Mekke ve Medine'de insana kitap yazdıracak konulardan biri dünyanın değişik yerlerinden gelmiş, yüzbinlerce farklı ziyaretçiler. Farklı milletler, farklı ten rengi, farklı diller, farklı mezhepler, farklı kültürler, farklı eğitime sahip insanlar, farklı gelir gruplarına sahip olanlar, farklı karakterli, sakin, sinirli, sabırlı, saldırgan, akıllı, deli, imanlı, imansız birçok insan... Ziyaretçiler böyle de yerleşik halk farklı mı? Kesinlikle hayır. Onların içerisinde de değişik karakterde binlerce insan..
Burada karşılaştığım, konuştuğum, izlediğim
insanlardan söz edeceğim. Bu da oraya gidenlere en azından bilgi olur. Fikir olur, ön yargıyla gitmesine engel olur diyorum. Haremeyn’e gidecek olanların yola çıkarken en bol götürmek zorunda kalacağı tek şey SABIR'dır. Sabırsız yola çıkan gittiği gibi gelir ve umreden de hacdan da hiç bir şey anlamadan gittiği gibi gelir. Eğer bu kutsi ibadetten fayda görmüş gibi gelmek isterseniz KONUŞMAYIN - KARIŞMAYIN - GÖRMEYİN...
insanlardan söz edeceğim. Bu da oraya gidenlere en azından bilgi olur. Fikir olur, ön yargıyla gitmesine engel olur diyorum. Haremeyn’e gidecek olanların yola çıkarken en bol götürmek zorunda kalacağı tek şey SABIR'dır. Sabırsız yola çıkan gittiği gibi gelir ve umreden de hacdan da hiç bir şey anlamadan gittiği gibi gelir. Eğer bu kutsi ibadetten fayda görmüş gibi gelmek isterseniz KONUŞMAYIN - KARIŞMAYIN - GÖRMEYİN...
Gelelim insan manzaralarından örneklere.
Burada kimsenin adını bilmeniz gerekmiyor. Kadın erkek herkese hacı diye hitap ediliyor. Bu da sizin iletişiminizi kolaylaştırıyor. Gördüğünüz her Türk hacısı size umut veriyorsa da buna fazla güvenmeyin. Bazı Türkler nedense yardıma hazır olmadıklarını ekşittikleri yüzleri ile belli ediyorlar. İranlılar da biz Türkler kadar katı. Çok sertler. Hatta inatçının dik alası desek bile yeridir. İranlıların bu inatçı halleri sadece çevresine değil SUUD polisine dahi kök söktürüyor.
Bir İranlı önümde merdiven boşluğu olduğu halde ve secde yapmamı adeta imkânsız bırakacak şekilde bir öğle namazı öncesi önüme oturdu. Kamet getirilince gider diye bekledim. Uyardım. Adam Nuh dedi peygamber demedi. Kendisi bile secde yapamaz halde olduğu halde oradan kalkmadı. Yaşlı olsa neyse 35 yaşlarında biri. Yanımdakilerin uyarısı bile fayda etmedi. Mecbur kaldım kamet okunurken orayı terk etmekte çareyi buldum. Öğle namazını nerede mi kıldım. Güneşin dik geldiği, ortalığı kavurduğu o dakikalarda Kâbe’nin yanına giderek namazımı orada kıldım. Sıcaksa sıcak dedim. Yer meselesinden dolayı biriyle tartışacağıma güneşin yakmasına razıydım. Zira buradan, bu kutsal beldeden boş dönmemeye kendi kendime söz vermiştim. Hem cehennem sıcağı az mı yakacaktı. ( Allah hepimizi cehennem ateşinden, Araf’taki sıcaktan uzak eylesin. Âmin )
Yine bir başka İranlı. Yer Mescidi Nebevi.. Öğle namazı. Dakikalar önce girdiğim safta Kuran okuyordum. Önümdeki safla aramda 1 metre gibi mesafe vardı. Bu araya iki İranlı geldi. Secde alanı daraldı. Onlarında namaza kalktığımızda gidecekleri düşüncesiyle aldırış etmedim. Ezan okunduğu zaman ayağa kalktım. Sünneti eda etmek için. Önümdeki bu umrecileri safa geçmeleri hususunda uyardım. Adamlar tınmadı bile. Hiç aldırış etmediler. Zar zor sünneti kıldım. 15 dakika sonra öğle namazı için kamet getirildi. Bu kez yanımdaki şahıs onları uyardı. Tık yok adamlarda.. O ana kadar fark edemediğim ve onların solunda, omuzundan çantasını indirmemiş, uzun entari giymiş adam hışımla geri dönerek " kalkmayacaklar" diye bağırdı. Bu bir Türk'tü. Onlara da yerlerinde durmaları için işaret etti. Dizlerine kalkmamaları için baskı yaptı. Tekrar döndü. "kalkmayacaklar, konuşup durmayın. Siz gidin buradan" diye tekrar çıkıştı. Dayanamadım." Adam, şeytanım olma. Seninle tartışmayacağım" dedim. Ve dua ettim. "Allah'ım şeytanlaşmış insandan ve şeytandan sana sığınırım" dedim. Ne oldu tahmin edin. Omuz çantasını indirmeden öğlenin son sünnetini kılarken o çanta hep önüne düştü, bakışları secde yerine çevredekileri izleyerek geçti. Ve " euzubillahimineşşeytanirracim" dediğimde ardına bakmadan uzaklaştı, gitti. Artık ne düşünürseniz, düşünün.
