Giyinmek insan fıtratında olan bir kavramdır. Giyinmekle insan, insan olduğunu anlar. Bir edep olan giyinmek farktır, farklılıktır.
Giyinmeyi moda olarak tanımlasa da insanoğlu var olduğundan beri giyinme ihtiyacındadır.
Herkes giyinir. Bazıları giyinirken kimliğe bürünür.
Örtünmenin amacı bellidir. Çevreye karşı edep yerlerini kapatmak adeta bir savunma aracı olarak görülür. İnsan örtünmediğinde hayvanlaşmaktan öte ne duruma düşebilir ki. Örtünmek hayâdır, ardır, gereksinmedir.
Ama örtünürken giyinmek kişilik verir insana. Ayrıca öyle giysiler vardır ki insan onunla kişiliğine değer katar. Saygı durulur, İtaat edilir, dinlenir, sözü de hareketleri de örnek alınır.
Cübbeli, tesettürlü, üniformalı, önlüklü çevremizde az veya çok bu şekilde örtünenler vardır.
Cübbeliler vardır. Yeşilli, beyazlı, siyahlı… Rengi ne olursa olsun “cübbe” li olduğunda ilim irfan sahibi sayılır. Toplumu yönlendirici bir tema çizse size.. Yüreğini anlamasanız bile cübbesiyle ondan medet umar hale gelirsiniz. Kürsü sahibi olduğunu fark edersiniz
Yeşilli olursa dinsel hayata dair yönlendirici, kara olursa adalet ya da fen ve sosyal bilimlerde öncü olduğunu, terazisi yanında ise adil ve adalet sahibi son nokta görürsünüz. Yanında kalem var ise dünyevi ve ahiri insan ihtiyacında gerekli yaşam için faydalı olanları öğrenirsiniz.
Tesettürlüler vardır. Rabbinin örtün emrine uyarak hafiflikten kurtulmuş, Rahmanın nur iklimden gelmişçesine tertemiz akça pakça edep ve haysiyet sahibi bir hanımefendi oluverir karşınızda. Kadın olsa da kadınlığını helale saklar, helal dairesinde dolanır durur. O bir anne olur, eş olur, evlat olur, bacı olur. Nerede görülürse görülsün onun anlam ve değeri karşısında gözler yere iner, yerler açılır. Hiçbir söze gerek kalmadan saygı ile karşılanır. O tesettürlüdür.
Forma sahibidir. Yıldızı, rozeti, apoleti vardır. Emniyet verir. Güven verir. Kendini vatanına adamış mal ve can emniyetinden kendisini sorumlu hisseder.
Önlüklüler vardır. Öğretici, tedavi edici, öğrenicidir.
Velâkin, ideal olan ve olması gereken bu özellikler bazen hak etmeyenin sırtında olunca muhatapları şok yaşar.
O zaman sorulur onlara.. Ne giyindiğinizi biliyor musunuz?
İnsanoğlu var olduğundan bu yana ister istemez “değerler” noktasında olmak ister. Yönetmek, idare etmek, bilge olmak, yöneten olmak, söz sahibi ya da sözü dinlenir olmak ister. Daima çevresini “ıslah etme” çabaları güder.
Ve bir takım görevleri üstlenir ya da görevlendirilir.
Genellikle anne babalar evlatlarının “adam” olmasını ister. Meşhur hikâyedir. Kral olan oğul babasını ayağına getirtir. Makamını gösterir. Amacı babasının gözünde kendisini görmektir. Baba ise halen dediğinde ısrarcıdır. “Evlat, ben sana kral olamazsın demedim, adam olamazsın” dedim der. Yani makam, mevki, cübbe ya da diğerleri insanı adam etmeye yetmez. Adam olmak için nefsin de hükümdarı olmak lazımdır.
Nefis başlı başına ezelden ebede insanın düşmanıdır. Nefis karşısında öyle mücadele etmeli ki insan “ne giyindiğinin” farkında olduğunda mert, cömert, mütevazı, erdemli, merhametli, yürekli, dost, faziletli, şefkatli ve edepli olduğunu, olmak zorunda kaldığının da farkındalığını yaşamalıdır.
Çevremize baktığımızda ne yazık ki giyinmişler arasında giyinik çıplaklar görmeye başladık. Dokunanı yakan, dinleyeni sağır eden, gözleyeni gözünden eden giyinik çıplaklar görmeye başladık.
