Sevr mağarasına gidiyoruz.
Sevr Dağına Tırmanmaya Başlıyoruz |
İlk bakışta tırmanılır gözüken dağın etekleri kanal şantiyesi ile dolu olduğu için biraz zorlanarak eteğine kadar geldik. Gruptan iki yaşlı karı koca ilk 10 metrede pes etti. Biz burayı çıkamayız, dediler ve geriye dönmeye karar verdiler. Aslında çıkamayacakları belli olan bu insanlara sormak lazım. Neden geldiniz diye amma sorulmuyor. Kalpleri kırılmasın diye sorulmuyor. Kendilerinin düşünmeleri gerekir.
Sevr dağının girişine uygun olan tarafına vardığımızda bizi koca koca levhalar karşıladı. "Şirkten koruma maksatlı" 4 dilde yazılar bulunan levhalara şöyle bir göz attık. Gülüp geçtik. Ne alaka. Allaha ve Resulune inanan bir insan taşa, toprağa mı tapacaktı. Buradaki amaç âlemlerin efendisinin yaşadığı sıkıntıyı bir nebze de olsa yaşamaktı. Saklandıkları mağarayı görmekti. Çilenin gölgesini yaşamaktı. Ancak vehhabi kardeşimiz bunu anlamakta ısrarlıydı. Ve her tarafa memnu, yasak tabelalarını asmaktan geri kalmıyordu. İşte burada da Ahzab suresinin alakasız bir ayeti Arapça, İngilizce, Türkçe ve sanırım Malayca levhalara yazılmıştı ve Sevr Dağına tırmanma niyeti ile buraya gelenleri "şirke düşme kaygısı" ile caydırmaya yönelik beyhude bir işgüzarlık eseri olarak göze çarpıyordu.
Sevr Dağının yolları dolambaçlı |
Çıkış yoluna yapılmış derme çatma barakalar bize sevinç kaynağı oluyordu. Bengaldeş, Afganistan, Pakistan menşeli satıcılar kurdukları bu dükkanvari barakalarda soğuk içecekler ve sıcak çayı size satıyorlardı. Ancak çok arzu etmeme rağmen ayran nedense yok idi. Suyu bitenler ya da yanına almamış olanlar buralardan temin ettikleri soğuk suları içtikten sonra birer ikişer tırmanmaya devam ettiler.
Bu barakalar dinlenmek için İdeal |
Her şeyden öte elli yaşına ulaşmış Allah Rasulünün sarp kayalıklardan müteşekkil dağa nasıl tırmandığını, daracık mağaraya sığınışını, sürekli yakalanma korkusuyla bekleyişini zihinlerde canlandırabilmenin yolu, ancak Sevr’e tırmanmak suretiyle anlaşılabilirdi.
Hicret sırasında müşriklere izini kaybettirmek için bu dağa sığınan 51 yaşındaki Hz. Rasulullah ile 49 yaşındaki Hz. Sıddîk da bu tırmanışı sıcak bir mevsimde Eylül başlarında bir gece yarısında yapmışlardı. Bir de hayati tehlike söz konusu iken bu tırmanışın nasıl olacağını varın siz anlayın. Bizler de haziran ayında oflaya puflaya bu zirveye doğru yata kalka çıkmaya kararlıydık ve çıkıyorduk. Allahu Teâlâ’nın verdiği güçler zorlanarak da olsa tırmanırken grubun gerilerde kalması da bana adeta şevk veriyordu. Benden genç olanları geçmek, onları geride bırakmak normalde hoş olmasa da bir an önce zirveye varmanın keyfi da başka olacaktı. Cep telefonuma daha önce doldurduğum ilahileri de açarak yola devam ediyordum. Yukarıdan inenler “maşallah, yaklaştın, çok kalmadı” gibi şevk edici sözler dese de pek aldırmıyordum. Zira tepeye çok yolum olduğunu biliyordum. İkinci deneyimimin sonucu buydu.
