Mina’daki çadırlarda uyurken saat 15.00 te uyandırıldık.
Şeytan taşlamaya gidilecek, denildi. Ama öğleden evvel akşam namazından sonra gidileceği söylenmişti. Çevreyi dolaşmaya gidenler bu haberi duymadığı için ne olacaktı. Kimse onların olmamasına aldırmadı ve bazı hacılar dışarıda olmasına rağmen onlar beklenmeden yola çıkıldı.
Bizim gruptan 6 hacı yoktu. Diğerlerini bilmiyorum. Yürümeyecek durumda olanlar araç tutularak otele gönderilmiş. Hocalar onlardan kefalet almış. Laf aramızda hocaların en sevdiği hacı grubu yaşlılar... Çünkü onları götürmek yerine otelde bırakmak vazifelerini daha iyi yapmalarını sağlıyordu. Kalanlar ise yola yaya gidecekti.
Sıcak kendini iyice hissettiriyordu. Elimizde ya da sırtımızda Arafat ve Müzdelife'de dahi bitiremediğimiz yiyecek ve suların olduğu çantalar olmasına rağmen. Daha önce söz ettim mi bilmiyorum.
Arafat öncesi yapılan toplantılarda bize şunlar söylenmişti. "Sevgili Hacılar... Üç gün sonra Arafat’a gideceğiz. Orada su ve yiyecek sıkıntısı var. Ayrıca çok yorulacaksınız. Bu yüzden bu üç gün otelin dışına çıkmayın. Namazlarınızı burada kalın. Kendinize çok dikkat edin. Nefes alsanız bizim haberimiz olacak. Kimse otelden dışarı çıkmayacak. Arafat'ta su ve yiyecek sıkıntısı var. Abdestinizi tutmaya alışın. Yanınıza bisküit, peksimet gibi kuru şeyler alın."
Ama Arafat'ta su ve yiyecek bol.. Tuvaletlerde sular gürül gürül akıyordu. Sonuçta korkutulduğumuz gibi olmadı. Yanımıza aldığımız her şeyi geri götürmek zorunda kalıyorduk. İşte yükümüzle - bazıları Arafat'ta bıraktı - şeytana doğru yürümeye başladık.
“Lebbeyk Allahümme lebbeyk” nidaları Mina'da çadırlar arasında yankılanırken çevremizde bulunan binlerce Hacı, yolları adeta şenlendiriyordu. Bir saatlik yol yürüdükten sonra şeytan taşlama alanına gelindi. Sıcak ve yorgunluk kimsenin umurunda değildi.
Şeytanın mevkisi Mina’dayız.. Mina ise Müzdelife’ye çok yakın. Şeytan, otağını oldukça yüksek iki dağın arasındaki vadiye kurmuş. Dağın arka tarafı vadiye iki tünelle bağlanıyor. Soldaki tünel o elîm tünel kazasının olduğu yer. Bu tünel yine geliş yeri olarak kullanılıyor.
Diğeri ise gidiş.
Geliş tünelinden, yolu tamamen dolduran bir insan seli Mina’ya akıyor. Aynı şekilde şeytanın merkezine varan kilometrelerce uzunluktaki iki cadde de yine insanlarla dolu. Viyadük şeklindeki yolun sonuna kadar yürüdükten sonra viyadüke çıkıyor şeytana yaklaşıyoruz. Her yer insanla dolu. Büyük Şeytan’a ulaşıp elimizde taşları isabet ettirmeğe çalışıyoruz.
Bu insan deryasında kendimizi yalnızmış gibi hissediyoruz. “Bismillahi–Allahu Ekber”," Allah'ın adıyla. Şeytan ve taraftarlarına rağmen Allah en büyüktür " nidalarına herkes gibi biz de eşlik edip, hücuma geçip. Attığımız her taşı şeytana, nefsimize, geçmiş yıllarda bizi günaha sürükleyen her şeye, fuhuşa, faize, hırsızlığa, Allah azze ve cellenin yasak kıldığı ama irademize hâkim olamayarak yaptığımız her kötülüğe son vermek üzere atıyoruz. Bir daha şeytan ve taraftarlarına uymamaya bir çeşit söz veriyoruz. Elimizdeki cephaneyi yani taşları peş peşe atıyoruz. Şeytan ürkmüş durumda. Taşları elimize alıyor ezeli ve ebedi düşmanımıza, yani şeytana konsantre olmaya çalışıyoruz. Taşın etrafı 10 metrekarelik dibine doğru daralan oval bir kuyuya benziyor. Şeytan, hem köprünün altında hem de üstünde taşlanabiliyor.