“Kimlik giyinirken” bunlara körü körüne inanmanın acısını da çeker olan diğer insanlar ah vah etmeye başlar. Nereden geldi bunlar. Sen saf saf kavalın peşine gidersen bunların da bir “nefsi” olduğunu düşünmezsen uzanan parmak seni kör eder, darasız terazi şaşar, ustası elinde olmayan neşter parçalar gider. Hayal kırıklığında bak gördün mü edebiyatı içerisinde dillere dolanırsın.
Dinsel yapılanmada cübbe ya da tesettürlü olanlar nefsine uyup ta kendini harcadığında arkasından giden kitle afallar, durur. Onun insan olduğundan bihaber yaşadığının farkında olmaz. Onunda hata edeceğinden kuşku duymaz. İşini savsaklayacağını, söylediklerinin aksini yapacağını, zayıflık göstereceğini bilmez. Çünkü her yeşil cübbeli peygamber varisidir onun gözünde. Peygamber gibi olmalıdır. Evliya kadar temiz, sahabe kadar sabır ister ondan. Ve onu insan olarak gördüğü an ondan soğumaz da dininden soğur. Çünkü o yeşil cübbeli onun dini gibi olmuştur.
Adalet terazisini elinde tutana da, kalem elinde ilim öğretene de aynı nazarla bakılır. Mahkemeye gideceğim sözünde güven vardır. Hak alacağı vardır. Haklı olsa da hak alınmadan dönerse hak terazisinin kefesinin başına yumruk gibi indiğini görür.
Üniformalılar ve önlüklülere de inanan, itimat eden, saygı duyan, medet umanlar da gün gelir hayal kırıklığına uğrar.
Ama ne giyinirse giyinsin insandır. Şaşma, şaşırma özelliğine o da uyar.
İnsanı rezil eden vezir de eden nefistir. Nefis hep açtır. Doyumsuzdur. Karnınız doğduğunda şehevi arzuları tetikler. Bir kereden bir şey olmazlar bir çığ olur, bir zaman gelir o çığın altında debelenir durursunuz. Bizler ne yazık ki ne giyinirsek giyinelim nefisle mücadele konusunda sınıfta kalıyoruz.
Cübbeliler, tesettürlüler ve diğerleri “giyindiğinde” normal insan olmadığını muhakkak fark etmeliler. Çünkü toplum o giyinenlere “görev” yükler, “önderlik” yükler. Beklenti içine girer. İdealleri görmek ister.
Görmeyince o kimliği sorgulamaya başlar. Kimliğe ihanet edeni değil kimliği sorgular. Kendisini yere düşüren taşa söver, taşa neden dikkat etmediğini düşünemez. Hatayı kendisinde bulmaz.
Kimlik giyinenler de suç işler. Körü körüne bağlanan da o kimliğe ihanet eden kadar suçludur. Misyon yüklediği kişilerinde gıybet yapacağını, kul hakkı yiyeceğini, merhametsiz ve vicdansız olacağını, yalan söyleyeceğini, riyakârlık ya da yalakalık yapacağını, zulmün efendisi olabileceğini, çalma ve çırpmanın, dansöz gibi kıvırmanın baş ağası olacağını düşünmez.
Artık ne giyindiğini bilen “ARİF” insanların azaldığını görüyoruz.
Sözün özü ..
Eğer ne giyindiğinizi biliyorsanız haddinizi de bileceksiniz. Hiç kimsenin kimliğini giyindiği kuruma, kuruluşa, şirkete, makama, kürsüye, mihraba zarar verme hakkı yoktur.
Ne giyindiğini biliyorsan eline, diline, beline sahip olacaksın.
Sonuç olarak Bir "görev kimliği" yüklenmişsen, "o görevinin gerektirdiği şekilde" hareket edeceksin!
Bildiğini okuyup "dilediğince saz çalmak” istiyorsan "bu elbiseyi" çıkartacaksın.
Ne giyindiğinin farkında ol. Adam gibi davran. Adam ol.
Özellikle "dini" konularda "görev" yüklenenlere…
Dinin aleyhinde ayağa kalkıp her hatanda zil çalıp oynayanlara da fırsat vermeyeceksin. Giyindiğin “cübbe” ile “tesettürle” bir dinin mensuplarını da asla zan altında bırakmayacaksın. Koskoca bir “ümmete” laf dedirtmeyeceksin.
Ya "göründüğün gibi" ol, ya da "olduğun gibi"..
Bırak, herhangi şekilde "halt" işlemeyi, gölgen bile hadsizliğin üzerine düşmeyecek şekilde “kafana göre yaşamaktan” uzak duracaksın!..
Ya elbiseleri çıkartacaksın, ya da çamur bulaşmasına engel olacaksın.
