Kudüsten yola çıkıp önce Mekke'de Allah-u Teala'nın misafirlerden biri olarak umre ibadetimizi yaptıktan sonra son ziyaretimiz Medine-i Münevvere'de Resullullahh aleyhisselam'a idi.
Hicret ettiğinde uzun ve çileli yolculuğun ardından Kuba'dan Yesrib'e gireceği zaman bembeyaz elbiseler içerisinde gelişi gibi (Bkz. Buhâri, Sahîh, 3/1421 (3694)) beyazlara büründüğümüz Mekke'den biz de onu taklit ederek ve sünnet kabul ederek beyazlar içerisinde ve rahat bir yolculuğun ardından Yesrib'e yani en münevver şehir Medine'ye geldik.
Uzaklardan göre göre geldiğimiz Ravza'nın hemen hemen çok yakınında yerleştiğimiz otelden heyecanla kafilenin erkekleri bir araya gelerek ilk ziyaretimizi yapmak üzere Mescidi-Nebeviye geldik. Yatsı namazı kılınmış, kapılar yavaş yavaş kapanmakta ve içerideki cemaat boşaltılmaya başlanmış iken içeriye girmek nasip oldu.
Boşalmaya yüz tutmuş Mescidi Nebevi'deki sakinlik bir yana yüreğmizin kalp atışlarının artış hızı ile nefesimizin kesileceğini hissediyor, salatu selam getirerek Babausselam'dan usulca içeriye girdik.
İlk önce yatsı namazımızı eda etmek için uygun bir yer aradık. Hem yatsı namazımızı hem de tehiyatül mescid namazı kılmak için safa dizildik.
Selam ve duaların ardından kafile olarak gerçekte mübarek kabri şerifleri zahirde bizzat Resullullah aleyhisselamı ziyaret etmek için mübarek evlerine doğru adım adım ilerliyoruz. Çevrede bulunan askerler müminleri dışarıya çıkartmaya çalışırken kabri şerifin çevresinin brandalarla çevrili olduğunu gördük. Ziyaretleri sona erdirmişler ve kabre yaklaştırmadan dışarıya çıkartmaya çalışıyorlardı.
Kabre yaklaşmak imkansızdı. Biliyorsunuzdur Allah’ın Rasûlü (sav)’nün yaşadığı mekânları görmek, yürüdüğü yerlerde yürümek, ashabının kabirlerini ziyaret etmek, onlarla ilgili hatıraları yâd etmek, vahyin indiği ve tebliğ edildiği mukaddes yerlerin havasını solumak her Müslümanın özlemidir. İşte bu duygularla kendisini ziyaret edenler için Rasûl-i Ekrem (sav) "Beni vefatımdan sonra ziyaret edenler, hayatımda ziyaret etmiş gibidir" hadisi şerife mazhar olabilmek için az ötemde brandalrın arkasında duran yerde Resullullah'ın kendisini ziyarete gelen misafirlerini selamladığını düşünüyorum.
Kıymetli kabrinin hemen önünde bulunana bankoda durup müminlere arkadaşları Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer ( Allahu Teala onlardan razı olsun ) olduğu halde orada beklediklerini, bizleri gördüklerini biliyorum.
Ama yaklaşamamanın, musafaha yapamamanın tam hüznü içinde iken bir anda nasıl oldusunun cevabı yok. Önümde bulunan brandaların bir anda açıldığını ve birinin elimden tutarak kabri şerifin yanına, dünya gözüyle baktığımzda bir askerin durduğu ama aslında üç mübarek insanın misafirlerini karşıladığı yerde kendimi buldum.
Hücre-i saadetin tam yanındayım. Hayır, hayır huzuru Resullullah'tayım. Hücra-i saadetin önündeki sete tutundum. Görünmeyen bir hoşgeldin almakta, musafaha edeceğim kollarımda takatim yok. Tutundum. Dilim yok, sesler yok, yanımda bulunan kimse yok. Kalp bence o da yoktu.
Huzura benden önce varmış iki mümin kapıya doğru ilerlerken salavatı şerifler getirmeye, bu büyük lutfun keremi altında nasıl selam vereceğimi, neler diyeceğimi, huzura kabul edildiğim için yapacağım şükre kadar ne varsa suskun baka kalırken yanıma yaklaşan görevlinin kabri anlatmaya çalışması ile artık dizlerimin bağının çözüldüğünü hissediyordum.
Görevli Resullullah, Ebubekir, Omer diyor ama duymuyordum. Ben orada idim. Huzurdaydım. Bundan büyük devlet, bundan büyük saadet, bundan büyük bir ikram olur muydu. Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a dedim. Defalarca, şükürler ettim. Resullullah aleyhisselam olmak üzere o cennetle müjdelenen iki büyük insan Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer ( Allah onlardan raı olsun) beni karşılamış, musafaha etmiş onca kalabalığın, kafileden beni seçerek ziyaretimi kabul etmişlerdi.
