İçimizin sızlaması bir yana yüreğim kan ağladı.
Ve hata yapanlara bunu hatırlatmak istediğimde en çok duyduğum ise "bilmemek suç değil, ceza gerektirmez" gibi aptalca bir sözün olması idi.
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.. Ya da al birini vur ötekine..
Ülkemizde din görevlileri dahil vatandaşlarımızın ilmihal konularındaki eksiklikleri saymakla bitmez. Hoş, bunları yazan olarak şahsımında bilmediği bir çok konu muhakkak vardır.
Ancak namaz, oruç konularındaki eksikliğimiz bir şekilde telafi edilirken hac ve umrede infilak eden hatalar asla cezası yani bedeli ödenmeden telafi edilemiyor.
Kerahat vakitnde namaz kılanların çokluğu, bunun yanında ihramlı iken yapılan hatalar ve ödenmeyen cezalar ile ülkesine dönenlerin vurdumduymazlığı "ben yaptım oldu" şaşkınlığından başka bir şey değil.
Her ne kadar hac ve umre öncesi Diyanet ya da şirketler kitap, cd dağıtsa seminer yapsa hac ve umre bilgilerini kafalarına yerleştirmeyenler büyük bir çoğunluk olarak göze batmaktadır.
Peki dedikleri gibi bilmemek mazaret midir?
Bilmeden yapılanın cezası yok mudur ?
Hukuk fakültesinde okuduğumda böyle bir soru sorulduğunda aldığım tepki her zaman aklımdadır.
Hukuk "bilmemeyi" asla kabul etmez. Yapılan eylemin suç olduğunu bilmemek mazeret olmadığı gibi cezasına itirazın bu bahane ile karşı gelinmesi de mümkün değildir.
Durum böyle olunca insanların yaptığı yasaları bilmemek mazeret değilse ilahi emri bilmemek nasıl mazaret oluyor.
Kesinlikle din de de bilmemek mazeret değil. Yapılan hatanın cezası ve bu cezasının yaptırımı yerine getirilmelidir.
"Cehalet (Dini meseleleri öğrenmekte veya uygulamakta utanma, ayıb olmaz. Bu sebeble işlenen haramdan dolayı kişi sorumludur, mâruz tutulmaz. Kişi kendisi çekinip soramadığı konuları, bir başkasından yardım isteyerek uygulayabilmeli.) mazerettir, dolayısı ile bilmeyerek yapanlar mazurdur." diyenlerin bu yazıyı dikkatlice okuması gerekir.
Yaptığım araştırmalar bilmemenin mazeret olarak kabul edilemeyeceğini göstermektedir.
"İman ilmi öğrenmek farz olduğu gibi imanı gideren ve küfrü gerektiren ilimleri yani insanların imanlarının ellerinden gitmesiyle küfre düşmelerine sebep olacak ilimleri öğrenmek, her tevhid ehli mümine farzı ayındır. Ve bu ilmi öğrenmek her zaman, ölüme kadar sürer. Bu ilim Çin'de dahi olsa, oraya kadar gidip öğrenmek lazımdır. Bu hiçbir surette mazeret kabul etmez, öğrenmezse küfre girer. Allah esirgesin (Ehli Sünnet Akaidi - Mehmet Zahid Koktu: s:105 Seryhan Yayın 11. Baskı - Zahid Koktu kendi kitabında yazdığı üzere bu fetvayı "el-Fıkhul Ekber Lil-İmamı Azam" kitabından nakletmiştir. Ve bu fetvanın bir benzeri "Ehli sünnet itikadı. Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi s:73'dedir.)
İmam-ı Kurtubi (r.a.) şöyle der: "Şüphesiz her mükellefin üzerine tevhidi ve tevhidi yok eden durumları öğrenmek farzdır." O halde bir Müslüman, ister dar'ul harbde yaşasın, isterse dar'ul İslamda yaşasın tevhidi öğrenmek ve öğretmekle mükelleftir. Bu konuda bilmemek mazeret değildir. (Dar'ul Harp Fıkhı. Mustafa Çelik c:1 s:61. 3. baskı) (Daha geniş izah için, Hukuku İslamiyye Istılahatı Fıkhıyye kamusunun c:1 s:234'e bakınız.)
Bu konu ile ilgili fetvalar ise şöyledir: "Bir kimse, kelime-i küfrü söylediği halde, söylediğinin küfür olduğunu bilmezse (bazılarının hilafına) alimlerin ekserisine göre bu şahıs kafir olur. Bilmemek özür değildir.