15 Ocak 2012 - EROL KARA
Giyinmeyi moda olarak tanımlasa da insanoğlu var olduğundan beri giyinme ihtiyacındadır.
Herkes giyinir. Bazıları giyinirken kimliğe bürünür.
Örtünmenin amacı bellidir. Çevreye karşı edep yerlerini kapatmak adeta bir savunma aracı olarak görülür. İnsan örtünmediğinde hayvanlaşmaktan öte ne duruma düşebilir ki. Örtünmek hayâdır, ardır, gereksinmedir.
Ama örtünürken giyinmek kişilik verir insana. Ayrıca öyle giysiler vardır ki insan onunla kişiliğine değer katar. Saygı durulur, İtaat edilir, dinlenir, sözü de hareketleri de örnek alınır.
Cübbeli, tesettürlü, üniformalı, önlüklü çevremizde az veya çok bu şekilde örtünenler vardır.
Cübbeliler vardır. Yeşilli, beyazlı, siyahlı… Rengi ne olursa olsun “cübbe” li olduğunda ilim irfan sahibi sayılır. Toplumu yönlendirici bir tema çizse size.. Yüreğini anlamasanız bile cübbesiyle ondan medet umar hale gelirsiniz. Kürsü sahibi olduğunu fark edersiniz
Yeşilli olursa dinsel hayata dair yönlendirici, kara olursa adalet ya da fen ve sosyal bilimlerde öncü olduğunu, terazisi yanında ise adil ve adalet sahibi son nokta görürsünüz. Yanında kalem var ise dünyevi ve ahiri insan ihtiyacında gerekli yaşam için faydalı olanları öğrenirsiniz.
Tesettürlüler vardır. Rabbinin örtün emrine uyarak hafiflikten kurtulmuş, Rahmanın nur iklimden gelmişçesine tertemiz akça pakça edep ve haysiyet sahibi bir hanımefendi oluverir karşınızda. Kadın olsa da kadınlığını helale saklar, helal dairesinde dolanır durur. O bir anne olur, eş olur, evlat olur, bacı olur. Nerede görülürse görülsün onun anlam ve değeri karşısında gözler yere iner, yerler açılır. Hiçbir söze gerek kalmadan saygı ile karşılanır. O tesettürlüdür.
Forma sahibidir. Yıldızı, rozeti, apoleti vardır. Emniyet verir. Güven verir. Kendini vatanına adamış mal ve can emniyetinden kendisini sorumlu hisseder.
Önlüklüler vardır. Öğretici, tedavi edici, öğrenicidir.
Velâkin, ideal olan ve olması gereken bu özellikler bazen hak etmeyenin sırtında olunca muhatapları şok yaşar.
O zaman sorulur onlara.. Ne giyindiğinizi biliyor musunuz?
İnsanoğlu var olduğundan bu yana ister istemez “değerler” noktasında olmak ister. Yönetmek, idare etmek, bilge olmak, yöneten olmak, söz sahibi ya da sözü dinlenir olmak ister. Daima çevresini “ıslah etme” çabaları güder.
Ve bir takım görevleri üstlenir ya da görevlendirilir.
Genellikle anne babalar evlatlarının “adam” olmasını ister. Meşhur hikâyedir. Kral olan oğul babasını ayağına getirtir. Makamını gösterir. Amacı babasının gözünde kendisini görmektir. Baba ise halen dediğinde ısrarcıdır. “Evlat, ben sana kral olamazsın demedim, adam olamazsın” dedim der. Yani makam, mevki, cübbe ya da diğerleri insanı adam etmeye yetmez. Adam olmak için nefsin de hükümdarı olmak lazımdır.
Nefis başlı başına ezelden ebede insanın düşmanıdır. Nefis karşısında öyle mücadele etmeli ki insan “ne giyindiğinin” farkında olduğunda mert, cömert, mütevazı, erdemli, merhametli, yürekli, dost, faziletli, şefkatli ve edepli olduğunu, olmak zorunda kaldığının da farkındalığını yaşamalıdır.
Çevremize baktığımızda ne yazık ki giyinmişler arasında giyinik çıplaklar görmeye başladık. Dokunanı yakan, dinleyeni sağır eden, gözleyeni gözünden eden giyinik çıplaklar görmeye başladık.