Viyadük üzerinde 2–3 metre çapındaki Huni benzeri çukurların içinde örülen dikilitaşa benzer yapılara hacılar 7’şer taş atıyorlar. Baş ve işaret parmaklarıyla yukarıdan aşağıya hareketle fırlatılan nohuttan iri, fındıktan küçük, Müzdelife veya Arafat’ta toplanmış taşlar, bu Dikili taşa (örme taş da diyorlar) adeta yağdırılıyordu.
Attığınız taşı isabet ettiremezseniz bile bu kutunun içine düşürmek zorundasınız. Kuyu dibe doğru daraldığı için taş iniş sırasında şeytana mutlaka değiyor. İsmail’i kurban etmekten vazgeçirmek için son ve güçlü hamleyi yapan büyük şeytana yöneliyoruz. Ama biz şeytanın, karşımızda duran Dikili taş olmadığını biliyoruz. Hz. İbrahim’i oğlu Hz. İbrahim misali taşlar atarak onun bizi aldatmasını engellemeye çalışıyoruz. Fakat onun Hz. İbrahim’den kaçtığı gibi bizden kaçmadığını görüyor ve kendimizi zorluyoruz.
Hırsımız 7 taşa birkaç taş daha eklememize sebep olabiliyor. Sadece o an değil ömür boyu sürecek bu savaşta galip gelmek için Allah’a dua edip, arkadan gelen kalabalığın önünü açarak dönüş yoluna yöneliyoruz. Şeytan arkamızda kalıyor. Taşları kendimize, yani içimizde bizi daima şerre çekmeye çalışan ben’e attığımızı anlamakta gecikmiyoruz.
Nefsin yani şeytanın, kalabalığın dağları inleten, “Bismillahi Allahü Ekber”, nidalarından ve onu keşfetmemizden ürkmüş olmasına rağmen kaçmıyor. Taşlara direniyor. Atıştaki isabet ve niyetteki ihlas onu iyice küçültüyor. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in Bedir dönüşü ilk kez hatırlattığı büyük cihadı yani nefisle savaşı kazanmaya çalıştığımızı fark ediyoruz. Ve büyük şeytan taşlandı. Ardından viyadüğün çıkışına yakın bir yerde ikindi namazının farzını kıldık. Yol kenarları yerlere yatak sermiş yabancı ülke hacıları biraz önlerinde işportacılarla, ortaları ise dilencilerle dolu. Kesik kollu ve kesik bacaklı insanlar görmekten rahatsız olmaya başlıyoruz. Bazı hayırsever vatandaşlar ise geçenlere pet şişelerle soğuk su dağıtıyorlar.
Çevrede müthiş bir pet şişe ve naylon torba kirliliği var. Mina’da 3 gün konaklama sünnetini uygulayan binlerce Şafiî mezhebine mensup hacı ise yol üstünde oturmakta ve uyumaktalar. Gerek indiğimiz merdiven ve gerekse yürüdüğümüz yol iç karartıcı. Çevredeki kirlilik onları direkt olarak etkiliyor. Çok kötü bir görüntü arz etmelerinin yanı sıra, yolu kapattıkları için gelip geçenlere de engel oluyorlar.
Dükkânlara ilaveten fahri berberler de işbaşında. Yol kenarları saçlarını kestiren, kısmen kanlar içinde kalmış insanlarla dolu. Bu, şeytanla yapılan mücadelenin ne kadar çetin olduğunu da gösteriyor. Rüzgârla birlikte etrafa dağılan saçların oluşturduğu kirlilik ise insanı üzüyor. Yerlerde kesilmiş saçlardan, yürümeye imkan yoktu. Her yer çöp içinde idi. İnsanlar yerlerde yatıyor, satıcılar yolları işgal etmiş durumda geçmeye çalışıyoruz. Araç bulmak üzere yürümeye başladık. 200 metre kadar ilerlemiştik ki, yolun kenarında, kaldırımda baygın bir halde yatan Türk hacısı gördük. Yalnızdı. Yanımızdaki su ile biraz pansuman yaptık.