Yine alimlerimize göre; "Bir kimse şaka veya istihza (alay) yollu küfür kelimesini söylerse kafir olur. İnancı bu sözüne muhalif (ters) olsa bile hüküm aynıdır, yani yine kafir olur." (Fetvayı Hindiye c:4 s:341) ve (Ehli Sünnet Akaidi - Mehmet Zahid Koktu s:143)
Bilmemenin mazeret olup olmaması ile alakalı olarak Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi'nin "Ehli Sünnet İtikadı" isimli kitabının 88. sayfasında şu ifadeler yer almaktadır. "Bir kimse küfür lafzını kullanırken ne demek olduğunu bilir, fakat inanmasa bile en doğru görüşe göre kafirdir. Çünkü iman tasdik ve ikrarın birleşmesi ile ve amel etmekle tamamlanır. Küfredince (inkar sözünü söyleyince) ikrar ortadan kalkmış olur. Şayet küfrederde manasının ne demek olduğunu bilmezse, Kadıhan'a göre kafir olmaz. Diğer bir görüşe göre kafir olur. Lakin doğru olan evvelki görüştür, yani kafir olmaktadır." İmam-ı Azam'ın Fıkhı ekber Şerhi isimli kitabında aynı fetvanın devamında şöyle yazılıdır. "Ancak bu mesele, bilinmesi zaruri olan dini bir mesele ise o zaman bilmemek sebebi ile özürlü kabul edilmez tekfir edilir. (Sayfa: 316 yıl: 1992 ilaveli 4. baskı)
Fetvadan anlaşıldığı üzere bilmemenin özür kabul edilebilmesi için, o şeyin bilinmesi zaruri olan dini bir mesele olmaması gerekir. Halbuki, hakimiyet hakkının millete değil, Allah'a verilmesi meselesi ve tağutları inkar etmek meselesi, en zaruri meselelerdendir.
Dini meseleleri öğrenmekte veya uygulamakta utanma, ayıb olmaz. Bu sebeble işlenen haramdan dolayı kişi sorumludur, mâruz tutulmaz. Kişi kendisi çekinip soramadığı konuları, bir başkasından yardım isteyerek uygulayabilmeli.
İhramlı iken Harem bölgesinde yapılması yasak olan şeylerin yapılmasına cinayet denir. Cinayet cezayı gerektirir. Hac veya umrede vâcip olan menâsikten birinin mazeretsiz olarak terkedilmesi veya zamanında yapılmaması da ceza gerektirmesi bakımından cinayet hükmündedir.
Semavî yani insanlar tarafından olmayan mazeretler sebebiyle terkedilen veya zamanında yapılamayan vâcipler için bir şey gerekmez ise de, Harem bölgesi ve ihram yasaklarıyla ilgili cinayetlerden dolayı, bunlar ister mazeretle, ister mazeretsiz yapılsın ceza (kefâret) gerekir.
Harem bölgesi ve ihram yasaklarıyla ilgili cinayetlere ceza gerekmesi için yapılan işin cinayet olduğunu bilip bilmemek arasında fark bulunmadığı gibi kasten, zorlama, hata veya yanılma ile uykuda veya unutarak yapma arasında da fark yoktur. Ancak bunların kasten yapılması günahtır. Kefâret ödenmesinden başka, tövbe ve istiğfar edilmesi de gerekir.
Hanefîler'e göre kırân haccında ihram yasaklarıyla ilgili cinayetlerden dolayı biri umrenin, biri de haccın ihramı olmak üzere, her bir cinayet için iki ceza gerekir. Umre tavafının abdestsiz yapılması gibi sadece umreyi veya Müzdelife'de vakfe yapılmaması gibi sadece haccı ilgilendiren bir vâcibin terkiyle ilgili cinayetler sebebiyle ise, tek kefâret ödenir.
Hanefîler'e göre bilgisizlik, yanılma, unutma, baskı (tehdit) gibi semavî olmayan mazeretlerle işlenen yasaklar için muhayyerlik yoktur,
Sonuç olarak, İslam'ın şartlarını, haramları, itikatla alakalı bilgileri, ibadetleri yapabilmek için gerekli bilgileri öğrenmek farzdır. O bilgileri öğrenmeyen kişi günahkar olur. O bilgileri bilmemek mazeret değildir.
Erol Kara - 07.05.2016