Malezyalıların tercihi, siyah parlak kumaşlardan bol ve uzun elbise oluşuyor. Başlarını da yine aynı kumaştan eşarpla kapatıyorlar. Malezyalıların elbiseleri aşağıya doğru genişleyen modelleriyle klasik güzelliği yansıtıyor. Kendinden desenli siyah elbiseler her ortamda giyilecek şekilde. Çoğu makyajlı hacılar, taşlı büyük gözlükler ve rengârenk şapkalarla kıyafetlerini tamamlıyor.
Türk bayan hacıları Endonezyalı hacıları taklit ederek eşarpları üzerine gül veya başka renkli desenler takmaya başlamışlar. Hacının kendi grubunu tanıması bakımından bu iyi oluyor. Hatta bizim kafileden bayan hacılardan böyle bir işareti taşıma önermişti de, kafile başkanımız “İstanbul’dan gelmiş, belli bir kültüre eğitime sahip insanlara bunu yakıştıramayacağını, kafilesindeki insanlara oteli, mescidi, bulma konusunda güvendiğini” dile getirmişti. Bence de uygun bir düşünce idi.
Geçen senelere göre hacıların hem daha genç hem daha bilgili oldukları gözleniyor. Genelde de Anadolu’nun bazı yörelerine has kıyafetleri görmek mümkün. Erkekler umrede kendi arzularına göre muhtelif şekilde giyinmiş halde. İranlı erkekler kumaş pantolon ve gömlek hatta bazıları kravatlı olarak dolaşmaktadırlar.
İranlı ve Endonezyalı hacılar kafile halinde gezmeyi çok seviyorlar. Tavaflarını bitirdikten sonra kadınlı erkekli topluca dua ediyorlar. İranlı hacıların Mekke'de İbrahim makamında, Medine'de Hz. Fatıma’nın odasının yanında namaz kılma ısrarları zaman zaman Suud polisinin işini dahi zorlamaktadır. İranlı umrecilerin ilahi ve dua ederken öylesine içten ağlamaları var ki sanki gözyaşları değil, günahları akıp gidiyor damla damla sanırsınız. Endonezya ve Malezyalı hacılar çok disiplinli, hazırlıklı. Nerede ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Bir de beş parasız gelen Afrikalı hacılar var ki onları görünce insanın kursağından lokma geçmiyor. Sadece zemzem ve hurmayla besleniyorlar. Buldukları yerde yatıyorlar.
***
***
Türk hacıların çok büyük çoğunluğu temiz ve iyi niyetli olmakla birlikte maalesef son derece başkalarına saygısız ve eğitimsizler. Çoğu köylerden ve küçük yerleşim yerlerinden geliyorlar. Büyük çoğunluğu değil yurtdışına çıkmak, hayatlarında ilk defa köylerinden çıkmış oluyorlar. Kâbe’yi tavaf ederken karşıdan 30 ila 40 kişilik gri, yerleri süpüren pardösülerinin sırtlarından birbirini sımsıkı tutmuş, başlarının üstünde sarı veya turuncu kocaman yapma güller iğnelenmiş (kaybolmasınlar diye) Başlarındaki avaz avaz bağıran hocalarının dediğini tekrar eden kadınlar grubu görürseniz bilin ki Türk'ler geliyor. Bizim hocalar kadar bağıran başka hiç bir grup sorumlusu yok. Haydi okuma yazma bilmeyenleri yardımcı olma amacıyla bunu yapıyorlar. Ya gençlere ne demeli.