Üzerindeki kimlik kartına baktık. Bizim kafileden önden giden gruba aitmiş. Burada nasıl bırakıldığına dair tepki gösterdik. Elinde telsiz bulunan bir Suud'luya ambulans çağırmasını söyledik. Ama yol o kadar kalabalıktı iki ambulansın gelmesi uzun zaman alırdı. Grup hocasına ilgilenmesini, bizim yola devam edeceğimizi söyledik. Önce ben sizden sorumluyum gibi laflar ettiyse de ısrarımız karşısında kalmak zorunda kalmıştı. Biz yola devam ettik. Bir iki yüz metre daha gittik. Araç bulmak için bakınırken diğer grup hocasını tuttuğu otobüse binerken gördük. Ona giderek durumu anlattık.
Ve onun tuttuğu otobüsle adam başı 10 riyal vererek biz de bindik. Kimi ayakta kimi oturarak yolculuk etti. Bir otobüse 600 riyal verilmişti. Türk lirası ile 240 milyon TL. Burası için çok büyük para. Otele döndük. Kurban kesildi haberi ile birlikte berbere gidip traş oldum.
Berber de normalde 5 riyale yaptığı traşı azami talep dolayısıyla 10 Riyale çıkarmıştı. Diğer hacılardan öğrendiğime göre Türk Berberi 25 Riyale fiyatı çıkartmış. Traştan sonra otele döndük, yıkanıp ihramdan çıktık. Saat 22,00 de ziyaret tavafı ve sayını yapmak için yola çıktık.35 dakikada
Mescidi Harama gidildi.
Tavaf alanı çok kalabalıktı. Grup aşırı kalabalıktan ayrılmak zorunda kaldı. İğne atılsa yere düşmüyordu. Adım atmanın imkânı yoktu. Kâbe’nin örtüsü değiştirilmişti. Tavaf yaptıktan zemzem içtikten ve namazı kıldıktan sonra say alanına geçtik. 00,20 de başladığımız say 02.20 de bitmişti. Safa ile Merve arası otuz dakika sürmüştü. Sadece bir gidiş geliş... 02.50 de otele döndük. 02 ŞUBAT Bayramın ikinci günü akşam namazından sonra şeytan taşlamaya gidileceği söylendi. Yatsı namazından sonra saat 21.00 de şeytan taşlamaya çıktık. Adam başı gidiş geliş 20 riyale otobüsler tutulmuştu.
Bir hayli yol aldıktan sonra bir gün önce otobüs tutup geldiğimiz yere kadar geldik. Şeytan taşlama alanına uzun bir mesafe vardı. Şoför yolu göstermek üzere kafilenin başına geçti. O önde biz arkada yürümeye başladık. Alana yaklaştıkça yol da yürünmez bir hal alıyordu. Şeytan taşlama bölgesinde bir çok ülke insanı yol kenarlarında, yol ortalarında yataklarını sermiş seyyar satıcılar had safhada idi. Üzücü görüntüleri arkada bırakıp taş atacağımız viyadüğe çıkmak için yaklaşık bir kilometrelik köprünün yanından geçip, aksi istikamete geçiyoruz. Kaybolmaktan korkan veya can havliyle etrafa kaçmaya çalışan insanlar, izdiham ve paniğe sebep oluyorlar. Askerler bir alan hariç hacıları farklı yönlere yönlendiriyor.
İlk yardıma ihtiyacı bulunanların alınması için halka oluşturan askerlerin yanına yaklaşıyorum. Kalabalığı gösterip "eşimi o kalabalığın için sokamayacağımı, mümkünse aralarından girip boş yerden taş atmak istediğimizi" söyleyip, izinlerini istedim. Önce yok denildiyse de yanında ki diğer asker insafa gelerek bizi aralarına aldı. Ve sakince küçük şeytana yedi taş atıyoruz, Atıyoruz ama başımıza atılan taşlarda geri dönmemizi engelliyordu. Başımızı kollarımızın arasına alarak askerlerin arasından kaçarak uzaklaşıyoruz.
