Zaman zaman geleneklerin ağır bastığı toplumlarda erkek hakimiyeti ve ilme kendini vermemiş kadın söz konusu olduğunda dini kuralalr, gerek Kuran-ı Kerim gerekse Hadisi Şerifler hep farklı amaç ve kişilerin kendi menfaatleri doğrultusunda kullanılmış olduğundan amaçlar saptırılmıştır.
İşte amacından sapmış hadisi şeriflerden biri de "kadının akıl ve din noksanlığı üzerine"dir
Şimdi konuya girersek bu sözün çıkış yeri ve ilim sahibi olanların yorumlarına bakalım.
Ebû Said el-Hudri (r.a.) anlatıyor. Bir Ramazan veya Kurban Bayramıydı. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bayram namazlarını kıldığımız namazgâha geldi. Bir tarafta kadınlar da bulunuyordu. Onların yanından geçti ve şu hitapta bulundu:
- "Ey kadınlar, sadaka veriniz istiğfarı çok yapınız. Çünkü bana cehennemlikler gösterildi, çoğu sizler idiniz." Bunun üzerine o kadınlar:
- "Yâ Rasûlallah, bizler ne yaptık da cehennemliklerin çoğu bizden olmuş" diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
- "Çünkü sizler, ötekine berikine çokça lânet eder, kocalarınıza karşı nankörlükte bulunursunuz. Ne gariptir ki; kendine hâkim, akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim." Kadınlar tekrar sordular:
- "Aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir, yâ Rasûlallah?" Rasûlullah (s.a.v.),
- "Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?" diye sordu. Kadınlar,
- "Evet" cevabını verdiler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) izah etti ve tekrar sordu:
- "İşte bu aklın eksikliğidir. Hayız gördüğü zaman (günlerce bekler) namaz kılmaz, Ramazan`da bir müddet oruç tutmaz değil mi?"
Kadınlar, "Evet" dediler.
- “İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır” buyurdular. [Bkz. Buhârî, Sahih, Hayz 6, Zekat 44, İman 21, Küsûf 9, Nikah 88; Müslim, Sahih, Küsûf 17, Hadis no: 907, İman 132, Hadis no: 79; Nesâî, Küsuf 17, 3, 147; Muvatta, Küsuf 2, 1, 187]
***
İbn-i Hazm, kadının eksikliği ile ilgili hadisten, kadının faziletinin eksikliği gibi bir mana çıkarılamayacağını söylemektedir. Peygamberimizin dokunduğu iki nokta dışında akıl ve din noksanlığından bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmektedir.
Hadis-i şerifte kadınların akıl ve dininin noksan olduğuna işaret edilmiştir. Akıllarının noksanlığına delil olarak, muamelatla ilgili meselelerde iki kadının şahitliğini bir erkek yerine sayan, “…Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun)...”[Bakara suresi, 282] ayeti gösterilmiştir. Dinlerinin noksanlığına ise, aybaşı gören ve lohusa olan kadının bu halinde namaz, oruç gibi ibadetlerden uzak kalması, delil getirilmiştir. [Bkz. Buharî, Sahih, Hayız, 6]
Saidi, hadisten kadının aklının ve dinin eksik olduğu şeklinde bir mana çıkarılamıyacağını söylerken hadisin tamamının değil sadece "kadının aklı ve dini noksandır" kısmının dikkate alınmasından kaynaklandığını söylemektedir.
Saidi yine bu konu hakkında, "Kadının aklı ve dini noksandır." ifadesinde gerçek anlamada bir akıl ve din noksanlığı kastedilse idi kadının malları üzerinde tasarruf hakkına sahip olmaması, bu haklardan yararlanabilmesi için de eşinin ve velisinin izin vermesi şartının aranması gerekirdi İslam hukukunda, kadın olmanın tasarruflarda bulunmayı engelleyen bir sebep olamayacağını belirterek İslam'ın kadına her türlü tasarruf ve mülk edinme ehliyetini verdiğini ayrıca tarihi gerçeklerin de kadına akli bir eksiklik atfedilmesine mani olduğunu söylemektedir.
Demek ki, hadisi doğru anlamaya ihtiyacımız vardır. Çünkü, pratikte bazı kadınların bazı erkeklerden daha akıllı olduğu ortadadır. Bu sebeple meselenin anlaşılması için birkaç noktaya işaret etmekte fayda vardır:
Hadisin içinde geçen bazı noktalar, burada söz konusu edilen aklın noksanlığı, geri zekâlı olma anlamında olmayıp, duygusal yönlerinin daha ağır bastığına işarettir. Hadiste bu mevzu açıklanırken, kadınlara hitaben;
“Siz çok lânet okuyorsunuz, kocanızın/yakınlarınızın iyiliklerini inkâr ediyorsunuz” mealindeki ifade bunu göstermektedir. Çünkü, kızgınlık anında başkasına lânet okumak veya gördüğü iyiliği inkâr etmek, duygusal hareket edildiğinin en açık göstergesidir.
Kadınların duygusal yaratılmasının hikmeti ise, onların annelik özelliklerinde saklıdır. Zira çocukların kahrını çekmek, onları büyütmek, ancak, ciddi bir fedakârlık, denizler gibi engin, nehirler-şelaleler gibi çağlayan bir şefkat, bir sevgiyle mümkündür. Bunlar da birer duygudur. Annelerin birer şefkat kahramanı olmaları için verilen bu duyguların, elbette yan etkileri de olacaktır. İşte onların, o ince ruhları, o fedakâr vicdanları, o sevgi dolu gönüllerinin tamamen aksi istikametinde cereyan eden, aşırı duygusallıklarının sonucu ortaya çıkan durumlar ise, bu yan etkinin bir negatif yansımasıdır.