Bir gün umre vazifemi yaparken tavaf esnasında yaşları 25 -35 arası kadınlı erkekli bir özel tur firması ile geldikleri çantalarından belli bir gruba rastladım. Önde genç rehber söylüyor. Arkadaki genç ve kültürlü oldukları her hallerinden belli olan grup bas bas bağırıyor. Hiç yakışık almıyor. Ellerine kitap alsalar ya da kendi kendilerine dua etseler kabul edilmeyeceğini mi sanıyorlar, anlamadım. Bu grubu say sonrası Merve tepesinden de hocalarını papağan gibi taklit ederken gördüğümde artık "pes" demekten kendimi alamadım. Hiç yakışmıyordu.
Diyanetin mutlaka buradan gidecek hacı adaylarına en az bir ay boyunca asgari insan davranışlarını öğretecek şekilde kurslar düzenlemesinin şart olduğuna inanıyorum. Tur rehberi hocaların da hem çok iyi seçilmeleri, hem de fevkalade eğitilmeleri gerekiyor ama durumu çok ümitsiz görüyorum. Maalesef bunu orada yabancı hacılardan da defalarca duyduk ve benzeri açıklamalar yapmak zorunda kaldık. Bu Türkiye açısından utanç vericidir.
Sadece Türk hacıları değil, Mesela İranlılar el ele tutuşuyorlar, onlarda da biri söylüyor diğerleri bağıra çağıra yardımcı oluyor. Malezya ve Endonezyalılar daha sessiz ibadet etmeye, kimseyi rahatsız etmemeye çalışıyorlardı.
Büyük gruplar bir ağızdan dua edince insan kendi duasını şaşırıyor. Ortamın uhreviliği bozuluyor. Kâbe kesinlikle sessiz, bireysel ve kişisel olmalı. Orada grup faaliyetine yer olmamalıdır, diyoruz. Hele Türkiye'de okuma yazma bilenlerin çoğaldığına bakarsak ve Diyanet'in çok güzel bir şekilde hazırlayıp her umreciye verdiği dua kitaplarını okusalar bile yeter. Bunları okumaya bile adam tutmaya bayılıyoruz..
***
***
Otelde en çok dikkat çekenler gelince.. En ciddi problem asansöre binme şeklimiz görünüyor.. Kazara yukarıya çıkan asansöre binerseniz 21. Kata çıkıp sonra aşağıya iniyorsunuz. Bir de asansörün gelmesi var. Anlayacağınız asansör önünde çok bekleniyor, bu da sinirleri geriyor. Ziyaretçiler asansörlere başkalarını almaktan pek hoşlanmıyorlar. Daha önce asansöre binmiş olsun ya da olmasın bilhassa bizim umrecilerimiz önce çıkacağı kat düğmesine basıyor ardından başka gelen olur olmaz demeden kapının kapanmasını sağlayan düğmeye basıyor. Amacı ne, başka kimse binmeden asansörü tek başına ya da ailesi ile birlikte kullanmak oluyor. Hak yemeyeceğine dair yeminle bu kutsal topraklara gelen hacımız/umrecimiz kendi gibi hak sahibi olan diğer otel müşterilerinin hakkını yemeye başlıyor, haberi yok. Asansör kavgalarının eksik olduğu gün yok. Asansörlere ellerinde birkaç çay dolu bardakla binenlerin sebep olduğu durumlarda cabası.
***
***
***
***
***
Otellerde bir diğer dikkat çekici nokta ise otelde günlerimizi geçirmeyi çok seviyoruz. Gönlünde Kâbe sevgisi, Ravza sevgisi olan insanımızın Kâbe’yi ya da Mescidi Nebeviyi otel odasından ya da lobideki televizyonlardan izlemeyi çok seviyor olmasıdır. Hatta bir umrecinin " aaa bakın, Kabe’nin çevresi boşmuş." dediğini duyduğumda bu kadar olur demekten kendimi alamamıştım.
Otellerde sigara içmek yasak. Bunu hacımıza/umrecimize anlatmak büyük bir mesele. Tamam, yaşlı olana anlatamazsın da grup hocalarının içerisinde içenlere ne demeli, anlaşılır gibi değil. Önleyecek, uyaracak olan grup görevlisi hoca sigara içerse diğerlerine bunu anlatamazsınız. Lobide bu yüzden, sigara dumanından oturulamaz durumuma geliyor insan. Otel yöneticileri bu durumdan fazlasıyla şikâyetçi olmaktadır. Kadın ziyaretçilerinde sigara içme sayıları da bir hayli fazla görülmektedir.