Sıra orta şeytanda ancak yürümek adeta imkânsız, itelenerek, dirseklenerek, bastırılarak, ayaklarımız pestile çevrilerek kendimizi ancak kıyıda bulabiliyoruz. Bir önceki yerde olduğu gibi burada da askerlerden yardım isteyerek rahatça şeytana taşımızı atıyoruz. Şükrederek büyük şeytana geliyoruz. Bu sefer tecrübeliyiz artık. Taşları atıyor ve uzaklaşıyoruz.Küçük, orta ve büyük şeytana 21 adet taş atarak içimizdeki şeytanları, nefis, heva ve hevesi atmaya çalışmanın mutluluğu içindeyiz. Tam basamakların bittiği yerde buz gibi zemzemin aktığı dolaplar var. Merdivenlerde ve viyadük altında onlarca sakat insanlar dileniyor. İşportacılar ise üzerinde durulması gereken ayrı garip bir manzara oluşturuyorlar. Uzun bir yürüyüş sonrası otobüslere binip otele dönüyoruz. 03 ŞUBAT Bugün yatsı namazından sonra şeytan taşlamaya gidilecek.
Saat 2030 da yapılan anonsla hacılar otelin önüne indi. Gruplardan biri gelen otobüse binip gitti. Geriye kalan 5 grup beklemeye başladı. Otobüsler gelmemişti. Hocalar otobüslerden umudunu kesince otobüs aramaya başladılar. İnsanlar bir o yana bir bu yana koşturulmaya başlandı. Kafile başkanı gidiş geliş 30 riyale araba bulduklarını söyleyerek bir kaç grubu yanına aldı. Bende 10 kişilik bir grup yaparak adam başı 10 riyale minibüs kiraladık. Polis sıkışan yolları kapattığından uzun bir süre yol aldık. Şoför yolu karıştırınca bir kaç kişiye sormak zorunda kaldık. Şoför Suud'lu olmasına rağmen Mina'ya giden yolların kapalı oluşundan çok farklı yollara girmek zorunda kaldı. Bu arada arabasının üzerine de 5 Riyale yolcu almayı da ihmal etmeyen şoför artık işi gırgıra çevirmişti. Yolda şakalar yapıyor "yol gitti, şeytan kaçtı” gibi laflar ediyordu. Güle katıla sonunda şeytan taşlama alanına geldik.
Mina'da çadırlar boşalmıştı. Bir kaç grup dışında kimse kalmamıştı. Bugün şeytan taşlamanın son günündeydi ve atanlar çekip gidecekti. Ve viyadüğün başında indik. 21 taş atacağımız şeytana çok yakın yerde indik. Düne göre daha tenhaydı. Bugün de rahatça şeytanı ve nefislerimizi taşladık. Eli, kolu, ayağı kesik insanlar yine dileniyor. İşportacılar yine işbaşında. Fazla sıkışmadan köprü altından geçerek, yol boyu ilerliyoruz. Gruptaki Hacılardan "biri ben arabaların olduğu yeri biliyorum. Oradan dün akşam tutmuştuk, oradan tutalım " dedi. Yol boyu terlik yığınları, şemsiyeler, jiletler, saç yumakları ve karmaşadan oluşan akıl almaz görüntülerle dolu. Ama 5-6 çöp kamyonunun 30-40 kişiyle giriştiği temizlik çalışmalarını görünce hoşumuza gitti. .
Yolcu bekleyen bir iki araç görünce "binip, gidelim " dedim. Arkadaş yine dediğinde ısrar etti. 100 metre daha gidersek buluruz, dedi. "Neden yürüyelim, oradaki babanın oğlu değil ya " diyerek hemen yanı başımızdaki şoförle pazarlık edip, 10 riyale geri döndük. 00.45 te otele döndük. Hocalarla gidenler hem ayakta gitmek zorunda kalmış. Hem 25 riyal vermişler ve hem de gece 03.00 te otele dönmüşler. Hepsi yorgunluktan bitap halde.. Ayrıca otobüs ile şeytan taşlama arasında epey yol yürümüşler.
Şeytan taşlamaya gidilecek, denildi. Ama öğleden evvel akşam namazından sonra gidileceği söylenmişti. Çevreyi dolaşmaya gidenler bu haberi duymadığı için ne olacaktı. Kimse onların olmamasına aldırmadı ve bazı hacılar dışarıda olmasına rağmen onlar beklenmeden yola çıkıldı.