Grup geride kalmış vaziyette |
Öyle bir dağ ki zirvesi ortasına geldiğinizde bile görünmüyor. Sürekli dönmeniz gereken köşeler var. Her köşeden önce yoksa burası mı diyorsunuz ama her seferinde hayır cevabını alıyorsunuz
Dinlenmek zorunlu oluyor |
Sevr zirvesine vardığımızda ilk gördüğümüz mağaramsı kayalık oyuğu mağaradan çok iki ucu da açık bir dehliz gibi duruyordu. Yanımda ilk kez umreye gelen genç kardeşimizi burası mı diye sorduğunda hayır cevabını vermiştim. Daha yukarıda deyince üzülür gibi oldu.
MAĞARAYA GELDİK
Sevr Mağarasının girişindeyim |
Duymuşsunuzdur ya da biliyorsunuzdur. Tevbe suresinin 40. ayetinde zikredilen "La Tahzen İnnallahe meana" sırrı ise "iki kişiden birincisi ile ikincisi arasında" zirvede daha arkada yer alan ancak iki kişinin sığabileceği kadar dar ve kuytuluğu ile gizlenmeğe uygun olan mağarada yaşanmıştı.
Ve işte o mağaranın önünde , Sevr Dağının zirvesindeydik.
Mağaranın bir kenarında dakikalarca oturdum |
MAĞARADAKİ YILANIN DELİĞİ
Seccadenin altında yılanın deliği vardı |
Sevr Mağarasındaki yılanın hikâyesini bilmeniz gerekir. Olay şu şekilde cereyan etmişti. Hz. Ebû Bekir Peygamber Efendimizden (SAV) müsaade isteyerek mağaraya önce kendisi girdi. Maksadı yılan, çıyan gibi haşerat varsa onları zararsız hale getirmekti. Mağaranın içinde her hangi bir haşerat görünmemekle beraber duvarlarda yılan delikleri vardı. Ebu Bekir (ra) gayet iyi bir kumaştan dikilmiş olan gömleğini hemen üstünden çıkartıp parçalayarak bu delikleri tıkamaya başladı. Az sonra bütün delikleri tıkamış fakat yere yakın noktadaki birine çaput yetmemişti.
Bu son deliği de ayak tabanı ile kapattıktan sonra Resulullah’ı içeriye davet etti. Çok yorgun düşmüş olan Sevgili Peygamberimiz arkadaşının dizine başını koyarak uyumaya başladı. Efendimiz (SAV) uyurken bir yılan dışarıya çıkacak başka hiçbir delik bulamayınca içeriden Hazreti Ebû Bekir’in ayağını soktu. Ebû Bekir’in canı öylesine yandı ki kendini ne kadar sıktıysa da zehirin etkisinden gözyaşlarını tutamadı. İstemeden akan damlalardan bir ikisi de Efendimizin mübarek yüzünü ıslattı. O hemen uyandı ve mağara arkadaşına niçin ağladığını sordular. - “Yılan” dedi Hazreti Ebu Bekir. “Ayağımı yılan soktu ya Resulallah!” Resulullah sallallahu Teala aleyhi ve sellem “Onunla benim aramı aç, bırak çıksın” buyurdu. O an Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anh mübarek ayağını delikten çekti. İçeriden görünüşü hüzün ve gam veren zehirli bir yılan çıktı. Fahr-i alem sallallahu Teala aleyhi ve sellem: -”Ey utanmaz yılan! Benim mağara arkadaşımı ve esrarıma vakıf olanı, Allah Tealadan korkup, benden haya etmedin mi, ayağını sokarak eziyet ettin?” diyerek hitab edip azarlayınca, yılan cevaba kadir olup dedi ki:
O Yılanın çıktığı delik işte burası |
-”Ya Habib-i Rahman! Ey insanların ve cin’nin Peygamberi! Senin aşığın sadece insanlar değildir. Belki hayvan zümresinden kuşlar, yılanlar, karıncalar, cemaline âşıktır. Hatta ben kulun, birçok yaşlı, gözü nemli kendi cinsimiz olan büyüklerimizden yüksek vasıflarınızı dinleyip, ışık saçan yüzünüzü görmeğe müştak ve hayran ve kendinden geçmiş, şaşkın şekilde ağlayarak, mal ve mülkünü terk edip âşık divanen olmuştum. Bu mağarayı şereflendireceğini öğrenmiştim. Onun için nice zamandan beri, bu sıkıntılı mağarada gece-gündüz demeyip, yolunuzu bekliyordum. Böylece, sizin buraya teşrifiniz ile ayrılık acısına ve içimdeki derde merhem edeyim. Çünkü en mesud bir zamanda, bu karanlık mağarada, arkadaşın (mağaraya girince), sabah güneşi gibi zahir olup, devlet güneşim doğdu. Amma ne var ki arkadaşın yine perde oldu. Bu sebeble, korku ve hayâ ben kulundan kalkıp, zaruri olarak, bu küstahlık benden vaki oldu” diye özür dileyince, Seyyidü’s Sakaleyn, dünya ve ahirette bulunanların şefaatçisi, yılanın özrünü kabul etti.
