu gibi mermerin kirli dahi olsa kendi rengindeki güzelliğini fark edememiş ve beyaz rengine rağmen sürülen badana görüntüyü basitleştirmiştir. Bu bölüme girdikten sonra sağ tarafta yeşil renkli küçük bir kulübe görürüsünüz. Sanırım bu kulübe camiye bekçilik eden kişinin barınağı olarak kullanılmaktadır. Tabi böyle bir görüntünün mistik bir ortamı nasıl bozduğuna değinmeme gerek yok. Fakat bu yapıda gördüğüm onca ihmalkarlığa karşılık beni hayrete düşüren görüntü, caminin ana mekanı içinde bulunan bir odanın tuvalet olarak kullanılması oldu. Nasıl olurda sizi ilk girişte necaset kokularıyla karşılayan bir mekanda ibadet için gerekli manevi ruhu bulursunuz. Ne zaman yapıldığı belli olmayan bu bölüm beyaz fayanslarında anlaşıldığı üzere ya yakın dönemde yapılmış yada yenilenmiştir. Buradan da anlaşıldığı üzere tarihi eserlerimize verdiğimiz önem pek aşikardır.
Fatih Aşkale