Kafile derken o an aklıma onlar geldi. Arkamda brandayla çevrili alanın arkasında idiler. Resullulluha hepimizin Kudüs'ten geldiğini söyledim. Onlarında ziyaretini kabulünü ve hepimize, tüm müminlere şefaat etmesi için dualarımı arz ettim.
Görevli biraz daha bir şeyler söyledi. Birlikte Resullullah aleyhisselam'ın az ötesine Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer'in de huzurlarına vardım. Musafahamızı yaptık. Onlardan da şefaat istedim. Allah'ın razı olduğu ey mübarek insanlar biz de sizden razıyız dedim.
İlk günün ilk ziyareti, beklenmedik lütuf ve aklımın zayi oluşu ile bu mübarek anın nasıl başladığını nasıl bittiğini anlamadan görevlilerin uyarısıyla dışarıya çıktım. Çıktım. Vay ne yaptım ben , dedim. Üzerime almış olduğum selamları iletmedim. Eyvah ki eyvah.. Emaneti sahibine vermemiştim. Geriye dönmek istedim. Çok geçti.Giremedim.
Ertesi sabah ilk işim bu oldu. Sabah namazı sonrası tekrar huzura geldim. Bu kez çok yoğun bir kalabalık ile ziyaret nasip oldu. Kabre yaklaştım. "Ey Allah’ın Rasulu, Allah’ın selamı, rahmeti ve Yine O’nun bereketi sana olsun. Allahım! Muhammed’e ve O’nun ehline salat et. İnşaallah biz de size kavuşacağız. Allah’tan size ve bize afiyet isteriz" dedim ve Efendimize affetmesini, emanetleri vermek istediğimi söyledim.
İstanbul'da ziyaret ettiğim sahabelerin selamını teslim ettim. Rasulullah’a selam gönderen eş dost, tanıdık tanımadık herkesin "sana selamları var, Allah katına kendisi için şefaatçi olmanı istiyorlar. Onlara ve bütün Müslümanlara şefaat eyle, Kardeşlerin, arkadaşların olupta İstanbul'da uyuyanların da selamını getirdim, "diyerek benimle selam ve dua edenlerin emanetlerini sahibine verdim.
Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) kabrinde "Selam sana ey Allah’ın Rasulü’nün halifesi. Ey Ebu Bekir, Allah’ın selamı, rahmeti ve yine O’nun bereketi sana olsun. Biz de şüphesiz size kavuşanlardan olacağız. Hem kendimize ve hem de size Allah’tan afiyet dileriz" "Hz. Ömer’in (r.a.) kabrinin önünde "Selam sana ey Mü’minlerin Emiri. Ey Ömer ibn Hattab, Allah’ın selamı, rahmeti ve yine O’nun bereketi sana olsun. Biz de şüphesiz size kavuşanlardan olacağız. Hem kendimize ve hem de size Allah’tan afiyet dileriz." dedim ve emanetleri sahibine verdikten sonra bir ikinci ziyaretimi de tamamlamış oldum.
Akşam ki suskun dilim, boşalmış aklım ve yaşadığım lütfun sarhoşluğu geçmiş idi.
Erol KARA - kudusten umreye anılarından - 10.07.2015
Hicret ettiğinde uzun ve çileli yolculuğun ardından Kuba'dan Yesrib'e gireceği zaman bembeyaz elbiseler içerisinde gelişi gibi (Bkz. Buhâri, Sahîh, 3/1421 (3694)) beyazlara büründüğümüz Mekke'den biz de onu taklit ederek ve sünnet kabul ederek beyazlar içerisinde ve rahat bir yolculuğun ardından Yesrib'e yani en münevver şehir Medine'ye geldik.
Uzaklardan göre göre geldiğimiz Ravza'nın hemen hemen çok yakınında yerleştiğimiz otelden heyecanla kafilenin erkekleri bir araya gelerek ilk ziyaretimizi yapmak üzere Mescidi-Nebeviye geldik. Yatsı namazı kılınmış, kapılar yavaş yavaş kapanmakta ve içerideki cemaat boşaltılmaya başlanmış iken içeriye girmek nasip oldu.
Boşalmaya yüz tutmuş Mescidi Nebevi'deki sakinlik bir yana yüreğmizin kalp atışlarının artış hızı ile nefesimizin kesileceğini hissediyor, salatu selam getirerek Babausselam'dan usulca içeriye girdik.
İlk önce yatsı namazımızı eda etmek için uygun bir yer aradık. Hem yatsı namazımızı hem de tehiyatül mescid namazı kılmak için safa dizildik.