“Kimlik giyinirken” bunlara körü körüne inanmanın acısını da çeker olan diğer insanlar ah vah etmeye başlar. Nereden geldi bunlar. Sen saf saf kavalın peşine gidersen bunların da bir “nefsi” olduğunu düşünmezsen uzanan parmak seni kör eder, darasız terazi şaşar, ustası elinde olmayan neşter parçalar gider. Hayal kırıklığında bak gördün mü edebiyatı içerisinde dillere dolanırsın.
Dinsel yapılanmada cübbe ya da tesettürlü olanlar nefsine uyup ta kendini harcadığında arkasından giden kitle afallar, durur. Onun insan olduğundan bihaber yaşadığının farkında olmaz. Onunda hata edeceğinden kuşku duymaz. İşini savsaklayacağını, söylediklerinin aksini yapacağını, zayıflık göstereceğini bilmez. Çünkü her yeşil cübbeli peygamber varisidir onun gözünde. Peygamber gibi olmalıdır. Evliya kadar temiz, sahabe kadar sabır ister ondan. Ve onu insan olarak gördüğü an ondan soğumaz da dininden soğur. Çünkü o yeşil cübbeli onun dini gibi olmuştur.
Adalet terazisini elinde tutana da, kalem elinde ilim öğretene de aynı nazarla bakılır. Mahkemeye gideceğim sözünde güven vardır. Hak alacağı vardır. Haklı olsa da hak alınmadan dönerse hak terazisinin kefesinin başına yumruk gibi indiğini görür.
Üniformalılar ve önlüklülere de inanan, itimat eden, saygı duyan, medet umanlar da gün gelir hayal kırıklığına uğrar.
Ama ne giyinirse giyinsin insandır. Şaşma, şaşırma özelliğine o da uyar.
İnsanı rezil eden vezir de eden nefistir. Nefis hep açtır. Doyumsuzdur. Karnınız doğduğunda şehevi arzuları tetikler. Bir kereden bir şey olmazlar bir çığ olur, bir zaman gelir o çığın altında debelenir durursunuz. Bizler ne yazık ki ne giyinirsek giyinelim nefisle mücadele konusunda sınıfta kalıyoruz.
Cübbeliler, tesettürlüler ve diğerleri “giyindiğinde” normal insan olmadığını muhakkak fark etmeliler. Çünkü toplum o giyinenlere “görev” yükler, “önderlik” yükler. Beklenti içine girer. İdealleri görmek ister.
Görmeyince o kimliği sorgulamaya başlar. Kimliğe ihanet edeni değil kimliği sorgular. Kendisini yere düşüren taşa söver, taşa neden dikkat etmediğini düşünemez. Hatayı kendisinde bulmaz.
Kimlik giyinenler de suç işler. Körü körüne bağlanan da o kimliğe ihanet eden kadar suçludur. Misyon yüklediği kişilerinde gıybet yapacağını, kul hakkı yiyeceğini, merhametsiz ve vicdansız olacağını, yalan söyleyeceğini, riyakârlık ya da yalakalık yapacağını, zulmün efendisi olabileceğini, çalma ve çırpmanın, dansöz gibi kıvırmanın baş ağası olacağını düşünmez.
Artık ne giyindiğini bilen “ARİF” insanların azaldığını görüyoruz.
Sözün özü ..
Eğer ne giyindiğinizi biliyorsanız haddinizi de bileceksiniz. Hiç kimsenin kimliğini giyindiği kuruma, kuruluşa, şirkete, makama, kürsüye, mihraba zarar verme hakkı yoktur.
Ne giyindiğini biliyorsan eline, diline, beline sahip olacaksın.
Sonuç olarak Bir "görev kimliği" yüklenmişsen, "o görevinin gerektirdiği şekilde" hareket edeceksin!
Bildiğini okuyup "dilediğince saz çalmak” istiyorsan "bu elbiseyi" çıkartacaksın.
Ne giyindiğinin farkında ol. Adam gibi davran. Adam ol.
Özellikle "dini" konularda "görev" yüklenenlere…
Dinin aleyhinde ayağa kalkıp her hatanda zil çalıp oynayanlara da fırsat vermeyeceksin. Giyindiğin “cübbe” ile “tesettürle” bir dinin mensuplarını da asla zan altında bırakmayacaksın. Koskoca bir “ümmete” laf dedirtmeyeceksin.
Ya "göründüğün gibi" ol, ya da "olduğun gibi"..
Bırak, herhangi şekilde "halt" işlemeyi, gölgen bile hadsizliğin üzerine düşmeyecek şekilde “kafana göre yaşamaktan” uzak duracaksın!..
Ya elbiseleri çıkartacaksın, ya da çamur bulaşmasına engel olacaksın.
15 Ocak 2012 - EROL KARA