5 milyonu geçen sayircisi ile ilk Türk filmi olarak tarihe geçen FETİH 1453 günlerce medyanın ilgisini de çekmektedir.
Kimi maddi yönünü, kimi seyirciyi, kimi oyuncuları dile getirerek film hakkında yorum ve haber yapsa da FETİH 1453 ne yazık ki uydurma ve hayal mahsulleri dolu tarihe, edebe, gerçeğe uymayan Muhteşem Yüzyıl kadar basit ve hatta tarih severlerce izlenmese de olur denilecek bir seviyede kalmış bir eserdir.
Medyada büyük ses getirse de filmi izlemek isteyen, içerisinde tarih sevgisi olanları hayal kırıklığı içerisinde bırakacak bir sinema filminden öte bir çalışma olmayan yapım olarak betimlememiz gerekir.
Aslında filme “Ulubatlı Hasan” adı verilse isabet olmasının yanı sıra, bu kadar bir ziyaretçinin salonları doldurmayacağı da bir gerçektir.
Özde bir Hadis-i Şerif’ten yola çıkılsa da hedefe Fatih’in fetih aşkı konulsa da aslında bir yeniçeri olan gerçek tarih içinde faal bir çabaları olmayan kişinin üzerine kurulması dikkat çekicidir. Hasan adlı fedai ve casus rolü verilmiş bir er kişinin Fatih’ten daha fazla ön planda olması filmin ana temasını ve başrolün bu kişiyi canlandıran aktöre verilmesi daha uygun olurdu.
Oysa afişlerde Fatih’in öne konulmuş olması, konunun Fatih Sultan Mehmet üzerinde dönmesi anlamı zahirde taşısa da özde alakası olmadığını seyircinin filmin sonundaki kanaati olmaktadır.
Mekke ile ve Eba Eyyub El Ensari Hazretlerinin vurgusuyla başlayan ama hepsi hepsi burada biten bir fetih aşkı Müslüman Araplar açısından İstanbul’un fethine nail olma arzusunun kesilip atılması tarihe hakarettir.
Fatih’in fetih öncesi Hazreti Eyyub’un kabrini bulması bile kel alaka bir araya girmenin ötesinde seyirciye bunun burada ne işi var. Neden Eyyub hazretleri burada dedirtmektedir. Ve hatta kabrin Fetih öncesi de bulunması şaşırtıcıdır. Bu konu sadece seyirciye senin tarih bilgin varsa burayı anlamışsındır zorlamasına girmektedir.
Mekke semalarından havalanan kartal’ın “neden Edirne’ye gelir”inin cevabı yoktur. Kartal neyi simgelemiş çzöülmemektedir.
Akşemsettin hazretlerinin evliya tarzı, “Köse” lakabıyla meşhur olmasına rağmen beyazlar içerisinde aksakalları dizine kadar inmiş halde görünmesinin, gösterilmesinin sadece komik bir durum gibi seyirci yönünden gülüşmelere neden olması da filmin senaristini cahil duruma düşürmeye yetmiştir. Oysa tarihe baksalardı Akşemsettin’in savaş öncesi ve süresince Fatih’in yanında bilfiil bulunduğunu öğreneceklerdi.
Ulubatlı Hasan’ın adeta çevresinde dönen filmdeki yağız delikanlı rolünü veren aktörün başarısına da vurgu yapmak isteriz. Bizans Kralı’nı cesur olarak gösteren, Fatih Sultan Mehmed’i çaresiz konuma düşüren senaristin bunu neden amaçladığı anlaşılmazken Hasan’ın Ulubatlı unvanını da kimse duymamıştır.
Bir Hasan, Top ustası Macar Urban’ın evlatlığı olan ve erkek gibi davrandırılıp rol verilmiş bulunan Era adlı genç kadın ve bu kadına olan karşılıksız aşkı için Bizans cephesinde kahramanlık yaptırılan Justinyani filmde öne çıkanlar olmaktadır.
Top ustası Türklerden söz edilmemiştir. Urban ve evlatlığı kadın bir kahraman gibi gösterilmiştir. Top ustası Urban kaçırılmamıştır. Hele ki Ulubatlı hiç kaçırmamıştır.
Ve normalde 3 kişinin çevresinde gelişen fetih konusunda Fatih inatla pasif gösterilmiştir. Geri planda bulundurulmuştur. Hatta oğlunu sevmeyen, duyarsız baba rolü biçilmiştir. Padişaha savaş alanında namaz kıldırtılması da bir başka saçmalıktır. Zaman zaman korkan, çaresiz, kâbuslarla uyanan, halkına inmeyen, ordusna güvenmeyen bir padişah portesi Fatih’e yakışmamıştır.
“Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni” sözü tarihte düşman elçilerine söylendiği belirtilirken yataktan fırlayan Fatih’in gördüğü kâbusun arkasından bunu söylemesi tam bir saçmalıktır.
Fatih’in gemileri karadan indirtmesi nasıl kararlaştırıldı, buna ne sebep oldunun cevabı yok.
Fatih’in eşinin tesettürden uzaklığı, kadınların şehvet düşkünü gibi gösterilmesi de tipik tarihi filmlerde yerleşmiş ahlak erozyonunu dile getiriyor.
Sık sık isyan eden askerler, birbirine giren vezirler, yalnızlığa itilen bir padişah resmedilirken Edirne sokaklarında halkına güvendiğini ifade eden, bir manda derisi kadar yere sandık dolusu mücevher veren Fatih zekâsı yok edilmiş. Neredeyse ilmin efendisi olan fatih ve hocaları ortada yoktur. Proje çizen Fatih yoktur. Adeta zorbavari olarak “buralar benim toprağım ben hisarı yaparım” sözü tarihi gerçeğinin dışındadır. Fatih Hisar’ı yapacağı yeri satın almıştır.
Tarih açısından bakıldığında film gerçekleri yansıtmamaktadır. Sadece iyi bir sinema film olmuş, o kadar.
Aslında Fatih ve fetih tarihine ihanet denebilecek sahnelerle dolu ancak kostümler, mekânlar, efektler, savaş sahneleri etkileyici yönüyle sinema eseri olarak film izlenmeye değer, ancak tarihin bir sayfası olarak değil.
EROL KARA - 12.03.2012