Bizim gruptan 6 hacı yoktu. Diğerlerini bilmiyorum. Yürümeyecek durumda olanlar araç tutularak otele gönderilmiş. Hocalar onlardan kefalet almış. Laf aramızda hocaların en sevdiği hacı grubu yaşlılar... Çünkü onları götürmek yerine otelde bırakmak vazifelerini daha iyi yapmalarını sağlıyordu. Kalanlar ise yola yaya gidecekti.
Sıcak kendini iyice hissettiriyordu. Elimizde ya da sırtımızda Arafat ve Müzdelife'de dahi bitiremediğimiz yiyecek ve suların olduğu çantalar olmasına rağmen. Daha önce söz ettim mi bilmiyorum.
Arafat öncesi yapılan toplantılarda bize şunlar söylenmişti. "Sevgili Hacılar... Üç gün sonra Arafat’a gideceğiz. Orada su ve yiyecek sıkıntısı var. Ayrıca çok yorulacaksınız. Bu yüzden bu üç gün otelin dışına çıkmayın. Namazlarınızı burada kalın. Kendinize çok dikkat edin. Nefes alsanız bizim haberimiz olacak. Kimse otelden dışarı çıkmayacak. Arafat'ta su ve yiyecek sıkıntısı var. Abdestinizi tutmaya alışın. Yanınıza bisküit, peksimet gibi kuru şeyler alın."
Ama Arafat'ta su ve yiyecek bol.. Tuvaletlerde sular gürül gürül akıyordu. Sonuçta korkutulduğumuz gibi olmadı. Yanımıza aldığımız her şeyi geri götürmek zorunda kalıyorduk. İşte yükümüzle - bazıları Arafat'ta bıraktı - şeytana doğru yürümeye başladık.
“Lebbeyk Allahümme lebbeyk” nidaları Mina'da çadırlar arasında yankılanırken çevremizde bulunan binlerce Hacı, yolları adeta şenlendiriyordu. Bir saatlik yol yürüdükten sonra şeytan taşlama alanına gelindi. Sıcak ve yorgunluk kimsenin umurunda değildi.
Şeytanın mevkisi Mina’dayız.. Mina ise Müzdelife’ye çok yakın. Şeytan, otağını oldukça yüksek iki dağın arasındaki vadiye kurmuş. Dağın arka tarafı vadiye iki tünelle bağlanıyor. Soldaki tünel o elîm tünel kazasının olduğu yer. Bu tünel yine geliş yeri olarak kullanılıyor.
Diğeri ise gidiş.
Geliş tünelinden, yolu tamamen dolduran bir insan seli Mina’ya akıyor. Aynı şekilde şeytanın merkezine varan kilometrelerce uzunluktaki iki cadde de yine insanlarla dolu. Viyadük şeklindeki yolun sonuna kadar yürüdükten sonra viyadüke çıkıyor şeytana yaklaşıyoruz. Her yer insanla dolu. Büyük Şeytan’a ulaşıp elimizde taşları isabet ettirmeğe çalışıyoruz.

Viyadük üzerinde 2–3 metre çapındaki Huni benzeri çukurların içinde örülen dikilitaşa benzer yapılara hacılar 7’şer taş atıyorlar. Baş ve işaret parmaklarıyla yukarıdan aşağıya hareketle fırlatılan nohuttan iri, fındıktan küçük, Müzdelife veya Arafat’ta toplanmış taşlar, bu Dikili taşa (örme taş da diyorlar) adeta yağdırılıyordu.
Attığınız taşı isabet ettiremezseniz bile bu kutunun içine düşürmek zorundasınız. Kuyu dibe doğru daraldığı için taş iniş sırasında şeytana mutlaka değiyor. İsmail’i kurban etmekten vazgeçirmek için son ve güçlü hamleyi yapan büyük şeytana yöneliyoruz. Ama biz şeytanın, karşımızda duran Dikili taş olmadığını biliyoruz. Hz. İbrahim’i oğlu Hz. İbrahim misali taşlar atarak onun bizi aldatmasını engellemeye çalışıyoruz. Fakat onun Hz. İbrahim’den kaçtığı gibi bizden kaçmadığını görüyor ve kendimizi zorluyoruz.