Hadiste kadınların akıllarının noksanlığına delil olarak gösterilen ayette geçen “Tedılle” kelimesi, ”unutma” yı ifade etmektedir. [Bkz. Kurtubî, III, 397] “Unutkanlık” gerekçesi ise, işin başka boyutunu da ortaya koymaktadır. Yani burada gerçekten akılları noksan kadınlar değil, büyük çoğunlukla karşılaşacakları gebeliğin, lohusalığın, özellikle de her ay söz konusu olan âdet halinin, kadının psikolojisi üzerindeki tesiri inkâr edilemez. Bununla birlikte, psikoloji ve özellikle de jinekoloji bilim dalı uzmanlarınca yapılacak ciddi bir araştırma, bu hususta önemli gerçekleri ortaya çıkaracaktır.
“Hükümler çoğunluğa göredir” usûl kaidesi meşhurdur, hemen herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu gün yüzde doksan aile fertleri, erkek ve kadın olarak, kadınların daha alıngan, daha sabırsız, daha duygusal, işine gelmediği zaman, bazı iyilikleri, güzellikleri -bile bile- inkâr etmeye daha meyyal, ufak meseleleri bile büyütüp problem haline getirmeye daha yatkın olduklarını kabul eder. İşte, duyguların öne çıktığı bir durumda, akıl devreden tamamen veya kısmen çıkar. Bu da aklın noksanlığı olarak ifade edilir.
Bu duygusal tarafın pozitif bir ayrımcılığı da vardır. İşin ehli olan âlimler, bir erkeğin, kırk yılda ancak varacağı bir velayet mertebesine, bir kadının kırk günde erişebildiğini söylemektedir. “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadisinde de, tabir caizse, bu pozitif ayrımcılığı görmekteyiz.
Demek ki, Allah’ın adaletinden şüphe etmemek gerekir. Mükâfat ve ceza ile yapılan fiiller arasında eşit bir kriterden ziyade, merhamet dolu bir ölçü vardır.
Buna göre her insan maddi ve manevi konumuna, içinde bulunduğu şartlara göre hesaba çekilecektir. Öyleyse kadın kadınlığına ve kendine verilen diğer özelliklere göre; erkek de yine erkekliğine ve kendine verilen diğer özelliklere göre muhasebeye tabidir. Hiç kimse yapmadığından hesaba çekilmeyeceği gibi, yapamayacağı şeyden de sorumlu tutulmayacaktır. Her insanın kendine özel bir hesabı, bu hesaba göre de bir karşılığı vardır.
Kadın namaz kılmazken de Allah'ın emrine uymakta ve sevabını almaktadır.
İslam'de ki şu inceliğe bakar mısınız ? Namaz her fırsatta yapılması zorunlu olan bir ibadettir. Hesaba çekilecek ilk ibadetin namaz olduğu söylenir. Namazsız mümin olunmayacağı belirtilir. Ancak Allah c.c kadınlara zaman zmaan namaz kılmayı yasak etmişti. Böylece Allah'ın emri gereği namaz kılmayan kadın bu yüzden sevap almaktadır. Bu da onun hayırlarına yazılmaktadır.
Kadının değeri ve zaman zaman erkekten daha iyi olduğuna ve hatta doğum yapan kadının centte kokusu ile sarınması, bir anda ayakları altına cennetin serilmesi hep ilahi bir lütuf olarak değerlendirilmelidir.
Mesela, Hz.Aişe'nin ilmi sahada gösterdiği başarı ancak akli yeterliliğine sahip bir kişinin gösterebileceği bir başarıdır. Sahabeden en büyük fakihler bile, fıkhı meselelerde "Hz.Aişe'ye danışıyordu. Urve'nin Hz.aişe hakkında; Hz. Aişe'nin şiir bilgisine hayret etmiyorum, çünkü Ebu Bekir'in kızıdır. Fıkıh konusundaki ilmine de hayret etmiyorum, çünkü Hz. Peygamber'in zevcesi idi. Fakat tıp konusunda ki bilgisi beni hayrete düşürüyor." dediği nakledilmektedir.
İslam toplumunda kadınlar sadece Hz. Peygamber konusunda değil, bütün devirlerde önemli roller üstlenmiştir, hatta erkeklere hocalık yapacak seviyeye ulaşmışlardır.
Hz. Ömer halifeliği esnasında kadınlarla istişare de bulunuyor, onların görüşlerini alıyordu. Hz. Ömer kızı Hafsa'ya kadınların kocalarından ne kadar sure ayrı kalmaya sabredeceklerini sormuş, kızının ona verdiği cevaba uygun olarak bu süreyi dört ay olarak belirtmiştir.
Açıklanan bu örneklerin kadın için aklı ve dini açıdan herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığını açıkça göstermektedir. Kadının aklının eksik olduğu kabul edilirse, yükümlülük için aklının sihhatinin şart olduğunu, akli yöndeneksik olan bir varlığın herhangi bir dini sorumluluğunun olmaması gerekirdi. Halbuki kadın ve erkek her müslümanın Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak konusunda aynı derece yükümlü oldukları Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtilmiştir.
Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
Derlemedir