Camiler İslam dininin en büyük işaretleridir. Tarih boyunca Türkler camilere özel önem vermiş ve en güzeli yapabilmenin gayretini göstermiştir.
İrili ufaklı pek çok cami yapmanın yarışında bulunan Türkler camilere verdikleri önemle de dünya üzerinde söz sahibi olmuşlardır.
“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. Doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar işte bunlardır.” (Tevbe:9/18) ayeti celiline en sadık bir millet olmanın da gururunu yaşarız.
Beytullah, yani Kabe-i Muazzama nasıl Allah-u Teala’nın evi olarak yüreklerimizde yer etmişse onun şubeleri olan camilerde o denli kutsaldır. “Yer yüzünde Allah’ın evleri, mescidlerdir.“ (Ramuz el-Hadis:121/6)
… Ve bu evlere koşarak gitmek, orada huzur aramak ve secdeye kapanmak her Müslüman’ın yaşam ve iman amacıdır.
Camiye gelenin asla boş dönmeyeceği “Bir kimse evine gelene nasıl ikramda bulunursa, Allah’ta evine (camiye) gelene özel ikramda bulunur. (Sahih-i Buhari Cilt 2, sayfa 625)” hadis şerifinden anlaşılacağı üzere cami kapısından giren çıkarken ikramla girer, ikramla çıkar.
Cami, AlIah’ın huzuruna çıkıp O’na secdeye vardığımız yerdir. “Camiler yeryüzünün en kutsal yerleridir.” (Ramuz el-Ehadis:76/10) diyen Hz. Peygamber bu buyruğunu duyupta böylesine kutsal bir yapıda olmanın mutluluğunu yaşamakta o denli önemlidir.
Müslümanlar için bir sığınak, dert ve sıkıntının yok edileceği bir huzur evi görünümde bulunan bu camilere girmemek için nefsimize yenik düştüğümüzün farkında olmadan yaşamak anlamsızlığın bir başka dışa vurumu gibidir.
Bakıyorsunuz cami önünde ayakta dakikalarca bekleyenler, varsa hemen yanındaki kahve, çay ocağı, park ya da avluda oturanlar iki adım ötedeki camiye girmekten adeta korkar gibiler.

Cami, isteklerin, dua ve ibadetlerin, yüce Allah’a arz edilip yükseldiği kutsal mekanlar olarak bilinir de hiç kimse ezan okunmadan içeriye girip rabbiyle iletişime geçmek istemez, dışarıda boş konuşup dedikoduya dalar. Dünyası da nefsi de içeriye girmesini engeller.
Oysa bir düşünse ;
Ölüm bir anda ve habersiz gelir. Abdestini alıp evinden camiye kadar gelmişsin. Cami ile arandaki mesafe 3-4 metre kala ezan okunmadı daha diyerek dışarıda oyalanıyorsun.
Düşün ki, o ölüm geldi.
Caminin kapısında, avlusunda, yolunda , önünde, ötesinde berisinde can kuşu uçup gitti.
Arkandan söylenecek söze dikkat et.
“Adama camide nasip olmadı” “ İyi adam olsaydı ölüm onu camide yakalardı, ama eşikte öldü, nasipsiz.”
.jpg)
Bu ve buna benzer sözleri çoğaltın.
Zavallı, acınacak biri gibi arkanızdan konuşur dururlar.
Ya da aksini düşünün.
Camiye gelip bir an önce içeri girmenin, Allah-u Teala’nın misafiri olmayı tercih ettin. Ezan okunmasa bile nafile ibadet, zikir, dua ile meşgul olmaya başladın. İçten içe tefekküre daldın.
Sustun. Hiçbir şey yapmadan beklemek istedin.
Her durumda Allah-u Teala ile onun rahmet melekleri ile baş başa kaldın.
Sana ilahi rahmet yağarken, melekler mescide oturmana dahi dua ederken, kapıdan girerken nurani hediyeni almışken…
İçini huzur kaplamaya başlamışken..
Hazreti Azrail aleyhisselam geldi ve yaradanın emri gereği can kuşunu senden aldığında arkandan ne diyecekler.
“Allahın iyi kulu, salih kuluymuş ki camide vefat etti.” “ Adam belli etmiyordu ama canını camide teslim etti. Mübarek adammış. Her kula nasip olmaz” “Ölümün güzelini absdestliyken tattı, bize de nasip olur “ demezler mi?
Derler.
O halde camilere koşun. Can kuşu orada burada yakanızdan kaçmadan.
Camilerden korkmayın.
EROL KARA - 14.11.2014