Hırsımız 7 taşa birkaç taş daha eklememize sebep olabiliyor. Sadece o an değil ömür boyu sürecek bu savaşta galip gelmek için Allah’a dua edip, arkadan gelen kalabalığın önünü açarak dönüş yoluna yöneliyoruz. Şeytan arkamızda kalıyor. Taşları kendimize, yani içimizde bizi daima şerre çekmeye çalışan ben’e attığımızı anlamakta gecikmiyoruz.

Çevrede müthiş bir pet şişe ve naylon torba kirliliği var. Mina’da 3 gün konaklama sünnetini uygulayan binlerce Şafiî mezhebine mensup hacı ise yol üstünde oturmakta ve uyumaktalar. Gerek indiğimiz merdiven ve gerekse yürüdüğümüz yol iç karartıcı. Çevredeki kirlilik onları direkt olarak etkiliyor. Çok kötü bir görüntü arz etmelerinin yanı sıra, yolu kapattıkları için gelip geçenlere de engel oluyorlar.
Dükkânlara ilaveten fahri berberler de işbaşında. Yol kenarları saçlarını kestiren, kısmen kanlar içinde kalmış insanlarla dolu. Bu, şeytanla yapılan mücadelenin ne kadar çetin olduğunu da gösteriyor. Rüzgârla birlikte etrafa dağılan saçların oluşturduğu kirlilik ise insanı üzüyor. Yerlerde kesilmiş saçlardan, yürümeye imkan yoktu. Her yer çöp içinde idi. İnsanlar yerlerde yatıyor, satıcılar yolları işgal etmiş durumda geçmeye çalışıyoruz. Araç bulmak üzere yürümeye başladık. 200 metre kadar ilerlemiştik ki, yolun kenarında, kaldırımda baygın bir halde yatan Türk hacısı gördük. Yalnızdı. Yanımızdaki su ile biraz pansuman yaptık.
Üzerindeki kimlik kartına baktık. Bizim kafileden önden giden gruba aitmiş. Burada nasıl bırakıldığına dair tepki gösterdik. Elinde telsiz bulunan bir Suud'luya ambulans çağırmasını söyledik. Ama yol o kadar kalabalıktı iki ambulansın gelmesi uzun zaman alırdı. Grup hocasına ilgilenmesini, bizim yola devam edeceğimizi söyledik. Önce ben sizden sorumluyum gibi laflar ettiyse de ısrarımız karşısında kalmak zorunda kalmıştı. Biz yola devam ettik. Bir iki yüz metre daha gittik. Araç bulmak için bakınırken diğer grup hocasını tuttuğu otobüse binerken gördük. Ona giderek durumu anlattık.
Ve onun tuttuğu otobüsle adam başı 10 riyal vererek biz de bindik. Kimi ayakta kimi oturarak yolculuk etti. Bir otobüse 600 riyal verilmişti. Türk lirası ile 240 milyon TL. Burası için çok büyük para. Otele döndük. Kurban kesildi haberi ile birlikte berbere gidip traş oldum.
Berber de normalde 5 riyale yaptığı traşı azami talep dolayısıyla 10 Riyale çıkarmıştı. Diğer hacılardan öğrendiğime göre Türk Berberi 25 Riyale fiyatı çıkartmış. Traştan sonra otele döndük, yıkanıp ihramdan çıktık. Saat 22,00 de ziyaret tavafı ve sayını yapmak için yola çıktık.35 dakikada
Mescidi Harama gidildi.
Tavaf alanı çok kalabalıktı. Grup aşırı kalabalıktan ayrılmak zorunda kaldı. İğne atılsa yere düşmüyordu. Adım atmanın imkânı yoktu. Kâbe’nin örtüsü değiştirilmişti. Tavaf yaptıktan zemzem içtikten ve namazı kıldıktan sonra say alanına geçtik. 00,20 de başladığımız say 02.20 de bitmişti. Safa ile Merve arası otuz dakika sürmüştü. Sadece bir gidiş geliş... 02.50 de otele döndük. 02 ŞUBAT Bayramın ikinci günü akşam namazından sonra şeytan taşlamaya gidileceği söylendi. Yatsı namazından sonra saat 21.00 de şeytan taşlamaya çıktık. Adam başı gidiş geliş 20 riyale otobüsler tutulmuştu.