Sevgili Peygamberimiz yaraya tükürüklerinden birazcık sürdüler; acı derhal dindi.
İşte bu olay ki yılanın çıktığı delik olarak mağaradaki tabanında bulunan deliğe ellerini sokup dua ediyordu, Pakistanlı kardeşlerimiz. Durumuyum. Onlar gibi bende yapıp hem o deliği keşfettim hem de duamı ettim.
DÖNÜŞTE ZORLU İDİ
‘Her yokuşun bir inişi vardır’ ifadesi zorluktan sonra kolaylığı müjdelemek için söylenmiş olsa da, Sevr’den inmek çıkmaktan daha zordu. Çıkarken yapmadığım dikkatimi inerken yapmak zorunda kaldım. Yer ayaklarınızdan adeta kayıyordu. Düşmemek için daha dikkatli olarak inmeye gayret ettiğimizden çıkıştaki yorgunluk inerken de oluştu.
Bu arada bir konuyu söylemeden edemeyeceğim. Nur dağını tırmandığınızda kayaların siyah ve sert göründüğüne tanık olursunuz. Sevr de ise kayalar grimsi ve yumuşak görünür. Ne Nur dağında ne de Sevr dağında kayalar göründüğü gibi değildir. Ben şuna yorumluyorum. Cebrail Aleyhisselamın kuvvetine dayanabilmek için Nur Dağının kendisini çok zorladığından böyle sert göründüğüne, Peygamber aleyhisselamı kucaklayıp sarmaladığı ve düşmandan gizlediği için Sevr dağının yumuşak göründüğüne inanıyordum. Gittiğinizde dikkat edin. Gittiyseniz göz önüne getirin. Haksız mıyım siz karar verin.
Dönüş yolunda karşılaştığımız yeni ziyaretçilere rastladıkça herkes zirveye ne kadar kaldığını soruyordu. Şevklerini kırmamak için "az kaldı ha gayret" diyerek inişimizi tamamlamaya çalışıyorduk.
Sevr'den İnişte Çıkış kadar zor idi |
Aşağıya indiğimizde çıkarken görmediğimiz bir görevli yolun sonunda küçük bir kulübede dağa çıkmak için gelenlere dağa çıkmanın bir öneminin olmadığı, bunun ibadetlere engel olduğu gibi hususları âyet ve hadislerle destekleyerek ziyaretçilerle paylaşmaktaydı. Elimizdeki su bitmişti. Tam orada bulunan büfeden su alacaktım ki bir arkadaş bir başa yeri göstererek sebil su olduğunu söyledi. Zemzem niyetiyle babımızı doldurup içtiğimde arıtılmış deniz suyu olduğunu anladım.
09: 25 de Servin eteklerinde idik. Bu kez 3 Riyale bir başka minibüse bindik. Bu yolculuğumuzu tamamlayıp 09: 50 de otele geri döndüğümüzde yorgunluktan kıpırdayacak halimiz kalmamıştı. Üzerimizdeki her şey de tepeden tırnağa terden sırılsıklamdı.
Otele döndüğümüzde terliklerimin tam tabandan delindiğini gördüğümde hiçte üzülmemiştim. Alması kolaydı ya Resullulah ne yapmıştı, nasıl yapmıştı. Medine’ye nasıl gitmişti. (!)