Kıymetli kabrinin hemen önünde bulunana bankoda durup müminlere arkadaşları Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer ( Allahu Teala onlardan razı olsun ) olduğu halde orada beklediklerini, bizleri gördüklerini biliyorum.
Ama yaklaşamamanın, musafaha yapamamanın tam hüznü içinde iken bir anda nasıl oldusunun cevabı yok. Önümde bulunan brandaların bir anda açıldığını ve birinin elimden tutarak kabri şerifin yanına, dünya gözüyle baktığımzda bir askerin durduğu ama aslında üç mübarek insanın misafirlerini karşıladığı yerde kendimi buldum.
Hücre-i saadetin tam yanındayım. Hayır, hayır huzuru Resullullah'tayım. Hücra-i saadetin önündeki sete tutundum. Görünmeyen bir hoşgeldin almakta, musafaha edeceğim kollarımda takatim yok. Tutundum. Dilim yok, sesler yok, yanımda bulunan kimse yok. Kalp bence o da yoktu.
Huzura benden önce varmış iki mümin kapıya doğru ilerlerken salavatı şerifler getirmeye, bu büyük lutfun keremi altında nasıl selam vereceğimi, neler diyeceğimi, huzura kabul edildiğim için yapacağım şükre kadar ne varsa suskun baka kalırken yanıma yaklaşan görevlinin kabri anlatmaya çalışması ile artık dizlerimin bağının çözüldüğünü hissediyordum.
Görevli Resullullah, Ebubekir, Omer diyor ama duymuyordum. Ben orada idim. Huzurdaydım. Bundan büyük devlet, bundan büyük saadet, bundan büyük bir ikram olur muydu. Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a dedim. Defalarca, şükürler ettim. Resullullah aleyhisselam olmak üzere o cennetle müjdelenen iki büyük insan Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer ( Allah onlardan raı olsun) beni karşılamış, musafaha etmiş onca kalabalığın, kafileden beni seçerek ziyaretimi kabul etmişlerdi.
Kafile derken o an aklıma onlar geldi. Arkamda brandayla çevrili alanın arkasında idiler. Resullulluha hepimizin Kudüs'ten geldiğini söyledim. Onlarında ziyaretini kabulünü ve hepimize, tüm müminlere şefaat etmesi için dualarımı arz ettim.

İlk günün ilk ziyareti, beklenmedik lütuf ve aklımın zayi oluşu ile bu mübarek anın nasıl başladığını nasıl bittiğini anlamadan görevlilerin uyarısıyla dışarıya çıktım. Çıktım. Vay ne yaptım ben , dedim. Üzerime almış olduğum selamları iletmedim. Eyvah ki eyvah.. Emaneti sahibine vermemiştim. Geriye dönmek istedim. Çok geçti.Giremedim.
Ertesi sabah ilk işim bu oldu. Sabah namazı sonrası tekrar huzura geldim. Bu kez çok yoğun bir kalabalık ile ziyaret nasip oldu. Kabre yaklaştım. "Ey Allah’ın Rasulu, Allah’ın selamı, rahmeti ve Yine O’nun bereketi sana olsun. Allahım! Muhammed’e ve O’nun ehline salat et. İnşaallah biz de size kavuşacağız. Allah’tan size ve bize afiyet isteriz" dedim ve Efendimize affetmesini, emanetleri vermek istediğimi söyledim.
İstanbul'da ziyaret ettiğim sahabelerin selamını teslim ettim. Rasulullah’a selam gönderen eş dost, tanıdık tanımadık herkesin "sana selamları var, Allah katına kendisi için şefaatçi olmanı istiyorlar. Onlara ve bütün Müslümanlara şefaat eyle, Kardeşlerin, arkadaşların olupta İstanbul'da uyuyanların da selamını getirdim, "diyerek benimle selam ve dua edenlerin emanetlerini sahibine verdim.
Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) kabrinde "Selam sana ey Allah’ın Rasulü’nün halifesi. Ey Ebu Bekir, Allah’ın selamı, rahmeti ve yine O’nun bereketi sana olsun. Biz de şüphesiz size kavuşanlardan olacağız. Hem kendimize ve hem de size Allah’tan afiyet dileriz" "Hz. Ömer’in (r.a.) kabrinin önünde "Selam sana ey Mü’minlerin Emiri. Ey Ömer ibn Hattab, Allah’ın selamı, rahmeti ve yine O’nun bereketi sana olsun. Biz de şüphesiz size kavuşanlardan olacağız. Hem kendimize ve hem de size Allah’tan afiyet dileriz." dedim ve emanetleri sahibine verdikten sonra bir ikinci ziyaretimi de tamamlamış oldum.
Akşam ki suskun dilim, boşalmış aklım ve yaşadığım lütfun sarhoşluğu geçmiş idi.
Erol KARA - kudusten umreye anılarından - 10.07.2015