Bir hayli yol aldıktan sonra bir gün önce otobüs tutup geldiğimiz yere kadar geldik. Şeytan taşlama alanına uzun bir mesafe vardı. Şoför yolu göstermek üzere kafilenin başına geçti. O önde biz arkada yürümeye başladık. Alana yaklaştıkça yol da yürünmez bir hal alıyordu. Şeytan taşlama bölgesinde bir çok ülke insanı yol kenarlarında, yol ortalarında yataklarını sermiş seyyar satıcılar had safhada idi. Üzücü görüntüleri arkada bırakıp taş atacağımız viyadüğe çıkmak için yaklaşık bir kilometrelik köprünün yanından geçip, aksi istikamete geçiyoruz. Kaybolmaktan korkan veya can havliyle etrafa kaçmaya çalışan insanlar, izdiham ve paniğe sebep oluyorlar. Askerler bir alan hariç hacıları farklı yönlere yönlendiriyor.
İlk yardıma ihtiyacı bulunanların alınması için halka oluşturan askerlerin yanına yaklaşıyorum. Kalabalığı gösterip "eşimi o kalabalığın için sokamayacağımı, mümkünse aralarından girip boş yerden taş atmak istediğimizi" söyleyip, izinlerini istedim. Önce yok denildiyse de yanında ki diğer asker insafa gelerek bizi aralarına aldı. Ve sakince küçük şeytana yedi taş atıyoruz, Atıyoruz ama başımıza atılan taşlarda geri dönmemizi engelliyordu. Başımızı kollarımızın arasına alarak askerlerin arasından kaçarak uzaklaşıyoruz.
Sıra orta şeytanda ancak yürümek adeta imkânsız, itelenerek, dirseklenerek, bastırılarak, ayaklarımız pestile çevrilerek kendimizi ancak kıyıda bulabiliyoruz. Bir önceki yerde olduğu gibi burada da askerlerden yardım isteyerek rahatça şeytana taşımızı atıyoruz. Şükrederek büyük şeytana geliyoruz. Bu sefer tecrübeliyiz artık. Taşları atıyor ve uzaklaşıyoruz.Küçük, orta ve büyük şeytana 21 adet taş atarak içimizdeki şeytanları, nefis, heva ve hevesi atmaya çalışmanın mutluluğu içindeyiz. Tam basamakların bittiği yerde buz gibi zemzemin aktığı dolaplar var. Merdivenlerde ve viyadük altında onlarca sakat insanlar dileniyor. İşportacılar ise üzerinde durulması gereken ayrı garip bir manzara oluşturuyorlar. Uzun bir yürüyüş sonrası otobüslere binip otele dönüyoruz. 03 ŞUBAT Bugün yatsı namazından sonra şeytan taşlamaya gidilecek.

Mina'da çadırlar boşalmıştı. Bir kaç grup dışında kimse kalmamıştı. Bugün şeytan taşlamanın son günündeydi ve atanlar çekip gidecekti. Ve viyadüğün başında indik. 21 taş atacağımız şeytana çok yakın yerde indik. Düne göre daha tenhaydı. Bugün de rahatça şeytanı ve nefislerimizi taşladık. Eli, kolu, ayağı kesik insanlar yine dileniyor. İşportacılar yine işbaşında. Fazla sıkışmadan köprü altından geçerek, yol boyu ilerliyoruz. Gruptaki Hacılardan "biri ben arabaların olduğu yeri biliyorum. Oradan dün akşam tutmuştuk, oradan tutalım " dedi. Yol boyu terlik yığınları, şemsiyeler, jiletler, saç yumakları ve karmaşadan oluşan akıl almaz görüntülerle dolu. Ama 5-6 çöp kamyonunun 30-40 kişiyle giriştiği temizlik çalışmalarını görünce hoşumuza gitti. .
Yolcu bekleyen bir iki araç görünce "binip, gidelim " dedim. Arkadaş yine dediğinde ısrar etti. 100 metre daha gidersek buluruz, dedi. "Neden yürüyelim, oradaki babanın oğlu değil ya " diyerek hemen yanı başımızdaki şoförle pazarlık edip, 10 riyale geri döndük. 00.45 te otele döndük. Hocalarla gidenler hem ayakta gitmek zorunda kalmış. Hem 25 riyal vermişler ve hem de gece 03.00 te otele dönmüşler. Hepsi yorgunluktan bitap halde.. Ayrıca otobüs ile şeytan taşlama arasında epey yol yürümüşler.